Ortadoğu coğrafyasında yaşayan mazlum Filistin halkının yaşadığı ölümler, yıkımlar, acılar, “Yok mu bizi kurtaracak?” çaresizliğiyle çığlıklar ızdıraba dönüşmüştür. Sadece kadim topraklarında özgürce yaşamak için verdikleri mücadeleye dünyanın duyarsızlığı, geleceğe olan bütün umutlarını dumura uğratmıştır.
Yerel, etnik, mezhepçi, aymazlık içindeki bölge ülkeleri sessiz kalırken, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Birleşmiş Milletler toplantısında, hem de medyaya yansıyan demeçlerinde Filistin’e dikkatleri çekmekte, İsraili, “Siyonist terör Örgütü” olarak lanse ederek, tepkisini ortaya koymaktadır. Türkiye yardım kuruluşları da, gıda, sağlık, barınma konularında Gazze halkının acılarını paylaşmaya devam etmektedir.
İran bölgedeki Şii gruplarla birlikte, Gazze’ye öteden beri silah, mühimmat desteği vermekte, İsrail’e karşı mücadele veren Gazze halkının yanında olduğunu göstermektedir. Lübnan Hizbullah’ı, İsrail’in karşısında caydırıcı güç olarak dikilmekte, konvansiyonel Ordu gücüyle ABD, İsrail eksenli yayılmanın önünde en büyük engeli oluşturmaktadır.
Bağnazlıkların derin uçurumlar oluşturduğu devlet ve siyaset yapıları, aykırılıklarının fanatizme dönüştürdüğü dini aşırılıkları sebebiyle, müslüman toplulukların gücünü kırmakta, ABD, AB ve İsrail’in müttefikliği ile sınırların değiştirilmesine neden olmaktadır. İsrail’in filistinlilere reva gördüğü sefaleti, yokluğu, yoksulluğu, ölümü, yıkımı izlemekle yetinerek, ABD’ye şirin gözükmeye çalışmaktadırlar.
İsrail’in orantısız, asimetrik kitle imha silahları ile yaptığı suikastlere sessiz kalanlar, bütün Müslüman topluluklarda yenilmişlik duygusunun oluşmasına sebep olmakta, hepimizde derin mahzuniyetler oluşturmakta, gelecek için atılması gereken cesur adımların önünde engel oluşturmaktadır.
Geleneksel din anlayışlarının beslendiği, Emevi ve Abbasi iktidar siyasi iktidar mücadelelerinin günümüze taşınan yansımaları, müslüman topluluklar arasında husumet oluşturmakta, bin beş yüzyıldan bu yana dünyaya barış ve huzur getirmeleri gerekirken, savaşlar neticesinde dramların oluşturmasına hizmet etmekte, acı ve gözyaşının, bölgenin kaderine dönüştürmesine zemin hazırlamaktadır.
Osmanlıdan sonra güçleri dağılan müslüman topluluklar, mistik, batıni, selefi fanatik düşüncelerin etkisinde kalarak birbirleriyle sürekli kavgalı olmuş, para, güç, ayrıcalık arayışıyla tiranlaşmış liderliklerle yönetilen bu devletler, Filistin’e çözüm oluşturabilecek bir politika geliştirememiştir. İsrail, kuruluşundan bu yana yayılmacı politikasını adım adım uygulayarak günümüze kadar gelmiştir.
İsrail’in 1948 yılında kurulmasıyla beraber Ortadoğu’nun kalbine bir hançer gibi saplanmış, 80 yıldan bu yana Filistin başta olmak üzere Suriye, Lübnan, Mısır, Ürdün ve diğer yakın ülkelerde huzur bırakmamıştır.
Kuruluşundan itibaren sınırlarını genişletmek için Filistin topraklarını işgal eden İsrail, 9 Haziran 1967’de Altı Gün Savaşları olarak adlandırılan dönemde Golan Tepelerini ele geçirdi. Ardından Golan’ın köy ve kasabalarında kalan halkın tamamını mülteci olarak Suriyeye gönderdi. Topraklarını genişletmek amacıyla 1982 yılında Lübnanı işgal ederek, orada bulunan Filistinli mültecilerin sığındığı Sabra Şatilla kamplarına tarihe “Beyrut Kasabı” olarak geçen Ariel Şaron tarafından saldırı düzenlenmiş, çocuklar dahil 3500 filistinli makinalı tüfeklerle taranarak öldürülmelerine sebebiyet vermiştir. İsrail, işgal ettiği topraklara geri gelmemeleri için, Filistinlilere soy kırım uygulamaktan geri durmamıştır.
1982 yılında Sabra Şatilla Katliamından sonra Lübnan’da; uluslararası askeri güç konuşlandırılarak, Amerika, Fransa, İngiltere ve İtalya askeri güçlerinden oluşan bu birlikler, kamplarda İsrail tarafından katliam yapılmasının önüne geçilmesi için kurulduğu iddia edilmiş olsa da, inandırıcı olamamıştır.
Bu dönemde, İsraili’n yaptığı zulümlere karşı mücadele eden örgütler kervanına, Suriye’nin Lübnan’da kurdurduğu Şii Emel örgütünden ayrılan İslami Emel örgütü de katılmıştır. Daha sonra Hizbullah adını alan bu örgüt, ilk eylemini iki kamyon bombayla, ABD ve Fransa asker kamplarına karşı düzenlemiş, 350 ABD, 150 Fransa askeri hayatını kaybetmiştir. Bu eylem üzerine ABD bölgeden çekilmek zorunda kalmış ve böylece Hizbullah dikkatleri üzerine çekmiş, Lübnan’ın dikkate alınan gücü haline gelmiştir.
2006 yılında iki İsrail askerinin Hizbullah tarafından kaçırılmasıyla, İsrail Lübnan’a havadan ve karadan saldırarak işgal etmeye kalkışmış, yine karşısında Hizbullah’ı bulmuştur. Bir aydan fazla süren çatışmalardan sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin aldığı karar neticesinde İsrail Lübnan’a uyguladığı ablukayı 7 Eylül 2006 tarihinde kaldırmak zorunda kalmıştır.
İsrail’in Filistin’e her saldırısında en büyük engellerden biri Hizbullah olmuş, her defasında Füzelerle İsrail’e saldırarak etkisini ortaya koymuştur. Hizbullah’ın lideri Hasan Fadlallah bu sebeple defalarca suikastle ortadan kaldırılmaya çalışılmış ve 32 yıl boyunca kurtulmayı başarmıştır.
7 Ekim tarihinde Hamas’ın başlattığı olaylar bugün bölgeye yayılarak daha da içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir. İsrail bir yıldan bu yana hiç durmadan çoluk-çocuk, kadın, yaşlı demeden, Okul, Hastahane, mülteci kampları ayırmadan bombalamaya devam etmektedir. O tarihten bu yana yaklaşık 20 bin’e yakın çocuk, 16 bin kadın ve yaşlı olmak üzere, toplamda 40 bine yakın Filistinlinin hayatını kaybetmesine sebep olmuştur.
Gazze neredeyse yerle bir edilirken, bütün dünya halkları tepki göstermesine rağmen, İsrail hiçbir geri adım atmamış, savaşı bölgede yaymaya son sürat devam etmiştir. İsrail, Hamas’a silah ve mühimmat desteği veren ülkelerin başında gördüğü İran’ı, Filistin’i destekleyen Lübnan ve Yemen’i de savaşa dahil etmek için kışkırtmaya devam etmektedir.
ABD, AB ülkeleri İsrail’e silah, mühimmat ve parasal destek vererek savaşın sürmesine zemin oluştururken, Rusya Çin, gibi karşı blokta yer alan devletler sessiz kalmış, İsrail istediğini yapmada tamamen özgür bırakılmıştır.
Gazze Siyasi Büro Şefi İsmail Heniye ve 32 yıldır Hizbullah’a yön veren Hasan Nasrallah’ın düzenlenen asimetrik suikastlerle sahneden çekilmeleri; Filistin, Hizbullah ve İran için çok ağır bir darbe olmuştur. İsrail’in en büyük düşman olarak gördüğü Nasrallah’ın ortadan kaldırılmasından sonra Lübnan’a kara harekatı başlatmıştır.
İran, Hasan Nasrallah suikastinden sonra İsrail’e füze saldırısı düzenlemiş, İsrail ve dostları bu saldırıyı “elli yılda gelebilecek bir fırsat” olarak görmüş, İran’ı Lübnan’ı, Yemeni, sonrasında da Suriye’yi parçalayarak “Arz’ı Mev’ud” topraklarına ulaşma hedefine bir adım daha yaklaşmıştır. Aynı doğrultuda, Trump’un damadı Kushner, İran’ın İsrail’e Füze saldırısını, elli yılda gelecek bir fırsatı kaçırmaması yönünde açıklama yapmış, İsrail’i kışkırtmaya devam etmiştir.
Suriye’de Nasrallah’ın ölümü üzerine tatlı dağıtıp kutlama yapan, Suriye ve diğer arap ülkelerindeki bir kısım selefi anlayışına sahip gruplar, kendilerince bir düşmanın ortadan kaldırılmasını kutlarken, İsrail planlarını adım adım hayata geçirmeye devam etmektedir.
İsrail ve dostları, elli yılda bir gelecek fırsat olarak gördüğü savaşı devam ettirirken, siyonist çete ve yandaşlarına cesurca karşı koyanlar, bedel ödemeye devam edecektir.
Tarih hem cesur toplulukları, hem de korkakları yazmaya devam edecektir.
Cesurlardan övgüyle bahsedilirken, korkaklar ve duyarsızlar zilletle yad edileceklerdir.
Saygılarımla…
YORUMLAR