Araştıran ve sorgulayan bir gözle baktığımızda günümüz insanının manevi, zihinsel ve duygusal çöküşünü görmekte zorluk çekmiyoruz. Malın, mülkün ve tüketimin artması, ruhun derinliklerinde huzur yerine boşluk meydana getiriyor. Nefs, her yeni arzusuyla insanı daha çok tüketmeye çağırırken, bu çağrı kişiyi hakikatin aydınlığından uzaklaştırıyor. Dünya, altın bir tepsi gibi insanın önüne serilmiş; ama bu tepside sunulan nimetler, gönül tokluğunu değil, doyumsuzluğu beslemiştir. İnsanın gözleri daha fazlasını ararken, kalbi özünü kaybeder olmuştur. Rabbimizin, “Şüphesiz biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık” (Kamer Suresi, 49) buyruğuna rağmen, insan bu ölçüyü aşarak nefsinin oyununa düşmektedir.
Artan bolluk, ruhlara ferahlık değil, yük getirmiştir. Sofralar daha zengin, dolaplar daha dolu, hayatlar daha hareketli; ama gönüller daha boş… İnsan, Rabbine sığınması gereken yerde, nefsine teslim olmuştur. Aşırı bolluk, her nimetin bir şükür, her varlığın bir tefekkür istediğini insana unutturuyor. İhtiyacımızı aşan her sahiplik, şükürden uzaklaştırıp nankörlüğe kapı aralıyor. Kendi öz değerlerini kaybeden birey, kalabalıklar arasında yalnızlaşıyor. İnsanın insana olan güveni kaybolurken, eşyaya olan bağlığının arttığı ters bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Kanaat zenginliğine talip olmak yerine, nefsin aç gözlülüğüyle yitip gidiyoruz.
Manevi zenginlik yerine dünyevi zevklerin peşinde koşan insan, ruhunu doyuracak değerleri fark edemez hale geliyor. Oysaki Peygamber Efendimiz (sav), “Zenginlik, mal çokluğu değil; asıl zenginlik, gönül tokluğudur.” (Buhârî, Rikâk, 15) buyurarak insanın hakiki huzur kaynağına işaret etmiştir. Bu ölçü penceresi, bireylerin yaşam tarzlarını sorgulamalarına ve daha anlamlı bir hayat için kendilerine dönüp bakmalarına ilham verecektir.
Bunca fazlalık, yegâne ya da nadir olanı sıradanlaştıran insan için alışılmış bir yaşam biçimine dönüşüveriyor. Eşik aşılmış tüketim benimsenmiş, heyecan azalmış ve günü gün ederken nadide olan normalleşmiştir. Ne yapsanız da nafiledir artık. Kendi gerçeğinden uzaklaşan körelmiş gözler ve perdelenmiş gönüller maddi ve biyolojik doyumun belli tekrarlara teslim olmuş esiridirler.
Cinselliği aşk, ilgiyi sevgi sanan heyecanı ölmüş, yemek ve içmek kadar normalleşmiş gündelik zevkler tatmin duygusunu ve mutluluğu yok etmiştir.
Zevk almayı mutluluk sanan, anlık damak tatları ile yetinen yığınlar, sıradanlaşmış sürüler olarak bolluk içinde kayboluyorlar. Çoklu seçenek içinde karar yorgunluğunu omuzluyorlar…
Ey insan! Gönlünü tatmin edemediğin sürece ne kadar tüketirsen tüket, hiçbir şeye sahip olamayacaksın. Sahip olduğun şeyler seni değil, sen onları yönettiğin sürece huzura erişeceksin. Sadeliği ve ölçüyü hayatına kattığında, hakikatin nuruna yaklaşacaksın.
Öyleyse, Rabbimizin bize verdiği nimetleri bir emanet olarak görüp, o emanete sadakatle sahip çıkalım. İsrafa karşı ölçü, bolluğa karşı şükür, boşluğa karşı huzur arayalım.
YORUMLAR