mansursacan @ gmail.com

   İlk insandan günümüze kadar Tanrı inancı toplumlarda değişik biçimlerde hep var olmuştur. İnanç da yeme, içme ve barınma gibi zaruri bir ihtiyaçtır.

   İnsan, tüm canlılardan üstün hassalara sahip olduğu halde acze düştüğü, zorlandığı ve karamsarlığa kapıldığı anlarda, her şeye gücü yeten ve kendisi için imkânsız diye bir şeyin söz konusu olmadığı, bizatihi hep var olan, doğaüstü ve doğanın kanunlarından azade bir varlığa sığınma ihtiyacı duymuştur. Tanrı inancı, ilk insandan günümüze kadar hep vardır ve de var olmaya devam edecektir.

   Seksenli yıllar arabesk müziğinin altın çağıydı. Tanrı adının en çok geçtiği şarkılar, şüphesiz arabesk şarkılardı. “Batsın bu dünya, ben tövbemi geri aldım, sen affetsen ben affetmem, ben kulun değil miyim?” Vesaire vesaire… Bahse konu şarkıların genelinde Tanrı’ya karşı bir sitem, öfke ve biraz da dargınlık vardır. Haksızlıkların, adaletsizliğin, sevgisizliğin, başa gelen bütün kötü işlerin sorumlusudur Tanrı .

   Batsın bu dünya şarkısıyla milyonlarca insan;” ben mi yarattım?” sualinin arkasına sıralanan sözcüklerle Tanrı’yı suçlamakta, adeta yargılamaktadır. Peşinden,” batsın bu dünya” nakaratıyla Tanrı’ya meydan okumakta, ‘yazıklar olsun, yazıklar olsun, kaderin böylesine…’ derken Tanrı’nın kurduğu düzene isyan bayrağı açmaktadır.  

   Arabesk müziğinin fanteziye doğru evirilmeye başladığı dönemde “Tanrı” sözcüğünün yerini “Allah” sözcüğü almıştır. Tanrı’dan hoşnutsuzluk, yakarışla birlikte ifade edilmeye başlanmıştır ve “Allah’ım sen bilirsin!” Denmiştir.

   Tanrı veya Allah ibaresi, şarkılardan çok daha fazla günlük yaşamımızda yer alır ve tekrar edilir. Allah canını alsın, Allah belasını versin, Allah razı olsun, Tanrı Türk’ü korusun gibi… Öfke anında “cehennemin dibine git!” dendiğindeki cehennem de yine Tanrı’nın sahip olup hükmettiği ve insanları cezalandırmak için var ettiği öte âlemde bir yerdir.

   Her şeyi çekip çeviren, sonsuz bir irade ve güce sahip bir yaratıcı vardır. Bu yaratıcı kimine göre sonsuz merhamet ve hikmet sahibi iken, kimine göre, acımasız, zalim ve güçlüden yana bir Tanrı’dır. Ve kimine göre de Tanrı diye bir şey yoktur, dolayısıyla her şey, doğa kanunları çerçevesinde cereyan etmektedir, ne suçlayacak bir güç, ne de minnet duyulacak yüce bir irade vardır.

   Allah’a ya da herhangi bir Tanrı’ya inanmayanlar için, yaratıcı sıfatına haiz yüce bir varlığa dair söyleyecek bir söz yoktur. Allah inancı olan insanlarda din inancı ve ibadet anlayışı da olması kaçınılmazdır. Tanrı madem bizi var etti, muhakkak bizden bir beklentisi vardır. Tanrı’nın bizden beklentisinin toplamı dindir. Din, kulların uyması için Tanrı tarafından konulan kurallar bütünüdür. İnananlar, bu kurallara riayet ederek dünyada ve öte dünyada mutluluğu yakalamaya çalışırlar. Kurala muhalif davrananlar yaratıcıdan af diler ve kendilerine çeki düzen vermek için çaba sarf ederler. Güzel işler yapanlar cenneti umar, kötü işler yapanlar cehennemden korkarlar. Dünya ve ahiret saadeti dinin buyruklarına sadık kalmaya ve Tanrı ile arayı iyi tutmaya bağlıdır. Peki nasıl olacak bu iş?

   Tanrı’yı, kalbine ve zihnine adalet, merhamet, hikmet ve cömertlik sahibi olarak yerleştirmiş kullar için iki dünya saadetini aramak ve ummak zor bir iş değildir. Allah’a kırgınlığı, kızgınlığı ve sitemi olmayan birinin, ondan af dileyip, güzel şeyler beklemesi, elini duaya kaldırdığında niyazda bulunması ve beklentiye girmesi kolaydır. Yüreğinde, Allah’a karşı zerre miktar ukde kalmamış bir kulun yakarışının karşılık bulması, karşılık bulmasa dahi yaratıcının mutlaka onun hayrına hükmedeceğine olan inancı ruhsal bir doyum sağlar.

   Tanrı’yı, hiçbir hikmet aramaksızın olan biten her şeyin sorumlusu olarak tutan bir kul için işler daha zordur. Kötü yazgıdan, kahpe kaderden, kör talihten sorumlu bir yaratıcıyı bağışlamak hiçte kolay değildir. Affedemediği Tanrı’dan af dilemek, razı olamadığı Tanrı’dan rıza beklemek tam bir çıkmaz sokaktır. Feleğin çarkını kendinden yana döndürebilme gücü ve iradesi olan yaratıcı, elinden geldiği halde aciz kulu lehine inisiyatif kullanmamıştır. Çok daha kötü kullara torpil geçerek, onları layık olmadıkları müreffeh bir hayat, huzurlu bir yaşamla ödüllendirmiştir. Yalvarmalarına kulak tıkamış, pamuk kalbinin acılarını görmezden gelmiştir. Hak etmeyenlerin başına talih kuşunu kondururken, onu kör talihin insafına terk etmiştir. Tatlı hayatın kaymağını kötüler sıyırırken, onun bahtına acı hayat düşmüştür. Tanrı garip kuluna büyük haksızlık yapmıştır. Her işinde yokuşa vuran, her girişiminde, dönecek olan çarkına çomak sokan bir Tanrı ile karşılaşmıştır kul. El açıp dua etse bile, için için yaratıcıya karşı sitemlidir ve öfke doludur.

   Fakir bir ailede dünyaya gelmesinde, iyi bir eğitim alamamasında, sarışın, mavi gözlü, güzel-yakışıklı olmamasında, daha çekici ve zeki olmayışında, boyunun kısa, gözlerinin çukura kaçmış gibi gözükmesinde, hep o Tanrı’nın parmağı vardır. Katlandığı zorlukları ona reva gören odur, bu kötü kaderi yazan kalemi tutan el Tanrı’nın elidir. Sosyal yaşamında itilip kakıldığı yetmez gibi, kaderin ördüğü ağda sivrisinek gibi çırpınıp can çekişmesine seyirci kalan da yine o Tanrı’dır. “Ben kulun değil miyim?” Figanı tüm yaşamında içinde çığlık çığlığa çınlamaktadır. Hayata Tanrı’nın sayesinde değil, Tanrı’ya rağmen tutunmaya çalıştığını düşünür ve öyle inanır. Tanrı, sevdiklerini elinden almış, sevmediklerini hayatına musallat etmiştir. Gidenin üzüntüsüyle yaşamı acıya gark olurken, katlanmak zorunda oldukları hayatı zindan etmiştir.

   Dilimize yerleşmiş kıstas mesabesinde bir deyiş vardır, “affetmek Allah’a mahsustur.” Diye. Zannımca Allah’ın affetmesinin, kulun, dünyevi ve uhrevi yaşamında belirleyici olmasından dolayı böyle hükmedilmiştir. Kızgınlık, kırgınlık ve haksızlığa uğramışlık hissi çok ağır bir yüktür. Hele ki bu kırgınlık, sitem ve öfke yaratıcıya karşı hissediliyorsa tüm hayatı olumsuz etkiler ve çekilmez kılar.

   Kendisini yaratılmış bir kul olarak addeden herkesin, Allah ile barışık olmaya ihtiyacı var. Tanrı ile kavgalı ve dargın olmak mutluluk getirmez, doyum sağlamaz. İnsan zayıftır, güçsüzdür ve acelecidir.

   Barışabilmenin ilk adımı affetmektir. Tanrı, kimseden özür dilemez. Tanrı zatı itibariyle kusursuzdur. Hata yapmaz, haksızlık yapmaz. Burası sınav salonudur. Her kulun bilgi, deneyim ve donanım seviyesi farklı olduğundan sınavı da farklı farklıdır. Kulun Tanrı’yı sınaması mevzu bahis değildir. Tanrı’yı yargılamak, ödüllendirmek ya da cezalandırmak kulun haddi değildir. Tanrı’yı affetmek de kulun haddi değildir.

   Oysa birçoklarının içinde, affedemediği Tanrı’nın kırgınlığı, sitemi ve acısı var. Tanrı’yı affedip onunla barışmayan hiç kimseye bu dünyada huzur yok. Tanrı’dan razı olabilmek, bütün mesele…

   Not: Yazı boyunca kimi yerde Allah ve çoğu yerde Tanrı sözcüğünü kullandım. Hiçbir ilah yoktur ancak “Allah” vardır. Tanrı’yı, daha çok ilah anlamında kullandım.