Ülkemiz bir deprem coğrafyası. En çok risk taşıyan bölgelerden. Yaşanılan acı tecrübeler ve deprem istatistikleri de bu gerçeği doğrulamaktadır. Bilimsel sismik veriler, ülkemizde her gün küçük çaplı depremler olduğunu haber veriyor. Yine her yıl meydana gelen büyüklü küçüklü sarsıntılar yaşıyoruz. Fay hatları yedi şiddetinden büyük ana depremler ürettiğinde ağır tablolar oluşuyor. Deprem uzmanları, faylardaki sıkışmaya bağlı olarak uzun vadede de olsa, yine büyük depremler yaşanabileceği uyarısını tekrarlamaktalar. Sismik faaliyet açısından dünyadaki üçüncü ülke olarak gösterildiğimiz de çoğumuzun bildiği bir vakıadır…
Türkiye’nin büyük depremlerinden birkaçına göz atalım isterseniz. Dinar-1995, 94 ölü, Bartın-1968, 29 ölü, Varto-1966, 2,394 ölü, Erzincan-1939, 32,900 ölü. 1943 Tosya-Lâdik depremi 7 şiddetindeydi ve 4000 ölü ile sonuçlandı. 1-17 Ağustos 1999 Kocaeli Depremi 7.4 şiddetinde idi, 20,000 üzerinde ölüm oldu. 1 Mayıs Bingöl Depremi 6.4 şiddetinde idi, 83 ölüm oldu. Elâzığ 6,8 şiddetinde 41 ölü ve Van depremi 7,2 şiddetinde idi 604 ölüm vardı. En son ise 6 Şubat 2023 Maraş depremi 7,7 şiddetinde 51 bin ölüm oldu.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu örneklerden maksat güzel Anadolu’muzun kaderinin deprem konusunda da ne kadar ağır olduğudur. Ne düşmanı bitiyor ne savaşları ne de depremleri. Hep bir sarsıntı üzerinde yürüyüp gidiyoruz…
Amacım deprem geliyor deyip, gözünüzü korkutmak değil. Deprem edebiyatı yapmayacağım elbette. Popülizmle insanların gönlüne korku salmak ise çok çirkin bir yaklaşımdır. Ancak, mademki deprem bizim gerçeğimiz. Takdiri ilahinin imtihanlarından da kaçmak imkânsız! Pek tabii ki, depremle yaşamaya alışmaktan daha ziyade depreme karşı tedbirli olmak gerektiğine inananlardanım. Olmadan olacakmış gibi tedbir alınması vazgeçilmez bir gerekliliktir. Çünkü yaşanan her depremde ölüm oranları çok olmaktadır.
Eskiden binalar ahşap üzerine yapılırdı. Kendi içindeki mimarisi ile depreme dayanıklılığı ince ince hesaplanıyordu. Beton binalar ise bu kadar ölüm riski taşımamaktaydı. Ayrıca olası depremlerde hayat üçgeni denilen koruma alanlarını bizzat bina yapımında kullanılan ağaçlar oluşturmaktaydı. Anadolu insanı yerleşim yerlerini seçerken özen gösteriyordu. Zemin açısından şimdiki gibi tarlalara ve yumuşak zeminlere yapılmıyordu binalar. Taşlık ve zemini sağlam yerler seçilmekteydi. Binalar dikey değil, yatayına şekil almaktaydı. Buna rağmen yaşadığımız depremlerin kötü bilançoları ortadadır. O günlerin yapı ve bina tekniği ve nüfus azlığına rağmen, onca can ve mal zayiatı olmuşsa bir düşünelim. Bugünün nüfus yoğunluğu ve çok katlı bina sistemine orantılandığında; sonucun vahametini artık varın siz hesap edin! O şartlarda dahi bunca ölüm olmuşsa bugün olası bir depremde çok katlı dev kulelerden sağ çıkma imkânımız maalesef oldukça az görünüyor. Ne dersiniz?
Türkiye’nin deprem gerçeği unutulmamalı ve bu duyarlılıktan uzaklaşılmamalıdır vesselam. Bu vesileyle ülkemizde yaşanan depremlerde ölenlerimizi rahmetle, geride kalanları sabır temennileriyle yâd ederken, Allah bu millete yeni depremler yaşatmasın diye dua ediyorum.
YORUMLAR