Okulların Şubat tatiline girmesiyle birlikte, çocuklarıyla tatil yapmak isteyen ailelerin planları bir drama dönüştü. Bolu’nun popüler kayak merkezlerinden biri olan Kartalkaya Kayak Merkezi’ndeki Grand Kartal Otel’de çıkan yangın, tatilcilerin sevincini kursaklarında bıraktı. Yangında, birçoğu aileleriyle birlikte olmak üzere toplamda 78 kişi hayatını kaybederken, 50 kişi yaralandı. Bu facia, yalnızca can kayıplarının ötesine geçerek denetimsizlik, otel işletmecilerinin sorumsuzluğu ve ailelerin acı dolu hikayeleriyle ulusal bir yasa dönüştü.
Haksız çıkar ve menfaat sağlama üzerine kurulu bazı ticari kurum ve kuruluşlar, toplumda büyük bir rahatsızlık oluşturuyor. Sorumluluklarını yerine getirmeyen bu işletmeler, halkta güven kaybına yol açıyor. Sorumsuz davranışlarının cezasız kalması ise kamu denetim mekanizmalarının yeterince etkin çalışmamasından kaynaklanıyor. Denetim yetkisini elinde bulunduran kamu görevlilerinin ahbap-çavuş ilişkileriyle yanlışlıklara göz yumması, büyük bir sorun teşkil ediyor. Haksız kazanca odaklanıp kaliteyi hiçe sayan ticaret erbabı, hepimizin canına ve malına kast ediyor.
Otoriter siyaset anlayışı, buyurgan tavrıyla duygu istismarı ve manipülasyonu tetikliyor. Bu anlayış, bireylerin zayıflıklarını, çıkar odaklı tutumlarını ve düşüncesizliklerini “Goebbels” propaganda mantığıyla kâra dönüştürmeyi maharet sayıyor. İtaat ve sadakati kutsallaştıran bu zihniyet, toplumu muhalifler ve muvafıklar arasında bölerek çıkarları doğrultusunda sürüklemeye devam ediyor. Bu dehlizden çıkmak, toplum için kolay olmayacak gibi görünüyor.
Kamu adına denetim yapması gereken kurumlar, sorumluluklarını yerine getirmediği zaman vatandaşı korumanın başka bir yolu bulunamıyor. Bir ülke, kanunlar ve kurallarla yönetilir. Denetim mekanizmasının işletilmesi medeni ve evrensel bir gerekliliktir. Adalet duygusu ve etik değerler, kamu adına sorumluluk yüklenmiş kişilerin bu görevlerini hakkıyla yerine getirmeleriyle sağlanabilir. Medeni toplumlarda, devlet vatandaşın can ve mal emniyetini korumak zorundadır.
Ancak yetkililer sorumluluk almak yerine birbirini suçlamayı tercih ediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, sorumluluğu belediyelere atarken; belediyeler ise Bakanlığa yüklüyor. İl Özel İdaresi kapsamında bulunan otelle ilgili herkes sorumluluktan kaçıyor. Hem Bakanlık hem de yerel siyasetçiler, toplumun hassasiyetlerini kışkırtıcı ve zehirleyici bir dille tahrik edebiliyor.
Yangının ardından pek çok iddia ortaya atıldı. Medyada yer alan haberlere göre, otelde daha önce yapılan denetimlerde tespit edilen uygunsuzluklara rağmen herhangi bir işlem yapılmamış. Yangın riski taşıyan otelin faaliyetlerine devam etmesine izin verilmiş. Otel büyütülürken yangın merdiveninin içeride kalmasına ruhsat verilmiş ve bu eksikliklere göz yumulmuş.
Yangından kurtulanlar, yangın alarmı ve fıskiye sistemlerinin çalışmadığını anlattı. Acil çıkış kapıları olmayan, dış cephesi ahşapla kaplı bu otelde, vatandaşlar canlarını kurtarma derdine düşmüş; çoğu kendi imkanlarıyla hayatta kalmaya çalışmıştır. Sadece para kazanmaya odaklı bir anlayış, insanlığı hiçe sayarak bu trajedinin önünü açmıştır. Otelin on ikinci katından atlayanlar, çarşaflarla inmek isteyenler ve yangına müdahale etmekte yetersiz kalan itfaiye organizasyonu, profesyonellikten uzak bir yapıyı gözler önüne sermektedir.
Devlet kurallarının işletilmediği bir düzende, yapısal sorunlar, eşitsizlikler, adaletsizlikler, yolsuzluklar ve yoksulluklar norm haline geliyor. Otoriter popülist siyasetin hamaset dili, toplumu zehirlemeye devam ediyor. Hamasetle yapılan siyaset, toplumu düşüncesiz kalabalıklara dönüştürürken, siyasi tarafgirliğin paranoyak etkileri kutuplaşmayı körüklüyor. Sorumluluktan kaçan popülist politikacılar, suçu başka birine yıkma telaşına düşüyor. Ne yazık ki ülkemizde yetkililer, sorumluluğunu yerine getirmedikleri durumlarda ders çıkarmıyor, istifa etmiyor. Mahkeme karşısına çıkanlar ise genelde çalışanlar olurken, asıl sorumlular hesap vermekten kaçıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile belediyeler, otel işletmelerinin faaliyetlerini ve yangın güvenliği standartlarını denetlemekle yükümlüdür. Ancak bu trajedi, bu denetimlerin ya hiç yapılmadığını ya da yapılsa bile yeterli olmadığını gözler önüne seriyor. Şekilsel denetim uygulamaları ve ahbap-çavuş ilişkileri ile tanıdık işletmelere göz yumulması, can güvenliği gibi hayati meselelerde affedilemez bir ihmaldir.
Grand Kartal Otel’in, acil durum çıkışlarının içeride kalmasına nasıl izin verildiği ve yangın ekipmanlarının yetersizliğine rağmen ruhsat nasıl alındığı soruları hala cevap bekliyor. Onca eksikliğe rağmen, otelin ahşap kaplama ve 12 katlı olarak yapılmasına izin verilmesinin nedenleri hakkında makul bir açıklama bekleniyor.
Yangın sırasında pek çok misafirin tahliye edilememesi ve itfaiyenin olay yerine ulaştığında arka taraftan müdahale imkânı bulamaması, otel yönetiminin önleyici tedbirler almadığını göstermektedir. Sonuç olarak kaybedilen canlar ve perişan olmuş aileler yüreğimizi dağlarken, asıl sorumlular bulunacak mı? Suç, birkaç çalışanın üzerine yıkarak kapatılacak mı? Başka bir ifadeyle, ulusal yas ilan edilmesi neye çözüm olacak?
Ahlakın değersizleştirildiği, örf ve adetlerin rafa kaldırıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Cenazeleri taşımak için üzerinde pişmiş tavuk reklamı olan tırların kullanılması, acılarımızı bir kez daha katlıyor. Yanan bedenler enkazdan çıkarılırken, aileler perişan hâlde haber beklerken, kayak yapan bazı kişilerin duyarsızlığı kahrediyor. Komşusu vefat eden mahallelinin radyo ve televizyonunu açmadığı, acıyı paylaştığı bir toplumdan bu hale nasıl gelindi? AFAD yetkililerinin, 24 saat enkaza müdahale ederken otel ücreti talep edildiği iddiaları ya da cenazelerini taşıtmak isteyen ailelerden 100 bin TL talep edilmesi, ahlaki değerlerimizi yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini hatırlatıyor.
Bir toplum, diğergamlık ahlakını kaybettiğinde geriye hangi değerler kalır? Yangında hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar ve ailelerine başsağlığı diliyorum.
Saygılarımla…

YORUMLAR