Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

Yunus Emre Kimdir?

Yunus Emre (Osmanlıca: يونس

Yunus Emre (Osmanlıca: يونس امره ya da Kul YunusÂşık Yunus veya Yunus) (1240-1320), Anadolu sahasında yetişmiş Türk şair ve mutasavvıf.  13. yüzyılın son yarısı ve 14. yüzyılın başlarında yaşamış Türkmen bir derviş olan Yunus Emre, Anadolu’da Türkçe şiirin öncüsü sayılır. Tarihî şahsiyeti hakkındaki bilgiler yetersiz, hatta birbirini yalanlayıcı nitelikte olmakla birlikte biraz da menkıbelere karışmıştır Yunus Emre hakkında biyografik bilgi veren velayetnameler ile manzum şiirler dışında temel kaynak bulunmamaktadır.

Yunus Emre, 1240 yılında Sarıköy’de doğmuştur. Şiirlerindeki bilgilerden evli ve çocuk sahibi olduğu, İsmail adında bir oğlunun bulunduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar ummi(okur yazar olmayan) olduğu söylense de tasavvuf yoluna girmeden önce iyi bir medrese eğitimi almış olması olağandır. İyi derecede Farsça, Arapça bildiği söylenebilir. Fuat Köprülü, Yunus Emre’nin, “Mevlana’nın Farsça şiirlerinden zevk alacak kadar” İran edebiyatını bildiğini söylemektedir.Bazı beyitlerinden Kahramanmaraş, Kayseri, Tebriz, Nahçıvan, Yukarı Azerbaycan güneyde Bağdat ve Şam’ı dolaştığı anlaşılmaktadır.

Tapduk Emre , Yunus Emre’nin mürşididir(hocası). Yunus, bu gerçeği divanının 17 ayrı beytinde dile getirmiştir. Tapduk Emre, Yunus Emre’yi Nallıhan’daki zaviyesinde yetiştirmiştir.

Yunus Emre, resmî yazışma ve edebiyat dilinin Farsça olduğu, ilmî eserlerin Arapça yazıldığı bir dönemde yetişmiş bir geçiş dönemi şairidir. Bu yüzden eserlerinde yerine göre Türkçe, Arapça, Farsça sözler kullanılmış, hatta bazen üç dilden de sözcükler kullanmıştır. Yunus, 13. yüzyılda Anadolu sahasında Oğuz Türklerinin konuşup yazdığı yazı dilinin en önemli temsilcisidir. “Eski Anadolu Türkçesi” de adı verilen bu şivenin oluşumunda; kullandığı kelime ve ifade kalıpları, mecazlar ve terimlerle Türkçenin edebîleşmesi yolunda bir dönüm noktası olmuştur. Şiirlerini genel olarak hece ölcüsüyle yazmakla birlikte, hece ölçüsüne uyan aruz vezinleriyle de şiir söylemiştir. Tek heceli dil olan Türkçe ile aruz vezni uyum sağlama­dığından ister istemez aruz hataları oluşmuştur. Kimi zor kavramları Türkçe kelimelerle rahatlıkla ifade edebilen Yunus Emre, bu özelliğiyle kendisinden sonra yetişecek şairlerin öncüsü olmuş­tur. Yunus, Türk dilinin kaderini değiştirmiş, gelecek asırlara damgasını vurmuş, aradan geçen yüzyıllarla bilinirliği daha da artmış büyük bir sufidir. Onun yaşadığı asırda başlattığı millî tarz, takipçileriyle gelişerek sürmüştür.

Yunus Emre’nin Risaletü’n Nushiyye adlı tasavvufi bir mesnevisi ile Dîvân’ı Türkiye Türkçesinin en önemli metinleri olarak kabul görmektedir. Yunus Emre, yaklaşık 1320 yılında, 82 yaşında ölmüştür. Ancak, nerede defnedildiği kesin olarak bilinmemektedir. Yunus’tan bahseden çeşitli kaynaklar, Sarıköy’de yattığını söylemektedir.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü  (UNESCO), Yunus Emre’nin “yaklaşık” 750. doğum yılı olan 1991 yılını “Uluslararası Yunus Emre Yılı” ilan etti. Fikir babası, zamanın kültür bakanı Namık Kemal Zeybek’ti.

Hayatı

Menkıbeleri, Hacı Bektaşi Veli Velayetnamesine ve sonraki tarihî eser­lere girecek kadar büyük bir ün kazanan Yunus Emre’nin ha­yatı hakkında, kesin olarak bir şey söylenemez. Doğum yeri hakkında rivayetlere dayanan görüşlerse tutarsızdır. Kimi araştırmacılara göre doğum yeri Sarıköy kimi araştırmacılara göre ise Karaman’dır. Yunus ve Divanı’nda birçok yerlerde saygıyla andığı şeyhi Tapduk Emre, Sakarya havzasında yaşamışlardır. Bu nedenle Yunus’un Sarıköy’lü olduğu düşüncesi genel kanı hâline gelmiştir. Fuat Köprülü, Yunus hakkında Bektaşi geleneğinde anlatılan rivayetleri kabul etmiş, “13. yüzyılın son yarısında Sivrihisar civarında, yahut Bolu sınırı içindeki Sakarya Suyu civarındaki köylerden birinde yetişmiş bir Türkmen köylüsü” olduğunu dile getirmiştir. Abdülbaki Gölpınarlı’nın belirttiğine göre, Yunus’un tahsil hayatı Konya’da geçmiştir. Hayatı boyunca yolunu ve inancını yaymak için gezmiş, ihtiyar­lık çağını ise doğduğu Sarıköy’de geçirmiştir.Netice itibarıyla, Yunus, Orta Anadolu’da Sakarya Nehri çevresinde bir yerde doğmuş ve Nallıhan’a yakın Emrem Sultan’daki zaviyede Tapduk Emre Dergâhı’nda yaşamıştır.

Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi’nde, Hacı Bektaş’ın “nefes”ini kabul etmeyen Yunus’un “ehlim var, ayalim var, ba­na buğday gerek” sözünden hareketle evlendiği ve çocukları olduğu söylenebilir. Başbakanlık Arşivi’nde 871 sayılı Konya Defteri’ndeki 1518 (H. 924) tarihli bir belgede Yunus’un İsmail adındaki bir oğlundan söz edilir: “Amma Yirce nâm yeri bu cemâtten Yunus Emre Karamanoğlu İbrahim Bey’den satun almış imiş elinde mülknâmesi vardır. Yunus Emre fevt olup evlâdına intikal eylemiştir.” Yunus’un bir şiirinde, “Bunda dahi verdin bize oğul u kız çift ü helâl/ Andan dahi geçdi arzum benim âhım didâr için” demesi de evli ve çocuklu olduğuna işarettir.

Ümmi oluşu hakkındaki rivayet; bazı şiirlerinde, bilgiyi gerçeğe ulaşmak için bir vasıta saydığından ilme önem vermemesi, dervişlik tevazusuyla kendisini bir şey bilmez olarak tavsif etmesi ve bilgisine güvenip gururlananları taşlaması yüzündendir. Köprülü’nün deyişiyle: “Zamanında Anadolu’da hâkim olan tasavvuf felsefesini Celâlettin Rumi’den hiçbir surette aşağı sayılamayacak bir manevi kabiliyet ile kavrayan ve onu emsalsiz bir kudretle en basit şekil­ler altında ifadeye muvaffak olan bu adam, ‘harfleri heceleyemeyecek kadar ümmi’ olamazdı.” Yunus’un iyi bir eğitim aldığı, Arapça ve Farsçayı, tefsiri, hadisi İslam tarihini ve diğer İslam ilimlerini okuduğu şiirlerinden anlaşılmaktadır. Ancak Kur’an’ı anlayacak kadar Arapçayı, Mevlâna’yı anlayacak kadar da Farsçayı öğrenmiş olması, İslami ilimleri bilmesi; bir medrese eğitiminin mi, yoksa dergâhta şeyhinden aldığı bir eğitimin mi sonucu olup olmadığı bilinmemektedir. Yunan mitolojisini, evliya ve enbiya menkıbelerini, eski İran efsanelerini bilmektedir, Kur’an’dan, hadisten, erenlerin sözlerinden mamunlar aldığını ve Mevlâna’nın Mesnevi’sini ve Divan-ı Kebir’indeki gazelleri okuduğunu, yine şiirlerinden anlamaktayız. Şirazlı Sadi’nin bir gazelini, nazmen Türkçeye çevirmiştir. Kendisi de birkaç şiirinde medresede tahsil gördüğünü açıkça söyler.

Yunus, kendinden önce Anadolu’yu etkisi altına alan İran edebiyatı sufiliğine  karşı, Türk edebiyatı sufiliğini oluşturur. Onun millî tarz ve şekilli sufiyane şiirleri, Anadolu’da hızla yayılarak takipçisi olan birçok şair yetiştirir. Aşık Paşa, Eşrefoğlı Abdullah Rumi, İbrahim Gülşeni, Aziz Mahmut Hüdayi ve Said Emre bunların en tanınmışlarıdır. Tanpınar , Yunus Dîvân’ını “Anadolu lehçesinin kendisini idraki” olarak niteler. Yunus Dîvân’ının 14. yüzyılın sonuna kadarki Türk şiirinin ve dilinin havası­nı yansıttığını belirtir.

Yunus, Tapduk Emre adlı Babai şeyhine bağlıdır. Köprülü, Yunus’un Tapduk Emre’ye mürit oluşunu: “Dîvân’ındaki eserlerinden anlaşıldığına göre, uzun müddet Hak yoluna erişmeye çalışmış, fakat bu emeline ancak Tapduk Emre’ye mürit olduktan sonra muvaffak olabilmiştir.” sözleriyle açıklar. Şeyhinin ölümün­den sonra, onun müritleri Yunus Emre’nin etrafına toplanmıştır. Yunus henüz haya­tta iken menkıbeleri bütün Anadolu’ya yayılmıştır.

Bektaşi geleneğinde Yunus Emre’nin hayatı

Bektaşi geleneğine göre: Hacı Bektaş Veli, Anadolu’ya geldiği sırada, orada Seyyid Mahmut Hayrani, Celâlettin Rumi, Hacı İbrahim Sultan  gibi birtakım büyük mutasavvıflar arasında, Emre adlı “kuvvetli velayet sahibi” bir şeyh varmış. Hacı Bektaş’ın daveti üzerine tüm Anadolu erenleri onun yanına gelmişler ancak bu şeyh davete icabet etmemiş. Diğer Anadolu erenleri onun gelmek istemediğini Hacı Bektaş’a bildirmişler. O da, Sarı İsmail ismindeki dervişini gönderip Emre’yi yanına çağırtmış, gelmemesindeki hikmeti sormuş. Emre, perde arkasından çıkan bir elin kendisine nasip verdiğini, hazır bulunduğu o erenler meclisinde Hacı Bektaş adlı bir kimseyi hiç görmediğini söylemiş. Hacı Bektaş Veli, o elin herhangi bir belirtisi olup olmadığını sorunca Emre, avucunda yeşil bir ben gördüğünü söylemiş. O vakit Hacı Bektaş elini uzatmış ve avucundaki yeşil beni hayretle gören Emre, kendisine evvelce el veren mürşidin karşısında bulunduğunu fark etmiş. Tam üç defa hayretle “Tapduk Padişahım!” demiş. İsmi işte o zamandan başlayarak Tapduk Emre olmuş.

Sivrihisar’ın güneyinde Sarıgök adlı bir köy vardır. O köyde doğ­muş Yunus Emre adlı biri varmış. Bu erin mezarı da gene doğduğu yere yakındır. Yunus, ekincilikle geçinir, yoksul bir adammış. Bir sene kıtlık olmuş, Yunus’un yoksulluğu iyice artmış. Son çare, birçok keramet ve inayetini duyduğu Hacı Bektaş Veli’ye gidip yardım istemeyi düşünmüş. Sığırının üstüne bir miktar alıç (yaban elma) koyup dergâha gelmiş. Pir’in ayağına yüz sürerek hediyesini vermiş ve kendisine bir miktar buğday istemiş. Hacı Bektaş Veli, ona iyilikle muamele ederek, birkaç gün dergâhta misafir etmiş. Ancak Yunus geri dönmek için aceleci davranmış. Dervişler Pir’e, Yunus’un acelesini anlatmış. O da, “Buğday mı ister, yoksa erenler himmeti mi?” diye haber göndermiş. Yunus, buğday istemiş. Bunu duyan Hacı Bektaş, tekrar haber göndermiş, “İsterse, o alıcın her tanesine nefes edeyim.” demiş. Yunus buğdayda ısrarcı imiş. Hacı Bektaş üçüncü defa yine haber göndermiş, “İsterse, her çekirdek sayısınca himmet edeyim.” demiş. Yunus tekrar buğdayda ısrar edince artık buğdayı vermişler. Yunus, dergâhtan çıkıp gitmiş ancak biraz yürüdükten sonra, işlediği hatanın büyüklüğünü anlamış, çok pişman olmuş. Derhâl geri dönerek kusurunu itiraf etmiş. O vakit, Hacı Bektaş, onun kilidini Tapduk Emre’ye verdi­ğini, bu yüzden, isterse ona gitmesini söylemiş. Yunus bu cevabı alır almaz derhâl Tapduk dergâhına giderek başına geleni anlatmış; o da, Yunus’u dergâhının odunculuğuna tayin etmiş. Fedakâr derviş, tam 40 yıl bu hizmette bulunmuş, buna rağmen, eğri ve yaş odun getirdiği hiç görülmemiş. Böyle uzun senelerden sonra bir gün, bir erenler meclisi kurulmuş; orada şeyhi ile beraber oduncu Yunus hazır olduğu gibi, Yunus-ı Gûyende adlı pek tanınmış bir ilahici de varmış. Mecliste Tapduk Emre’ye vect hâli gelmiş, “Şevkimiz var, haydi, sen de biraz terennüm et!” diye Yunus-ı Gûyende’ye seslenmiş ancak bunu birkaç kere söylediği hâlde, ondan hiçbir ses çıkmamış. Nihayet, oduncu Yunus’a dönerek “Haydi, artık zamanı geldi, kilidin açıldı; Hacı Bektaş Veli sözü yerine geldi, durma söyle!” demiş. Bunun üzerine Yunus’un perdesi kalkarak kilidi açılmış, derhâl beliğ ve arifane nutuklar, ilahiler söylemeye başlamış.

Menkıbevi ve edebî kişiliği

Gelin tanşık edelim iş kolayın tutalım
Sevelim seviletim dünyâya kimse kalmaz

Anlatılagelen bir menkıbeye göre Tapduk, Doğu’dan Anadolu’ya gelen bir evliyaymış. Softalar geçit vermeyeceğinden güvercin kılığına girmiş, ancak softalar da kartal olup ona saldırmış. Tapduk yaralanıp kanlar içinde yere düşmüş. Kartallar, öldü diye orada bırakıp gitmişler. Yaralı güvercini, bir köylü kadın gelip yerden almış. Evine götürüp yaralarını sarmış, iyileştiğindeyse göğe uçurmuş. Anadolu kadınının himmetiyle iyileşen Tapduk’un ruhu, bütün ülkede bir güvercin gibi uçarmış. Yunus’un anahtarını Hacı Bektaş Veli işte o ulu Tapduk’a göndermiş. Yunus gidip bulmuş Tapduk Emre’yi. Tekkesine girmiş, her gün dağdan odun sırtlayıp getirirmiş ama hiç eğri odun getirmemiş. “Niçin?” diye sorulduğunda “Erenler meclisine eğri bir şey yakışmaz.” diye cevap verirmiş. Tapduk’a ve tekkesine otuz yıl, kırk yıl böyle hizmet etmiş.

Süleyman Şeyhî de Yunus’tan, Tapduk Emre’den, şiirlerinden ve tekkeye taşıdığı odunlardan söz etmiş, Mevlâna Celâlettin Rumi’nin Yunus hakkında, “İlahi menzillerin hangisine çıktımsa bu Türkmen kocasının izini önümde buldum, onu geçemedim.” dediğini rivayet etmiştir. Yunus ile Mevlâna Celâlettin Rumi arasında geçtiği aktarılagelen başka bir rivayete göre, Yunus Emre bir gün karşılaştığı Mevlâna’ya, “Mesnevi’yi sen mi yazdın?” diye sormuş, Mevlâna “Evet.” deyince Yunus, “Uzun yazmışsın. Ben olsam, ‘Et ü kemik büründüm / Yûnus diye göründüm’ derdim.” karşılığını vermiş.

Bir diğer menkıbeye göre Yunus’un 3000 şiiri varmış, softalar bu şiirleri şeriata aykırı buluyormuş. Bir gün Molla Kasım adlı bir softa bunları ele geçirerek 1000 tanesini yakmış, 1000 tanesini suya atmış, kalan 1000 şiiri okurken, “Derviş Yûnus bu sözü eğri büğrü söyleme / Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir” beytine rastlayınca neye uğradığını şaşırmış, Yunus’un büyüklüğünü anlayarak şiirleri yok etmekten vazgeçmiş ve Yunus’un veliliğine inanmış. Böylelikle 1000 şiir kurtulmuş. Halk arasında şöyle denilegelmiş: “Molla Kasım’ın yaktığı şiirleri melekler, suya attığı şiirleri balıklar, yok etmediği şiirleri insanlar okur o zamandan beri.”

Yunus Emre’nin 417 şiirinden 138’i aruz, diğerleri hece ölçüsüyle yazılmıştır. Yunus Emre şiirlerinin ilk kez ne zaman yazıya geçirildiği ve bir divan hâline getirildiği bilinmemektedir. Yunus Emre divanına ait eldeki yazmaların en erkeni olan Bursa nüshası 15. yüzyılın ikinci yarısına, Fatih nüshası tahminen 15. yüzyıla, Nuruosmaniye nüshası ise 1540 yılına aittir. Yunus’un şiirleri semai ve gazel tarzında kaleme alınmıştır. İlahi, nefes veya nutuk başlıkları altında kaydedilen şiirleri farklı birer edebî tür değildir. İlahi, nefes ve nutuk, mutasavvıf şairlerin hak ve hakikatten söyledikleri kelamlardır. Varlıkların her zerresinde Tanrı’yı arayışını coşkun bir şekilde dile getirmiştir. Yunus bu duygu ve bilgiyle olgunlaşıp derinleşen, bazen coşkun bazense rint ve her hâliyle cana yakın görünümde bir derviştir. Yunus, düşünüş ve inanışlarını büyük bir sadelik ve kolaylıkla şiirleştirmeye muvaffak olmuştur.İslami taassubun, üzerinde durmaktan çekindiği birçok mesele ile “cennet, cehennem, sırat” ve benzeri gibi kavramlar, onun en zeki ve en hür düşüncelerine mevzu olmuştur. Derviş geçinenleri ve devlet adamlarını en acımasız şekilde yermiştir. Şiirlerini, önceleri sehl-i mümteni denilen her dilin söyleyemeyeceği bir açıklık ve kolaylıkla terennüm edilmiştir. Yunus Emre’nin “Dîvân“ı dışında bir de “Risâletü’n-Nushiyye” adlı mesnevi türünde kaleme alınmış bir eseri daha vardır.

Ölümü ve etkileri

Yunus Emre’nin doğum ve ölüm tarihiyle ilgili bilgiler farklılık arz etmektedir. Adnan Erzi’nin Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndeki bir yazmaya dayanarak yayımladığı belge, en azından Yunus’un doğumuyla ilgili yorum ve tahminlerden kurtarmıştır. Yazmadaki kayıt şudur: “Vefât-ı Yunus Emre: Müddet-i ömr 82, sene 720”: Bu belgeye istinaden Yunus Emre’nin, 1240 yılında doğduğu ve 82 yıl ömür sürdüğü, 1320 yılında vefat ettiği ileri sürülebilir. Belgedeki tarih aralığının Yunus’un hayat seyriyle isabetli bir şekilde örtüşmesi, belgenin doğruluğunu kuvvetlendirmektedir. Ayrıca, Yunus Emre’nin hayatıyla ilgili kendi kaleminden çıkan yegane kayıt, Risâletü’n Nushiyye adlı mesnevisinde yazım yılının belirtildiği şu beyittir:

Söze tarih yedi yüz yedi idi,
Yunus canı bu yolda feda idi.

Beyitten anlaşıldığına göre Risâletü’n Nushiyye, 1307 yılında tamamlanmıştır. Belgedeki tarihle eserdeki tarih karşılaştırıldığında Yunus’un bu eseri, ölümünden 13 yıl önce nazma çektiği, 67 yaşın olgunluğuyla kaleme aldığı anlaşılır. Mısralarında kendisini “Şairler Kocası” veya “Âşık Kocası” ibareleriyle tanıtan Yunus’un uzun bir ömür sürdüğünü anlıyoruz.

Sultan II. Murat devrinde Osmanlılara esir düşen György adlı bir Macar tarafından yazılan “Tractatus” adlı eserde Yunus’a ait iki ilahi kaydedilmiştir. Bu akıncı ocaklarında ve zaviyelerde besteli Yunus ilahilerinin okunduğunu göstermektedir.

Yunus Emre üzerine yayın ve incelemeler ulusal uyanışın da başlangıç dönemi olan 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarına rastlamaktadır. Divan-ı Âşık Yunus Emre adı altında Yunus şiirlerinin topluca, basılı olarak sunuluşu 1885, 1902 ve 1909 yıllarındadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Yunus Emre üzerine ilk yayınlar II. Meşrutiyet dönemindedir. 1918’de Fuat Köprülü’nün ünlü eseri Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 1911 yılında Fuat Köprülü Türk Yurdu dergisinde, 1913 yılında Rıza Tevfik  Büyük Duygu dergisinde Yunus Emre ile ilgili kaleme aldıkları yazıların bir sonucu olacaktı. Tanınmış Rus şarkiyatçısı Vladimir Gordlesky tarafından yazılan makalelerde, 1920’li yıllarda Türkiye’de çok sayıda insanın, Yunus Emre’nin sadece adını değil, aynı zamanda onun şiirlerini de bildiğini, özellikle, tarikatlara bağlı olan dervişlerin, Yunus Emre şiirlerini ezberden okuduğunu belirtmiştir. Cumhuriyet devrinde Burhan toprak ve Abdulbaki Gölpınarlı’nın derleyip yayınladığı Yunus Emre divanları yayımlanmıştır.

Etkileri

Onun şiirleri, hem içeriği hem biçimi hem de dili itibarıyla musiki ile bütünleşecek özellikteydi. Yunus Emre’nin şiirleri güfte olarak hemen besteleriyle buluştu. Bir ermiş olarak kabul edilip sevilen Yunus Emre’nin ilahilerinin yer aldığı risaleler , kutsal kabul edildi. Yunus kitapları da tıpkı kutsal kitap gibi deri, kumaş gibi mahfazalar içinde korundu. Söz olarak ses olarak nesilden nesile aktarıldı. Kandiller, bayramlar, Cuma geceleri, ramazanlar, teravihler, ölümler, doğumlarda bu ilahiler söylendi. Yahya Kemal’in bir yazısında da belirttiği gibi çocuklar okula başlarken yapılan âmin alaylarında ilk onun ilahilerini duydular. Tarikat ayinlerinde onun ilahileri okundu. Hiçbir tarikat onu kabullenmekte ve benimsemekte bir sıkıntı çekmedi. Halveti, Nakfli, Kadiri, Rufai tarikatlarının yanı sıra Alevi erkanlarında, Bektaşi meydanlarında yine o vardı. Onun ilahileriyle Türk musikisi önemli eserler kazandı. Yunus Emre şiirlerinin bestelenmesi sadece dinî musiki ile sınırlı kalmadı. Bu şiirlerin Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği pop ve rock tarzında bile besteleri yapıldı. Hatta Yunus Emre ilk Türk oratoryosunun da konusu oldu. Ahmet Adnan Saygun tarafından 1942’de, “Yunus Emre Oratoryosu” bestelendi ve geniş bir ilgiye mazhar oldu. Ayla Algan 1969 yılında Yunus’un şiirlerinden oluşan “Bana Seni Gerek Seni” plağını çıkardı. Zekai Dede’den Sadettin Kaynak’a; Muzaffer Ozak’tan Ahmet Hatipoğlu’na Abdullah Dede’den Fehmi Tokay’a, Cüneyt Kosal’dan Selhattin İçli’ye Hacı Faik Bey’den Bekir Sıtkı Sezgin’e, Rıfar Bey’den Ethem Üngör’e kadar onlarca bestekâr onun şiirlerini besteledi.

Türbesi

En eski kaynaklar Yunus Emre’nin mezarının Sivrihisar yakınlarındaki Sarıköy’de olduğu belirtmektir. Sarıköy’deki mezar, Ankara-Eskişehir demir yolu hattının yapımı esnasında 6 Mayıs 1946 tarihinde açılmış, mezardaki kalıntılar geçici bir mezara nakledilmiştir.

Evliya Çelebi Seyahatname’de Yunus Emre’nin mezarının Karaman’da Yunus Emre Cami’nin avlusunda bulunduğunu söyler: “…Keresteci Baba Cami (Yunus Emre Cami)’nde Yunus Emrem hazretlerinin mezarı, Türkçe tasavvufi beyitleri ve ilahi şiirleri ile şöhreti yaygındır…”

Fahreddin Bursavî’nin “Gülzâr-ı İrfân”da da bahsettiğine göre Karamazak türbesinin yanında Yunus Emre ve Âşık Yunus isimli mezarlar bulunmaktadır. Bursavî, Yunus adına iki mezar olmasını halkın yanlış anlaması addetmiştir: “…İnsanların çoğu Âşık Yunus ve Yunus Emre’yi ayrı kişiler zannedip hataya düşmüşler, Yunus Emre ki marifet ve hakikat mertebesinde şeyhi ermiş evliyalardan Tapduk Emre hazretleridir…” Mustafa Tatcı durumu şöyle açıklar: “Âşık Yunus, Bursalı olup H. 843/M. 1439 senesinde vefat etmiştir…. Âşık Yunus’un Bursa’da Kara Abdürrezzak (Karamazak) mahallesindeki kabrinde, Bizim Yunus’a ait bir de makam vardır.”

Yunus’un mezarı ya da makamı, bazı tarihî kaynaklarda veya halk öykülerinde çeşitli yerleşim merkezlerinde gösterilmektedir. Yunus’u çok seven halk, manevi kişiliği dolayısıyla ona birçok makam ve mezar izafe etmiştir: Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy, Karaman’da Yunus Emre Cami avlusu, Bursa, Aksaray ile Kırşehir arası, Ünye, Kula ile Salihli arasında Emre Sultan köyü, Erzurum’un Düzcü köyü, Isparta’nın Gönen ilçesi, Afyon’un Samdılkı ilçesi Sivas’ta bir yol üstü ve Azerbaycan’ın Gah bölgesinin Oncallı kentinde makamları bulunmaktadır.

Eserleri

Dîvân[

Yunus Emre’nin şiirleri burada toplanmıştır. Şiirler aruz ölçüsü ve hece ölçüsüyle yazılmıştır. Fatih nüshası, Nuruosmaniye nüshası, Yahya Efendi nüshası, Karaman nüshası, Balıkesir nüshası, Niyazi Mısri nüshası, Bursa nüshaları bulunmaktadır.

Risâletü’n-Nushiyye

1307’de yazıldığı sanılmaktadır. Eser, mesnevi tarzında yazılmıştır ve 573 beyitten oluşmaktadır. Eser; dini tasavvufi, ahlaki bir kitaptır. Öğütler kitabı anlamına gelmektedir.