Şevket Süreyya Aydemir, meşhur «Tek Adam» kitabında “inkılâpçının vazifesi, toplum düzenini, toplumun temel kanun ve müesseselerini yalnız müşâhede ve tenkid etmek (gözlemek ve eleştirmek) değil, onu yeni baştan kurmaktır” der.
Bu kadarıyla kalınırsa bu bir ihtilâl yahut darbe de olmaz. Lâkin Ş. S. Aydemir de bilir ki M. Kemal’in yaptığı bunun ötesine geçmiştir. Zaten bu yüzden Atatürkçüler inkılâb değil, devirmekten yàni yakıp yıkmaktan mülhem «devrim» kelimesini kullanmayı tercih ederler.
Meselâ Osmanlı’dan miras toplum düzenimiz, örf ve adetlerimizden mülhem kanunlarımız yeni baştan kurulmuş olsaydı, ıslah edilerek yine milletimizin değer yargılarına uyumlu bir düzen kurulabilirdi. Fakat malûmâlileri böyle olmadı. Değer yargılarımıza karşı topyekûn bir savaş açıldı.
Başta dinimiz Din-i mübîn-i İslâm, yobaz devrimcilerce «irtica» olarak yaftalandı. Münevver «aydın» olalı, ziyâ artacağına, bilakis üzerimize karanlıkların zulmeti (sıkıntısı, karanlığı) çöktü.
Mustafa Kemal binlerce yıllık kadim düzeni öyle bir allak bullak etmişti ki, tepetaklak olduk, ne değer yargılarımız, hattâ ne örfümüzden eser kaldı.
Falih Rıfkı Atay, “Görmek için aydınlık ve görülmemek için zulmet (karanlık) lazımdı” der. O hâlde sayın Falih Rıfkı’ya ve muhibbasına sormak lazımdır, “Cumhuriyet’in gölgesinde Osmanlı’yı hatırlamak neyin nesi?” Madem ki ziyâya ihtiyaç var, o hâlde evvelâ gölgeden (zulmetten) çıkmalı değil miydiniz? Yoksa Osmanlı olmadan bir hiç olacak iddialarınız bilinciyle mi bu zulmet tercihiniz?
Tanzimatla birlikte başlayan yozlaşmaya son halini veren bir devrimcidir sizin taptığınız, zerre toz konduramadığınız M. Kemal. Çin’in Mao’su, SSCB’nin Lenin’i gibi değil belki, lâkin onlardan beter bir yıkıcıdır. Öyle ki örfümüzü bile bozmuştur devrimler…
Mustafa Kemal’in Frenk terbiyeli yeni nesilleri bayramlarda ana babalarının ellerini öperken, buse yerine onların ellerini çenelerine vurup alınlarına koyuyorlar. Kim nereden icad etti bu halleri? Sorsanız bileni yok… İmdi belki şu satırlarda bir cevap bulabilirsiniz.
Cumuhuriyet’in kurucu seçkinleri arasında bulunan Falih Rıfkı Atay’ın hatıra türündeki eserlerinden Zeytindağı’nda (kurmaca metinler gibi belirli söylem pratikleri içinde) ürettiği düşüncelerinden yola çıkarak yazarın kendi kimliğini nasıl kurduğunu görebilirsiniz. Onun mantalitesi ile M. Kemal arasındaki fark, çivinin iki cinsi arasındaki ebat farkı gibidir.
Falih Rıfkı’nın hatıraları aracılığıyla kendi kimliğini, geçmiş iktidar yapıları ile mesafesini ve egemen ideoloji karşısındaki tavrını nasıl kurduğu, sonuç olarak hatıraların düzenlenişi, Cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin amaçlarına hizmet edecek biçimde nasıl kodlandığı, temalara ayrıldığı ve kurgulandığı bellidir.
Böylece hatıraların geçmişe dönük bir edebî tür olsa da yazıldığı güncelliğin nasıl bir parçası olduğu mühimdir. Ayrıca Atay’ın eserinden yola çıkarak hatıraların, hem birer kimlik beyanı biçiminde okunabileceği, hem yazarın iktidar söylemlerine nasıl hizmet ettiği görülür.
Hafıza’yı beşer nisyan ile malül imiş. Lakin bendeniz şunu katiyyen biliyorum ki, bütün bu nisyanın (unutkanlığın) devamı için gayret eden iç ve dış güçler var. Bugünkü hal-i pür melâlimiz sebepsiz değil yàni.
Dün bize birer deli gömleği gibi giydirilen devrimlerin bugün hálâ inatçı sahiplerinin olması iddiamızın isbatıdır. 13.06.2024