Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

İNSAN SEVDİĞİNİN ÖLDÜĞÜNÜ YAZAR MI?

Trupm’un kulağına küpe olan kurşunun her insanın sol yanına değip, yaşamı boyunca kendisini hissettirmesi duygusunun ağır bastığı o anılara ‘Sen kimin ne çektiğini bilmezsin..’ dendiği şu vefasız denen dünyanın diğer bir kuralıdır ölüm..

Bu haberin fotoğrafı yok

İNSAN SEVDİĞİNİN ÖLDÜĞÜNÜ YAZAR MI?

Trupm’un kulağına küpe olan kurşunun her insanın sol yanına değip, yaşamı boyunca kendisini hissettirmesi duygusunun ağır bastığı o anılara ‘Sen kimin ne çektiğini bilmezsin..’ dendiği şu vefasız denen dünyanın diğer bir kuralıdır ölüm..
Evet, hepimizin er ya da geç kapısını çalacak olan ölümün adını Corona’ya çevirip, ardından getirilen yasaklarla sosyal hayattan koparılıp, adeta zombileştirip, ağızlara takılan maskelerle sağken öldürülen insanlığın birbirinden iyice koptuğu ve etrafının her geçen gün boşaldığı ve dün sevdikleriyle hiç bitmeyecekmiş sanılan anların sonlanıp, yalnız kaldığımızın farkında mısınız?
Bilemiyorum, ama aslında sadece bir gribal durum olan ama kiminin emperyalist güçlerin oyunu, benim gibilerin ise “derdin insanlık değil, sağlık diasporasının, yani örgütün boşalan kasasını doldurma telaşı” diyerek aşısına karşı çıkıp, reddettiği ve onun sürecinde en güzel anları, hayatı, sevgi ve heyecanı yaşadığım Corona’nın gerek ülkemde, gerekse tüm dünyanın ekonomik enerjisini bitirdiği şu günlerde aldığım iki haberle yerimde kala kalıp bir kez daha yalnız kaldığımı anlıyordum.
Şimdide ‘Üçüncüsü çıkacak’ denen savaşın adını alan kardeşim Savaş’tan önce anneannemi, sonra babaannemi, amcalarımı, teyzelerimi, halalarımı, onca sevdiğimi kaybetmenin acısının biriktiği bir anda dalgasıyım dediğim denizlerin adını alan kardeşim Deniz’i ve nice sevdiğini kaybeden bir gazeteci olarak, diğer bir zorlukta bu acıları yazmak zorunda oluşum diğer bir ağır acı..
Ve o acıları hatırlatan anlar, anılar, arşivlerde bulunan fotoğrafla ve görüntülere rastlamaktan o a-kadı acı ve ağır..
İşte o anılardan, o yazılardan, o fotoğraf ve görüntülerden biri daha karşıma çıkıyor, bir harddisk’i diğerine boşaltıp, Trupm’un kulağına küpe olan o kurşunlardan yediğim sol yanımdaki kalbimin hem heyecanlanıp, hem de bir kez daha üzüldüğünü bir kez daha his ederken..
Evet, önce torunların heyecanına ortak olup, geride bıraktığımız okul tatili heyecanı, sonra kurbanını almaktan bir hayli zorlandığımız bayram tatili diye esir düştüğüm tembelliğin de etkisiyle kaç gündür dışarı çıkmayıp, evimde, balkonumda işimi, haberciliğimi, gündemi yorumlayan düşüncelerimi aktardığım köşe yazımla baş başa kalıp, enerji depolarım diye kendimi kandırırken, gazetecik güdüsünün tetiklemesiyle sanırım yine de durmuyor, yazıyor, yorumluyorum..
Ve art arda yudumladığım çaylarıma, yorulan dizlerimi ısıtan bilgisayarımım tuşlarıyla sevişmekten boş kalmayan parmakların tutmaktan geciktiği için kendiliğinden yanıp, biten ince sigarama uzanırken onca anı, yaşamışlığı anlatan, depolayan harddisk içinde ki o dosya gibi iki yıl önce ele aldığım, ‘İNSAN SEVDİĞİNİN ÖLDÜĞÜNÜ YAZAR MI?’ o yazıda bir anda karşıma çıkıyor..
Az önce baktığım, gördüğüm, izlediğim sol yanımı yaralayan onca yaşanmışın, arşivin arasına sıkışmışçasına karşıma çıkan iki yıl önce ele aldığım o yazıma bakıyorum, göz ucuyla okuyorum..
Ve onca sevdiğimiz insan ve eşyalardan olan bilgisayarımın, hem de bu ekonomik sıkıntılar içine beklenmedik bir anda gözümün önünde bir anda çökmesi sonucu yeni aldığım, ikinci mi, üçüncü el mi diye bilmediğim toplama yeni bilgisayarıma bir çok anının yanında arşivlerimin, şifrelerimin, bilgilerin olduğu harddiskte bulduğum o yazının devamını okurken ‘Önce sınıf arkadaşım Mikail Kaya’yı ardından dostum Güven Kotan’ı kaybettiğimin haberini aldım…’ diye başladığımı görünce ‘Vay be iki yıl olmuş’ diyerek dizlerimi yakan yeni bilgisayarın yüreğimi yaktığını da anlıyorum, sıkışan sol yanımdaki ince acıyla..
Evet, kapımızı çalmadan önce bize doğru geldiğini, her duyduğumuz ölüm haberi ile anlamak istemesekte, bizi sağken öldüren onca olumsuz haberleri belki de korkudan görmezden gelip, anlamak istemesekte ölümün bir gerçek olduğunu, doğanın değişmez ve önlenemez kuralı ve fiziksel hayatı sonlandıran kuralı olduğunu da çok konuşmaz, hatırlamaz, akla getirmek istemeyiz..
Çünkü daha dün gibi iki yıl önce İstanbul’un denize sahil olan ama kimsenin denizine giremediği Avcılar ilçesinde aldığım bir haberle önce sınıf arkadaşım Mikail Kaya’yı sonra Kocaeli’nin sahil kenti, turistik ilçesi olması gerekirken, gerek gelişi güzel yapılaşma yüzünden, gerekse kent içinde kalan fabrikalar yüzünden iyiden iyiye daralan Darıca’dan iki kara haber almış, bir hayli üzülerek acımı anlatan bir yazı daha yazdığımı hatırlıyorum.
Ve onca yaşanmışın arşivlendiği harddistkte ki o yazıyı okumaya devam ederken, görmekten yorulan gözlerimi dolduran yaşları saklama telaşı ile ‘Halbuki beni en son kaç gün önce aramıştı?’ diye telefonumun rehberine baktığımda hatırlıyorum.
Ve, ‘bir yıldız gibi bir anda kayıp, giden kaybettiklerim gibi dostum, hemşeri canlısı, sosyal hayatın renkli siması, iş insanı, en güzel günlerini torunlarıyla geçiren abim, dostum, arkadaşım, sırdaşım Güven Kotan’ın o çok yorulan kalbinin durması sonucu fiziksel hayata son verip, aramızdan ayrılarak ruhlar dünyasına uçtuğunun kara haberi aldım.’ satılarını okumaya devan ediyorum, gözlerimde yeniden biriken yaşları serbest bırakıp, sıkışan göğsümü rahatlatma adın zoraki bir nefes alırken.
Ve daha bir kaç ay önce hem de ben ve hiç bir kimsenin beklemediği bir yaşta aynı rahatsızlık sonucu, Kotan dostum gibi Coronanın aşıları yüzünden denen pıhtı atması sonucu kalbinin durmasıyla hayata gözlerini yuman, son beşiğimiz, en küçük kardeşim Deniz’in acısını unutmaya, o atmosferden ayrılmaya çalıştığım bir anda..
Ve yakınımda, hemen şurada, memleketime bir türlü gelemeyen, İstanbul’daki evimin balkonunun altında her 15 dakikada bir geçen geçen kara trene binsem hemen gideceğim ama kala kalıyorum, iyiden iyiye sıkışan yorgun kalbim ve çöken dizlerimle birlikte..
Çünkü daha dün gibi “Tamam abi geldiğimde seni arayacağım, çay içeriz” deyip, araya bayramın, seyranın girdiği şu kaç gün önce telefonla görüşüp, sesini duyduğum onca dostumdan biri olan Güven Kotanı, arkadaşım Serhat Kotan’ın babasını çevremde olan sevdiklerimden birini daha üzülerek, hem de daha dün gibi gelen ama ‘Vay be zamana bak’ diyerek Kotanı’ı iki yıl önce kaybettiğimi duymuş Harddistekilerin yanında kalbimdeki arşivdekiler gibi onun için bu yazıyı yazdığımı hatırlıyordum.
İşte tam da bu anda babamın ölümünde cenazesinden önce matbaamda gizli, gizli ağlayarak verdiğim ölüm haberini, iki kardeşim Savaş ve Deniz’in beklenmedik anda bizi bırakıp, sonsuz denen dünyaya gitmeleriyle ilgili haber ve yorumları ve bu yaşa gelene kadar, 36 yılı bulan gazetecilik hayatım boyunca nice insanı, yakını, dostu, eşi, arkadaşı kaybettiğimi gözümden akan son bir damla yaşı silmeye çalışırken “İnsan sevdiğinin öldüğünü yazar mı?” diye kendi kendime soruyor, cevabını benden daha acılı olan sizlere bir kez daha bırakıyordum…
Belki de, ‘Aslında cesaretini toplayıp, bana diyebilirsin artık zevk vermiyor. Seninle iletişimde olmak.. O zaman bende vazgeçerim yazmaya. Gerçekten birbirimize söyleyecek bir şey kalmadı gibi görünüyor..’ diyen satırları okurken ‘Belki de’ diye son noktayı koymak mı ve bu, ‘dolu dolu’ geçtiğini sandığımız ama her yeni kayıpla ‘Aaaa boş dünya’ diyerek..