Kastamonu köyleri lavanta kokacak
“GÜNÜMÜZ çağdaş ekonomilerinde yönetim biçimi ne olursa olsun tüm ulus devletlerinin üç temel sorunu vardır; enflasyonun dizginlenmesi, işsizliğin önlenmesi, üretim ve büyüme. Söz konusu üç sorunun üstesinden gelebilmek için hükümetler, adına “makroekonomik politika” denilen bir araçtan yararlanırlar. Makroekonomik politika temel olarak enflasyonun nasıl kontrol altında tutulacağından, işsizliğin hangi politika araçlarıyla önlenebileceği ve nihayetinde ekonominin bir bütün olarak bir takvim yılı içerisinde üretmiş olduğu gayrı safi katma değerin bir önceki yıla kıyasla nasıl artırılacağı sorularına yanıt bulmaya çalışır. Her biri bir diğerinin hazırlayıcısı ya da sonucu olduğu, bileşik kaplar görünümünde olan bu durumda üretim ve büyüme olgusu söz konusu bileşenlerin en önemlisi olarak kabul edilebilir. Zira her bir yıl için hedeflenen üretim miktarının bir önceki takvim yılına göre -enflasyondan arındırılmış rakamlarla- daha fazla olması, yeni iş olanaklarının yaratılması anlamına gelmekte, şayet parasal açıdan disiplinden uzaklaşılmadı ise enflasyon arzulanan değerlerin üzerine çıkmamaktadır. Böylece üretim artarken, kişi başına gayri safi katma değer yükselmektedir. Böylesi bir durum yeni istihdam olanaklarının yaratılmasını ve işsiz sayısının da azalması sonucunu doğurmaktadır.
Türkiye 1950’li yıllardan günümüze gelişmekte olan bir ülke statüsünde değerlendirilmektedir. Geçen 70 yıllık süreçte orta gelir tuzağı adı verilen durumdan kurtulunamamış olunmasının temelinde doğru ve sürdürülebilir makroekonomik politikaların uygulanamamış olmasının önemli bir rol oynadığı, konu uzmanlarının üzerinde uzlaşmış oldukları bir durumdur.
Günümüz Türkiye’sinin orta gelir tuzağından kurtulması için katma değeri yüksek ürünler üretilmesi ve bunların yalnızca ulusal pazarlarda değil, aynı zamanda uluslararası pazarlarda da satılması zorunlu görülmektedir. Böylece ülkeye döviz girdisi sağlanmış olacak, gerek enflasyonun dizginlenmesi, gerek işsizliğin önlenmesi ve gerekse de üretim artışı sağlanarak ulusal ekonominin topyekûn büyütülmesi ve sosyal refah artışı olanaklı olacaktır. Ancak bir tümceye sığan bu sonucu almak yazıldığı kadar kolay değildir. Zira teknoloji üretemeyen, genç nüfusunu çağdaş bir anlayışla eğitemeyen ülkelerin kişi başı gayri safi katma değerleri ve buna bağlı gönüllü tasarruf eğilimleri düşük gerçekleşmektedir. Böylesi bir gerçeklik sermaye üretim faktörünün kıt, kredi faizlerinin ise yüksek olması sonucunu da beraberinde getirmektedir. Önceki tümcede anlatılan durum özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin temel sorunlarının başında gelmektedir. Bu nedenle benzer sorunlarla karşı karşıya olan ülkelerin dış satımda rekabet olanakları özellikle de katma değerli teknoloji ürünlerinde hemen hemen hiç yoktur.
Ülkelerin yüz yüze olduğu temel ekonomik sorunların yanı sıra bazı yapısal sorunları da vardır. Bu sorunlar temel ekonomik sorunların sonuçları olarak karşımıza çıkmaktadır. Özlüce gelir dağılımındaki adaletsizlik, bölgeler arası gelişmişlik farkları, yaşam kalitesi açısından kent-köy arasındaki uçurumlar bunlardan yalnızca bir kaçıdır.
Turizm olgusu, önceki paragraflarda vurgulanan olumsuzlukların aşılarak arzu edilen büyümenin ve sosyal refahın sağlanmasında en önemli öncüllerinden birisidir. Zira turizm aracılığıyla bir ülkenin yada bölgenin sahip olduğu güneş, deniz, boğaz, göl, akarsu, yayla ve doğal peyzaj gibi serbest mallar, gelenek ve görenekler gibi sosyal değerler sağlamış oldukları çekim güçleriyle turistik birer ürüne ve ekonomik değerlere dönüşmektedirler. Turizm olayının sağlamış olduğu ekonomik kazanımlar bir ülkenin/bölgenin kalkınmasında diğer hiçbir sektörün sağlayamadığı bir etki yapmaktadır. Dahası turizm, salgın hastalık ve/ya doğal afetlerin yol açtığı olumsuz koşulların göz ardı edildiği bir bakış açısıyla son yirmi yılda istikrarlı büyüyen tek sektör niteliği taşımaktadır. Önceki yılın Aralık ayında Çin’in Vuhan kentinde başlayıp, hızla tüm Dünya’ya yayılan Covid-19 Pandemisi 2020 yılındaki uluslararası turist varışlarını olumsuz etkilemiş ve son yılların en dramatik talep düşüşüne yol açmıştır. Ancak 2021 yılının başlarında geliştirilen aşılar, bu yılın ortalarından itibaren turizmin yeniden en gözde işkollarından birisi olmasına kesin gözüyle bakılmaktadır.
Kastamonu Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü üçüncü büyük vilayeti, Amasya ve Manisa’yla birlikte üç şehzade şehrinden biridir. Ancak günümüz Kastamonu’su Osmanlı Dönemi’ndeki ekonomik, sosyal, kültürel ve politik açıdan görkemli günlerinden çok uzak olup birçok yapısal sorunla karşı karşıyadır. Kastamonu topraklarının engebeli, çok parçalı ve küçük parsellerden oluşması, hüküm süren karasal mevsim ve benzeri koşullar katma değeri yüksek tarım ürünlerinin elde edilmesini olanaksızlaştırmaktadır. Sayılan nedenlerle Kastamonu’nun genç, devingen ve girişimci nüfusu, Cumhuriyetin ilanından günümüze büyük şehirlere göç etmek zorunda kalmıştır. Sayılan bu etmenlere bir de ulaşım sorunlarının eklenmesiyle il Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Endeksi (SEGE) sıralamasında 47. sıraya gerilemiştir.
Önceki paragrafta anlatılan olumsuzluklara karşın Kastamonu, sahip olduğu doğal güzellikler, iklimsel ve coğrafi koşullar, somut ve somut olmayan miras vb. etmenlerle dört mevsim turizm etkinliğinin yapılabileceği ender varış noktalarından biridir. Dahası Kastamonu’nun gerek siyasal, gerek sivil toplum, gerekse de kanaat önderlerinin kentin makûs kaderinin turizmle aşılabileceği konusunda bir uzlaşı içerisinde oldukları görülmektedir. Böylesi bir uzlaşı ilde, son yıllarda marka bir varış noktası olmak adına örgütlü çabaları da beraberinde getirmiştir. Vali, belediye başkanı, meslek odası başkanları ve sivil toplum örgütleri bu çabalara çok yönlü katkılar sağlamaktadırlar. Örneğin belediye kent merkezindeki tarihi konakları satın almakta, restore etmekte ve yap-işlet-devret yöntemiyle kiraya vermektedir. Kastamonu Valiliği, belediyenin geliştirmiş olduğu sokak sağlıklaştırma çabalarına il özel dairesi bütçesinden kaynak aktarmış böylelikle il merkezinde turizm için alt ve üst yapı büyük ölçüde tamamlanmıştır. Bununla birlikte Kastamonu’nun marka bir varış noktası olması için sayılan çabalar yeterli gelmemiş ve elde edilen iyimser eğilime karşın arzu edilen sayıda turist ziyareti gerçekleşmemiştir.
Kastamonu’nun turizm açısından marka bir varış noktası olabilmesi için Valilik ve Belediye dışında da bir çok kurum, kuruluş ve birey çok zaman birbirinden bağımsız ya da eşgüdümlü bir çok çabayı eş anlı olarak sürdürmektedir. Kastamonu Üniversitesi özellikle turizm fakültesi aracılığıyla söz konusu kurumlar içerisinde önemli bir yere ve öneme sahiptir. Eğitim ve öğretim hizmetlerine 2011-2012 ders yılında başlayan Kastamonu Üniversitesi Turizm Fakültesi gerek kurumsal anlamda, gerekse de bünyesinde barındırdığı öğretim elemanları aracılığıyla bir çok araştırma projesi ve bilimsel çabalarla Kastamonu’nun marka bir varış noktası olabilmesi için var gücüyle çalışmaktadır. Zira Kastamonu sahip olduğu iklimsel ve coğrafi koşullar, somut ve somut olmayan kültürel miras dört mevsim turizm etkinliğine olanak tanımaktadır. Üstat Küçük’ün ifadesiyle “Kastamonu geleneğin gölgesinde binlerce yıllık tarihe yaslanmış, Anadolu Coğrafyası’nda zümrüt yeşili Ilgaz ve Küre Dağları arasında yitik bir hazine gibi durmaktadır”. Ancak bu olanaklar lavanta bitkisinin yaratacağı çekim gücü kadar etkili olamamıştır. Nitekim Isparta ilimizin Keçiborlu ilçesine bağlı Kuyucak köyü yılda 750.000 turisti köye çeker iken, Kastamonu’yu ziyaret eden kişi sayısı hala yıllık 500.000’in altındadır.
Turizm Fakültesi öğretim üyelerinden Dr. Aydoğan Aydoğdu, Kastamonu turizminin markalaşması çabalarını çok yönlü yürüten neferlerden bir tanesidir. Dr. Aydoğdu, 2011 yılından günümüze yapmış olduğu onlarca araştırma ve incelemede Kastamonu’nun yapısal sorunlarına ve turizmine değin derin bir bilgi ve deneyime sahip olmuştur. Aydoğdu söz konusu bilgi ve deneyimini bir çok bilimsel ve sosyal sorumluluk projelerinde kullanarak ilin sorunlarına çözüm bulunması için de kullanıma sunmaktadır. Dr. Aydoğdu’ya göre Kastamonu’nun makûs kaderinin değiştirilmesinde turizm anahtar bir role sahiptir. Ancak ortaya konan tüm çaba ve eylemler Kastamonu’ya yönelik kitlesel bir turizm hareketini başlatmaya yetmemiştir. Bu yetmezliğin temelinde ise tanıtım çabalarının hâlâ istenen düzeye erişememiş olması gerçeği yatmaktadır.
Kastamonu’da harcanan onca çaba ve harcamaya karşın kabul edilen turist sayılarında istenilen düzeye ulaşılamamış olması tartışmalarını sonlandıracak bir açılım yine Dr. Aydoğdu tarafından ortaya atıldı. Dr. Aydoğdu’nun Kastamonu topografyası, iklim ve diğer jeomorfolojisine çok uygun olduğunu ifade ettiği lavanta bitkisi, turistik açıdan da çok önemli bir çekim gücüne sahip. Bu gerçeklikten hareketle Dr. Aydoğdu geçtiğimiz yılın Nisan ayında rol model olmak amacıyla lavanta dikerek “Kastamonu Köyleri Lavanta Kokacak, Kastamonu Kırsalı Lavanta Turizmiyle Kalkınacak” sloganıyla bir proje başlattı. Başlatmış olduğu projesini öncelikli hedef kitle olan Kastamonu çiftçisine duyurmayı amaçlayan Aydoğdu sosyal medyanın gücüyle bu amacına ulaştı. Çok geçmeden Anadolu Ajansı Kastamonu Temsilcisi Özgür Alantor’un röportaj haberi yerel ve ulusal basında geniş yankı buldu. Günümüzde aralarında Pınarbaşı Belediyesi, Taşköprü Yerel Eylem Grubu (YEG) Derneği, Taşköprü Köy-Üret Kadın Girişimciler Kooperatifi, Cide YEG Derneği, Araç YEG Derneği gibi Sivil Toplum Kuruluşları’nın yanı sıra İzbeli Çiftliği, Oğuzbalaban Çiftliği gibi kurumsal, Hüseyin Tabak (Araç), Galip Süzen Arı Yetiştiriciliği (Merkez Koruköy), Eray Özer Kozalı (Merkez Emirler Köyü) gibi gerçek kişilerin dikim yaptığı geniş bir aileye ulaşılmış oldu. Bununla birlikte Kastamonu’da lavanta üretimine yönelik ilgi her geçen gün artmakta ve yıl sonuna dek 100 dekarı aşkın bir lavanta ekim alanına ulaşması beklenmektedir.
Kastamonu’nun deniz kıyısındaki ilçe ve köyleri, doğal göl, baraj gölü ya da sulama bentlerinin oluşturduğu göletlere haki tarlalarda dikilecek lavanta bitkisi var olan doğal peyzaja doyumsuz bir cazibe ekleyecek potansiyeli bünyesinde barındırmaktadır.
Söz konusu çekim gücünün yaratılması olası diğer yerler ise orman içi açıklıklar, dere, şelale ve özellikle de bozulmamış kırsal mirasın yoğun olduğu dağ köyleridir.
Söz konusu yerlerin dışında Pınarbaşı ilçemizin Horma Kanyonu havzası, Daday ilçemizin Yumurtacı ve Taşköprü ilçemizin Küçüksu Göleti çevreleri, Cide ilçemiz Çayyaka koyu, Karaçomak Barajı havzası, Tuzaklı Göleti havzası, Abana, Bozkurt, Cide, Çatalzeytin, Doğanyurt ve İnebolu ilçelerimizin deniz gören açıklık ve köyleri Lavanta Turizmi’nin en verimli yapılabileceği yerler olarak değerlendirilmektedir. Her biri Doğa ve Kırsal Turizm olgusunun bileşenleri olan bu çekicilikler Kastamonu’nun marka bir varış olması hedefini destekleyen değerler olarak kabul edilmektedir.
Lavanta “Lamiaceae” familyasına ait tıbbi ve aromatik (hoş kokulu) bir bitkidir. Yarı çalımsı bir forma sahip olan lavanta bir metreye kadar boylanabilmektedir. Dünya’da genellikle Akdeniz bölgelerinde yetişen lavantanın 39 türü bulunmaktadır. Lavanta, her zaman yeşil, çok yıllık bir Akdeniz kuşağı bitkisidir. Lavantanın doğal yaşam alanı, deniz seviyesinden 600-2000 metre yükseklikteki yerlerdir. Kültür bitkisi olarak Fransa, İtalya, İspanya, Bulgaristan, Moldova, Rusya, Ukrayna, Tacikistan ve Gürcistan’da yetiştirilmektedir.
Lavanta, hafif, havalanmış ve besin maddelerince zengin topraklarda en iyi gelişir. Bunlar bayır ve dağ yamaçlarında alkali ve nötr reaksiyonlu olan kumlu ve taşlı topraklardır. Asitli, ağır, killi topraklar ve taban suyu yüksek alanlar lavanta yetiştirmek için uygun değildir. Lavanta, sıcağı seven ve sıcaklığa ihtiyaç duyan bir bitkidir. Ortalama 230-245 gün devam eden vejetasyon süresince 3600 °C toplam sıcaklığa ihtiyaç duyar. Lavanta aynı zamanda soğuğa da dayanıklı bir bitkidir. Çok yıllık dalları -26 ila 30 °C’ye kadar dayanmaktadır. İlkbaharda günlük ortalama sıcaklıklar 7-8 °C üzerinde olduğunda yeni sürgünler ve yapraklar gelişir. Bu aşama düşük rakımlarda Nisan ayının ilk 10 gününde, yükseklerde ise ortasında başlamaktadır. Her sürgünde beş ila on çift yeni yaprak oluşarak yararlandığımız kısımların beslenmesinde önemli rol oynar. Yeni yapraklar; ilkbahar ve sonbahar olmak üzere yılda iki kez oluşmaktadır. Lavantanın bu özelliğinden dolayı yapraklar daima yeşildirler. Vejetasyon başlangıcından çiçeklenme başlangıcına kadar olan dönemdeki yağışlar, bitkinin daha iyi gelişmesine yardımcı olmaktadır. Çiçeklenme dönemindeki sakin, kuru ve güneşli havalarda ise eterik (uçucu) yağ miktarı artmaktadır.
Sayılan bu özellikler temel alındığında lavanta yetiştiriciliğinin Kastamonu coğrafyasına ne ölçüde uygun olduğu kolaylıkla anlaşılabilir.
Lavanta yalnızca bir kültür bitkisi olmayıp, çok güçlü bir çekim gücüne sahip turistik ürün olarak da değerlendirilebilmektedir. Lavanta Turizmi en yoğun olarak Fransa’nın güneydoğusunda bulunan Provence Bölgesi’nde yapılmaktadır. Akdeniz’e kıyı bölgesi bulunan Provence, 19. yüzyılı başlarında lavantanın merkezi unvanını almış olup şu an bölgede lavanta yetiştiriciliği devam etmektedir.
Lavanta Turizmi, bitkinin çiçeklenme dönemi olan Haziran ortalarından Eylül ayı sonuna dek süren bir takvime sahiptir. Lavanta sezonunun uzatılması için İngiliz Lavantası olarak bilinen Lavandula Angustifolia ile lavandin türü olan Lavandula Intermedia bitkisinin eşit oranlarda dikimi önerilebilir. Çünkü bu iki farklı türün çiçeklenme dönemleri farklıdır. Böylece lavantanın yüksek çekim gücü süre olarak da uzatılmış ve daha çok turist ağırlama olanağına kavuşulmuş olacaktır.
Ülkemizde lavanta üretiminin öncüsü Isparta’nın Keçiborlu ilçesine bağlı Kuyucak köyüdür. Fransızların yörede kurulumuna öncülük ettikleri gülyağı fabrikasının sahibi Osman Zeki Konur bir Fransa gezisi sonrasında kendisine hediye edilen 150 adet lavanta fidesini Türkiye’ye getirir. Getirdiği lavanta fidelerini tesisinin çalışanlarından Nihat ve Nail Yılmaz kardeşlerin aracılığıyla 15 aileye onar adet dağıtarak toprakla buluşmalarını sağlamış olur. İlk başlarda bahçe süsü ve çeşitli görsel amaçlar için kullanılmıştır. Lavanta Kuyucak’ta kâr amacıyla 1990 yılından sonra yetiştirilmeye başlanmıştır.
Yaklaşık 25 yıl tıbbi ve aromatik bitki olarak yetiştirilen lavantanın yanında arı yetiştiriciliği ve bal üretimi etkinlikleri de başlamıştır. Arıcılık konusunda uzmanlaşan yöre sakinlerinden Ziya Doğan bir web sayfası hazırlayarak üretmiş olduğu balı doğrudan pazarlamaya başlıyor. Bu çaba basının ilgisini çekmekte gecikmiyor. O zamanlar Hürriyet’te yazan Yusuf Yavuz, 19 Mart 2012 tarihli Hürriyet Akdeniz ekinde “Bu Köy Lavantada Fransa’ya Rakip” dokuz sütuna manşet haberiyle tüm gözlerin Kuyucak köyüne dönmesi sonucunu da beraberinde getiriyor. Öyle ki aralarında National Geografic’in de bulunduğu bir çok ulusal ve uluslararası basın kuruluşu Kuyucak’a adeta akın ediyor. Türk Hava Ulaştırma Sektörü öncülerinden Onur Havayolları Onair Uçak İçi Magazin Eylül 2014 sayısında Yakın Plan “Lavanta Hasadı” konusuyla Kuyucak ve lavantaya geniş yer vermiştir. Ayrıca yerel gazeteler, ulusal televizyon ve gazeteler Kuyucak köyündeki lavanta üretimi ve hepatit başta olmak üzere çeşitli sinir hastalıkları iyileştiren lavanta balına yer vermeyi sürdürmüşler ve köye yönelik turistik ilgi başlamış oldu.
Köyün özellikle son beş yılda çok ünlenmesi ve bir milyona yakın turist çekmesi, Ardıçlı, Aydoğmuş, Çukurören, Güneykent ve Kılıç gibi komşu köylerinde lavanta üretimini özendirmiştir. Ülkemizde Lavanta Turizmi yapılan diğer önemli yerleşke, Burdur iline bağlı Yeşilova ilçesidir. İlçe merkezinde yer alan ve Türkiye’nin Maldivleri olarak adlandırılan Salda Gölü çevresinde de lavanta kültürü yapılmaktadır. Yeşilova’nın lavanta turizmiyle anılmasında önemli rolü olan iki köyü sırasıyla Akçaköy ve Karakent’tir. Akçaköy ve Karakent’in lavanta üretimiyle tanışması aile fertlerinden üçünü kanser hastalığı nedeniyle kaybeden Veteriner Hekim Öztürk Sarıca’nın yaşama geçirdiği Lisinia Projesi sayesinde olduğunu kayda geçirmekte yarar vardır.
Yaklaşık altı yıl önce Kuyucak köyüne yönelik başlayan turistik talep ilk yıllarda birkaç binden 2019 yılında 750.000 turiste ulaşmıştır.
Haziran ayının ortalarında başlayıp, Ağustos başına dek süren bu ilgi beraberinde turizm ekonomisinin tüm bileşenlerinin de yaşama geçirmiştir. Kuyucak köyünde başlayan turizm etkinlikleri öncelikle lavanta bitkisinin başta çiçek demetlerinin ticarileştirilmesi olmak üzere, uçucu yağı, suyu ve kuru çiçeklerinin (tohumlarının) keseciklere dönüştürülmesi sonucunu doğurmuştur. Bu çabaları lavanta çayı, reçeli, kahvesi, lokumu, dondurması, gazozu, muhallebisi, kremi, sabunu, şampuanı, duş jeli, kolonyası, mumu gibi yaklaşık elli türevin üretilerek ziyaretçilere satışı izlemiştir.
Kuyucak’a yönelik lavanta tercihli turistik talep beraberinde ev pansiyonculuğu, lokanta, cafe ve taksi işletmelerinin de gelişmesini sağlamıştır. Köy muhtarı Gürol Yılmaz’ın tahminlerine göre Kuyucak köyünün yıllık kazancı 25 milyon TL civarındadır.
Anlatılanların Kastamonu kırsalında gerçekleşme olasılığının Kuyucak’ın turistik açıdan bir marka varış noktası olması sürecinden daha kısa sürede olanaklı olduğunu söylemek hiç de iddialı bir sav olarak görülmemektedir. Öznel çabaların kamu, özel sektör ve STK’lar tarafından desteklenmesiyle gerçeğe dönüşme sürecinin daha da kısalacağını ifade etmek gerekir. Böylece, bu yazının başında vurgulanan temel ve yapısal sorunların turizm ile çok kolay aşılabileceği, kırsalın hızla kalkınarak kentle arasındaki gerek ekonomik gelir uçurumunu, gerekse de gelişmişlik farklarını çok kısa bir sürede giderebileceği gönül rahatlığıyla ifade edilebilir. Hedef üç yıl içerisinde üç milyon lavanta turisti olmalıdır.
Özlüce “Kastamonu Köyleri Lavanta Kokacak, Kastamonu Kırsalı Lavanta Turizmiyle Kalkınacak” yalnızca Dr. Aydoğdu’nun ilkesi olmamalı Kastamonu’nun her bir ferdi tarafından sahiplenilmelidir.