Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı “Sultanahmet’ten manzaralar… Tarih kaçak katların gölgesinde” başlıklı bir yazı ile İstanbul’un hal-i pür melâlini kendi uzmanlık alanındaki rezaletlerle dile getirmiş.
Şöyle diyor yazısının bir yerinde:
“Sultanahmet Meydanı’ndaki çirkin binaların dış cepheleri ele alınmalıdır. Kaçak katların derhal tasfiyesi gerekir. Birçoğu zaten kanun dışı yollarla bu hale getirilmiştir. Ayrıca Suriçi’nde kalan ve Aksaray’a kadar uzanan bölgede parası ödenerek istimlaklara başlanması gerekir. Bir memleketin şerefi, onun tarihi alanlarına ve abidelerine göstereceği hürmetle ölçülür. (……..) İstanbul’da böyle bir reaksiyon yok. Olmadığı için de çoğu bu şehirde doğmayan, İstanbul’un değerini anlamayan idareciler tarafından bu tahribata göz yumuyorlar. ‘Büyük şehir’, laubali yönetmek ve buradaki kanunsuz çıkışlara göz yumma hakkı kimsede yoktur.”
Efendim bendeniz de Paris’te şahid olmuştum. Orada uzun yıllar yaşamış bir arkadaşımla dolaşıyorduk. Charles de Gaulle Meydanı’nı geçiyoruz. Şanzelize Caddesi’nin batı kısmında yer alan Fransızların Etol (Etoile) yàni Zafer Takı dedikleri abideye doğru gidiyoruz.
Aramızdaki sohbetin konusu kentin tarihi dokusuna gelince arkadaşım bir ah çekerek dedi ki, “Ercan ağabey inanırmısın az önce dolaştığımız ana caddelerin iki yanındaki kaldırım taşları bile orjinaldir, yàni tarihi bir geçmişi vardır. Hattâ XVI. Lui’nin ayak bastığı taşlar bile vardır aralarında…”
İç çekme sırası bana gelmişti. “Ah kardeşim bendeniz de birkaç sene önce İstanbul’un ünlü Cagaloğlu caddesinde yürüyordum. Gençliğimden hatırladığım arnavut taşı döşemeli cadde yok olmuştu. (Eski) Hürriyet Gazetesi binası karşısındaki Osmanlı eseri (Cağaloğlu) Cezeri Kasım Paşa Câmiini İnönü devrinde yıkmışlar ve merhum Özal yeniden inşá ettirmiş aslına uygun olarak. Ve daha ne tahribatlar…”
Merhum üstad Mehmet Şevket Eygi, İstanbul doğumlu olmayan gerçek bir İstanbulluydu. Tam bir İstanbul beyefendisiydi ve bu tarihî şehire en ziyâde kıymet verenlerdendi. Kendisiyle yapılmış bir röportajda şöyle diyordu:
− Nefs-i İstanbul’a, suriçine teyzeniz Cağaloğlu’na taşındıktan sonra mı gidip gelmeye başladınız?
− Efendim şimdi şöyle: O zaman tabiî şimdiki gibi ufkum geniş değildi. Gidicem de efendim, yok şu camiyi, şu türbeyi, yok şu kabir taşını inceleyeceğim! Yine de eski İstanbul’u hatırlıyorum. Meselâ Yerebatan Sarnıcı’nın üzeri eski zaman evleriyle doluydu yakın zamana kadar. Tramvayla geçerken -hiç unutmam- Recep Tanaçar adında bir köftecinin kocaman ilânını görürdüm. Divanyolu’nun iki tarafı eski konaklarla doluydu. İstanbul Erkek Lisesi civarı da öyle… Onların hepsi kayboldu. Bugün zannediyorum Cağaloğlu’nda ikamet eden bir tek aile kalmamıştır. O zaman Çemberlitaş’la Nuruosmaniye arasında manavlar, balıkçılar, ciğerciler, turşucular vardı. (……..) O eski Sirkeci’yi düşünüyorum. Hayal gibi… Çok da az resim çekmişler. Keşke efendim, bütün eski İstanbul’u teker teker resimlemiş olsalardı.”
Ah İstanbul, vah İstanbul. Yazı uzamasın diye daha nice sun’î afetleri atladığımı söylemek zâhid olur.. Keşke birileri de çıkıp İstanbul’un bu tarihî dokusunun kimler tarafından niçin ve nasıl tahrip edildiğine dair mufassal bir kitap telif etse.
Konu hakkında cesur bir kalemin elinden çıkacak böylesi bir eser ne kadar da ibretamiz olurdu değil mi? Bunlar yapılmaz ise, korkarım ki CHP’li belediye eliyle İstanbul taammüden tarihinden tam tekmil koparılacak… 20.09.2021
YORUMLAR