İnsan hayatının evreleri de duyguları gibi inişli çıkışlı değil midir? Duyguları belirleyen ana faktör, bu iniş çıkışlı dönemler mi yoksa hayata dair grafik eğrisiyle tarifi yapılan duygularımız mı hayatımıza yön vermekte? Öyle zamanlar vardır ki hiç bitmesin istersiniz, ancak bitecektir. Zira her fani gibi zamanda bir bakıma fani değil mi? Hayat düzlemi içinde ömrümüzü tamamlarken içine ne doldurduğumuz da esas olmuyor mu? İşte her şeyin rengini, ister gönüllü ister zoraki olsun, ömür zincirine eklediğimiz halkalar ve yaşananlarla örüyoruz.
Evet, en bitmesini istemediğimiz güzel zamanlar da bitmeye mahkûm, zamanın acımasızlığı karşısında. Tıpkı güzellik, gençlik, ömür, neşe, aşk, zevk ve heyecanlar gibi. En bitmeyen acılı yorucu zamanlar da geçmeye mecbur hayat gerçekliği karşısında. Ölüm, kaza, ayrılık, hastalık, vefasızlık ve haksızlıklara uğramak gibi!
Öyle zamanlar vardır ki yaşanmışlıklara dair; aynen altın hükmünde. Her bir anının hiç bitmesini istemediğiniz, yaşandıkça tekrarlanmasını istediğiniz. Hissettiğiniz duygu cümbüşünün asırlarca sürmesini talep ettiğiniz. Değerinize değer katan, manevi atmosferinizi zenginleştiren, ruhunuza serinlik veren ve sizi çoğaltan yaşanmışlıklardır bunlar. Üretici olan, sizi yükseklere taşıyan ve ruhunuzu okşayan zamanlar. Her kişi ile yaşayamadığınız gibi her zamanda yaşayamazsınız. Bulmuşsanız bu türden istisna güzellikleri yaşayacak ve yaşatacak; kişi, ortam, meslek, olay veya duyguları, altın gibi kıymet vermeniz menfaatiniz icabı olacaktır. Yoksa sizi çabuk terkeder bu güzellikler. Sonrasında çok ararsınız; yoklar sizi, özlem duyarsınız, içinizi sızlatır. Ancak nafile! Kaçan güzellikler geri gelmez bir daha. Ne var ki, sizden bunun hesabını da sorar. Ama öyle ama böyle…
Öyle zamanları da olur insanoğlunun, bir kâbus gibi; her hatırlandıkça karabulutlar misali üzerinizi kaplayıp yoran ve bunaltan cinsten. Hatırlamak dahi istemediğiniz, düşünce ufkunuzda misafirliğine izin vermeyip, her geldikçe kovduğunuz anlardır bunlar. Bir bakıma ötelediğiniz, öteledikçe üzerinize gelen müzmin bir hastalık gibi tekrarlanan. Acıtarak çoğalan, bir saniye bile sürmesine tahammül edemediğiniz kasvetli zamanlardır böylesi anlar da. Değer aşınmasına tabi tutamasa da sizi, sabır imtihanında iğnenin deliğinden geçiren, soluduğunuz havayı yutan, ruhunuzu daraltan ve sizi her anıyla fakirleştiren duygulardır bunlar da. Tüketici etkiye sahip olup, ruhunuzu tırmalar böylesi anlar da…
Hâlbuki birinci türden olan altın zamanların kıymetini bilmek gerekmez miydi? Daha da çoğalırlar belki diyerek bir kumarbaz edasıyla hayatla oyun oynamak, ne kadar hoyratçadır oysa! Öyleyse sizin altınınız, size altınların en güzeli olmalıydı. İnsan içinde bulunduğu nimetlerin farkında olmalı. Kanaat edebilmeli. Hırslarına ve kıskançlıklarına yenik düşmemeli. Kader çarkı ağlarını örerken, ona razı olmayarak farklı iradeler ortaya koyan insanoğlu, belki de çıkmaz yolları kendisine yine kendisi açıyor. Çok geçmeden bunu anlasa dahi suların geriye akmayacağı gerçeğinden hareketle, son pişmanlığına dövünüp duracaktır hâlbuki…
Mademki böyledir; şayet hayatınızda altın mesabesinde zamanlarınız olmuşsa, o anlarınıza çok iyi sahip çıkın. Zaten hayatı anlamlı kılan da bu farkındalık içinde yaşamak değil midir? Farkında olmadan yaşadığınız her zaman dilimi, aldığınız her nefes, kıymeti anlaşılmamışsa; aslında kaçak zamandır, süreli ömür takvimimiz içinde.
Vardır her hayat sahibinin de böylesi zamanları. Keşke elde tutulabilse böylesi zamanlar. Gaflet, gönül gözümüzü kör etmese…
YORUMLAR