“Darbecilerin ve darbeciliğin emeklisi olmaz” diyen tarihçi Cemil Koçak’a emekli bir subay olarak hak veriyorum. Hattâ “tüm cuntaların arkasında emekli subaylar olduğu” fikrine de katılıyorum.
Ordular devletlerinin omurgası, gücü, vazgeçilemezidir. Devletler için kıymet-i harbiyesi tartışılmaz. Binaen’aleyh, TSK de Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vazgeçilmezidir.
“Kıymet-i harbiye” tâbirinin anlamı «güçlü kıymet». Harb ise, askerî güç kullanma sanatıdır. Azeriler ordu yani Silahlı Kuvvetler için «Herbçi Kuvve», askerlerine ise “herbçi” derler.
«Ordu ve Politika» merhûm N. Nazif Tepedelenlioğlu’nun sevdiğim bir eseri[1]. N. Nazif merhûmu yeni nesiller pek tanımaz. Doğumu Taşoz; 1901, vefatı İstanbul 1970’tir. Tepedelenli Ali Paşa’nın (1744-1822) torunudur.
Genetik kodları asker ise de aslında gazeteci ve araştırmacı yazardır. Askerliği Deniz Harp Okulu ile sınırlı kalmış, Hukuk Fakültesi ve Yüksek Ticaret Mektebi’ne giderken gazeteciliğe başlamış. İstanbul’un işgali üzerine Anadolu’ya geçip millî mücadeleye katılmış, Hakimiyet-i Milliye gazetesinde çalışmış, Erivan’da konsolos yardımcılığı yapmış. Vefatından önce de Yeni İstanbul’da yazıyormuş. Kabri Silivrikapı Mezarlığı’nda.
«Ordu ve Politika» hasseten rical-i devletin mutlaka okuması gereken bir eser. Hava Harp Okulu’nda iken Cağaloğlu’nda Bedir Kitabevi’nden alıp okuduğum eserin halen kütüphanemde o orjinal 1967 baskısı var.
Dili bugünkü dil olmasa da okuması kolay. Nizamettin Nazif babasından yadigâr bir mektubun yedi kelimesinden etkilenmiş, belki de onlardan aldığı rüzgarla yazmıştı kitabını. Hava Harp Okulu’nda bir subay namzeti iken, önsözdeki “Ordu neye inanırsa kıymet ondadır. Ordu kimi tutarsa kudret yalnız onda olur…” sözleriyle göğsümüz kabarmıştı.
“(………) okuyacağınız şu kitabı yazdıktan sonra o mektubu bana hatırlatan sebep, babamdan yâdigar bir hatıra oluşu değildir. Sadece ve yalnız ilk satırıdır. Hattâ ilk satırın baştan yedi kelimesi… Ferik Nazif Paşa hazretlerinin kaleminden çıkan ilk satırın yedi kelimesi: «Silk-i Celîl-i Askerî gerçi Sultan-ül mesâlik ise de…» (Maişet yollarının en güzel ve üstünü askerlik, her ne kadar mesleklerin sultanı ise de…)
Evet, paşa haklıdır. Askerlik mesleği, mesleklerin sultanıdır. Ve ben daha da ileri giderek diyebilirim ki, yalnız mesleklerin sultanı olmakla da kalmaz, bir nazariye halinden çıkıp bir ordu halinde heybetlendi mi sultanların da sultanı olur!.. Ordu neye inanırsa kıymet ondadır. Ordu kimi tutarsa kudret yalnız onda olur… Bu kitap devlet idaresinin bu şaşmaz ezelî kaidesini bilmem ki biraz belirtebilecek mi?”
Darbe heveslisi mütekàid amiralleri konuştuğumuz şu günlerde bu satırların ehemmiyetli bir hatırlatma kudreti yok mu sizce de?
O halde devam edelim okumaya: “Askerin normal hayatı bile imtiyazlı bir politik durumdur! Düşününüz bir kere… Asker her yere girer, fakat sivili kışlasına sokmaz! Dilediği yerden dilediğini alır, ama kışlasından, ordugâhından bir iğne çıkartmaz. Her haberi alır o… Fakat kendinden hiç haber uçurtmaz. Biri gizlice bir haber almağa kalkıştı mı hemen casusluk [hattâ vatan hainliği –REB] damgasını yer. Fakat kendisi aynı hareketi yaptı mı vatan hizmeti görmüş sayılır…” (sayfa: 124)
Amiraller muhtırası gibi hadiselerle TSK millet nezdinde itibar kaybediyor. Buna rağmen halk hálâ TSK’ni “güvenilir kurum” olarak görür. Arzu eden araştırabilir. Böyle olduğu için darbeler öncesi veya sonrası ilân edilen OHAL uygulaması “sıkıyönetim” dönemlerine “örfî idare” demişiz.
Türkiye düşmanları da bu gerçeğin farkında ve TSK’ni manüple ederken pek zorlanmıyorlar. 15 Temmuz’u hatırlayın, tankın içinden çıkardığı subayı linç etmek yerine teselli ediyordu insanlarımız.
Düşmanın TSK’yı manüple edişinde en rezil sahne ise, ordunun dine cephe alışıdır. Fethi Okyar ve İsmet İnönü yoluyla Mustafa Kemal Paşa’ya uzanan “İslâm terakkiye manidir, yeni kurulan Cumhuriyet için Hristiyanlığı seçelim” yollu propaganda[2] bugün revizyona uğramış ve “irtica” söylemine dönüştürülmüştür. Bugün dahi, sinsi sinsi TSK içinde İslâm düşmanlığı devam ettirilmektedir. Bu yüzden mütekàid amiraller bildirisinde de “takkeli, sarıklı amiral” öne çıkarılmıştı.
Sözü tekrar N. Nazif merhuma vereyim: “Subay, başka bir şeydir… Onu sadece “üniformalı aydın” gibi görenler aldanırlar… Kabul etseniz de, etmeseniz de o kendisini bir fevkalbeşer (insanüstü) addeder. En keskin görüşlü sivil aydın için dahi, askerî psikolojinin derinlerine dalmak imkânsızdır. Subayı ancak subay anlar…”
Ne kadar doğru… Askerin işine şeytanın da aklı ermemiş.. Fıkra bu ya, Şeytan askere tuzak kurar, köprüyü yıkıp askerleri nehirde öldürecektir. Lâkin bölük tam köprüyü geçecektir ki, komutan “kıt’a dur..” der, asker durur, komutan “geriyeee dönnn, ileriii marş” der… Şeytan afallar, “şu askerlere benim de aklım ermedi…” der.
“…Okulları başkadır, giyimleri başkadır, yürüyüşleri başkadır. (……..) Her an küremizin içinde ve dışındaki tıkırtılara kulak verirler, belirtileri gözetlerler. (……..) Tek olarak da topluluk olarak da atılgandırlar. (……..) Asla uysal değildirler. Uysal göründüler mi bilinmelidir ki bu tatlı sürpriz, aralarında alınmış bir kararın, yahut mesleklerinin protokolüne uygun olarak verilmiş bir emrin neticesidir…”
Merhûm N. Nazif askerin her an bir sürpriz yapabileceğini söylerken ne derece isabet etmiştir, her Türkiyeli bilir… Şu andaki Genelkurmay suskunluğu bile pek hayra alamet değildir.
Her ne kadar Millî Savunma Bakanı E. Org. Hulusi Akar asker adına konuşuyor ise de ihtiyatı elden bırakmamalıdır. Bu orduda Yeniçerilerden bu yana KAZAN KALDIRMA vardır.
Askerimizin, tam kadro milli değerlere dönmesi, «Sultan-ül mesâlik» askerliğin şerefine halel getirmemeleri[3] niyazıyla… 11 Nisan 2021
———————————————
[1] Bedir Yayınları (İstanbul, 1967). “Sultan Abdulhamit ve Osmanlı İmparatorluğunda Komitacılar” da kütüphanemde mevcut ve yine Nizamettin Nazif’in “Ordu ve Politika” gibi nefis bir tarihî tahlil kitabıdır.
[2] Geniş bilgi için Kâzım Karabekir Paşa’nın hatıralarından oluşan ve tarihçi İsmet Bozdağ’ın derleyip yayınladığı “Paşaların Kavgası” kitabına müracaat edilebilir. Emre Yay, İstanbul 1991, s: 146.
[3] Halel, bozukluk, eksiklik, fesat, noksan demektir. Halel getirmek de bozmak, fesada uğratmak, şeref ve itibarını düşürmek demektir.
YORUMLAR