Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Ahmet Yaşar Zengin Emekli Akademisyen

Ayasofya’nın Ardından Prof. Dr. Ali Erbaş

Ayasofya’nın Ardından Prof. Dr. Ali Erbaş

Ayasofya, camiye çevrildi. Dedikodu bitmedi… Herkes kendi penceresinden baktığı zaman haklı olduğunu düşünüyor. Kendi penceresi demek ne demektir? Açıklayalım:

Din istismarcıları, olaya din açısından bakıyor. Atatürk istismarcıları da olaya Atatürk’ün ilkeleri ve laik açısından bakıyor.

Atatürkçüyüm diyenler, Atatürk’ün bürokrasideki uygulamalarının da Atatürk ilkeleri gibi tartışılamayacak olduğunu kabul ederek algı oluşturma peşindedir.

Dolayısıyla siyasiler de tabanlarını bir arada tutmak uğruna tartışmaya tuz ve biber ilave ediyor. Biz de farklı pencerelerden baktığımız zaman, karşımıza ister istemez iki kutuplu yorumcular veya iki kutuplu yandaş medya ile karşılaşıyoruz.

Ayasofya, müzeden camiye çevrilmesinden sonra bakalım neler oldu?

1.   Din istismarcıları veya din sömürücüleri Atatürk üzerinden hücum ediyor ve Atatürk’ün Ayasofya’yı neden müzeye çevirdiğini kendi aklınca yorumlamaya çalışıyor. Bu yorumlamayı yapanlar ise azınlık ama sesleri çok çıkıyor. Tarihi bilgileri çarpıtıyor bu vesileyle reyting yapıyor. Bunların görevi böyle… Din sömürücülerin vebali çok büyüktür. Bu vebalin altından nasıl kalkacaklar. Dini istismar ettikleri için Allah’a nasıl cevap verecekler?

 2.   Atatürk istismarcıları veya Atatürk sömürücüleri ise din sömürücülerinden hiç farkı yoktur. Atatürk sömürücülerinin temsil eden yorumcuları halkı kutuplaştırmak için ellerinden geleni reyting uğruna yapıyor… Görünen odur ki kutuplaştırmayı seven yorumculardan birinin dinden haberi yok, diğerinin de Atatürk hakkında hiçbir bilgisi yoktur. Ama ülkemiz bunlar ile yaşamaya alışacaktır. Gelelim asıl konuya:

 3.   Diyanet işleri başkanını “lanet” kelimesi üzerinden bazı yorumcular reyting yapmayı tercih ediyor. Atatürk’ü tartışmanın içine sokuyor. Atatürk’ü çok sever görünen insanlar, yine Atatürk’ü yıpratıyor… Aslında Atatürk yıpranmış onun için çok önemli değildir. Yeter ki reyting olsun. Din ve Atatürk sömürücüleri için “değerler” önemli değildir. Bu sefer diyanet başkanı üzerinden “din”, Atatürk’e dil uzatılarak da “Atatürk” yıpratılıyor.

Prof. Dr. Ali Erbaş:

Tarih okumuş en azından İslam tarihi okumuştur. Dolayısıyla kuracağı cümlelerin Atatürk’ü incitip içitmeyeceğini çok iyi bilen biridir. Hele çok kritik bir dönemde Atatürk’e dil uzatmanın çok riskli olduğunu bilir. Diğer açıdan baktığımız zaman Prof. Dr. Ali Erbaş:

1.     Atatürk, Ayasofya’yı baskı ile müze yapmadığını bilir,

2.     Atatürk, balkan paktının kurulması için Yunanistan’a jest yaptığını bilir,

3.     Ayasofya’nın tadilatı için müzeye çevirdiğini bilir, ([1])

 O halde Atatürk, Fatih Sultan Mehmet’e rağmen Ayasofya’yı müzeye çevirmeyeceğini, hele Atatürk’ün emperyalist devletlerin baskısına boyun eğmeyeceğini çok iyi hem de çok iyi bilenlerden biridir.

 Daha doğrusu Prof. Dr. Ali Erbaş’ın hutbesinde geçen “lanet” kelimesi Atatürk ile bir alakası olmadığını herkes bilir. Ama bazı reytingciler “lanet” kelimesi, Atatürk’e söylenmiş olduğunu kabul ederek “Öküzün altında buzağı arıyor.” Bir anekdot ile bu konuyu kapatmak istiyorum.

 Komutan, askere sorar:

–   Oğlum Atatürk, ne zaman doğdu?

–   Komutanım, bu konuyu sen benden daha iyi biliyorsun ama hainlik olsun diye soruyorsun…

 Bugünlerde “lanet” kelimesi Atatürk’e hitaben söylenmediğini bildiği halde maksadı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. “Hainlik” olsun diye Atatürk’ü tartışmanın içine sokuyor, Atatürk’ün yıpranacağını bildiği halde…

 Ayasofya ne demektir? Anlamaya Çalışalım:

2.   Ayasofya bağımsız hareket edebilme konusudur,

3.   Ayasofya, Akdeniz’deki kıta sahanlığı kararı demektir,

4.   Ayasofya, Libya’da yedi düvele karşı duruşumuz demektir,

5.   Ayasofya, Ortadoğu’daki gücümüzün görüntüsü demektir,

6.   Ayasofya,  devletin sınırlarını koruyacağım demektir,

7.  Vatikan söz konusu olduğu zaman, laikliği hatırlamayanlara karşı Ayasofya tepki demektir,

Devlet açısından baktığımız zaman, alınan kararlar yanlış da olsa aynı kare içinde görüntü vermek milli menfaatler açısından çok önemlidir. Ana muhalefet, iktidar ile aynı kareden çıktıktan sonra kararları alan iktidara, veryansın edebilirdi. Ne diyebilirdi?

Ayasofya’nın zamanı değildir. Kusurlarını kapatmak için Ayasofya’yı gündeme getirdin gibi bir şeyler söylenebilirdi veya daha acımasız bir muhalefet örneği verilebilirdi. Bu konuda halk, bilinçleştirebilirdi.

Muhalefet şöyle diyebilirdi: Emperyalist ülkeler ve terör örgütlerine karşı burada oldum ama yaptığın doğru değildir diyerek iktidarın yanlışlarını, maddeler halinde anlatılabilirdi, biz de muhalefeti alkışlardık…

Ana muhalefet ne yaptı?

Ana muhalefet lideri, Ayasofya davetine icabet etmedi. Nedeni ise kameralar karşısında namaz kılmam. Doğru dedi ama geçmişte Almanya’da bir kilisede kameraların karşısında ayine katıldı. ([2])  

Almanya’da kameralar karşısında bir kilisede ayine katılacaksın ama 24 Temmuz Ayasofya’nın müzeden, camiye çevrilme davetine “kameralar karşısında namaz kılmam” diye kabul etmeyeceksin.

 Kameraları mazeret göstermek seni haklı duruma getirmez.          O zaman birileri de sorar, kilisedeki ayine kameralar karşısında niye katıldın? Doğrusu bu sorunun cevabını merak ediyorum. İddialar doğru ise vatandaş olarak bu davranışı hoş karşılamadım.

Muharrem İnce’nin muhalefet anlayışı:

1.        Muharrem ince daveti kabul etti,

2.        Protokole katılmadı, dışarda halkın içinde namazını kıldı.

3.        Batıya karşı birlik mesajını verdi,

4.        HDP’den uzak durdu,

5.        İktidarın bu konudaki yanlışlarını söyledi hem de halk ile birlik oldu…

 

İşte Ana muhalefetin de bu şekilde olmasını istiyoruz. Çünkü CHP’nin de iktidar olmasını istiyoruz da ondan…

Bu yazıyı yazarken bir arkadaşım telefon etti. İBB’nin meclis oturumunu izle mutlaka sana bir konu çıkar. Evet, İBB’nin meclis oturumunu izledikten sonra bir şeyler yazmak farz oldu.

İBB’nin meclis toplantısındaki tartışma

İBB’nin meclis toplantısında AK Parti Grup Başkanvekili Tevfik Göksu, İBB meclis kürsüsünden açıklama yaptı: Sayın başkan, “seçim meydanlarında hiçbir kimseyi işten çıkarmayacağınıza dair söz verdiniz. Ama tasarruf adı altında 11.000 kişiyi işten çıkardınız. O insanları aç ve susuz bıraktınız. Şimdi 18.000 kişiyi işe aldınız.”([3]) Bu iddialara İBB’nin bir cevabı olmadı ama ilerleyen günlerde mutlaka tatmin edici bir cevabı olacaktır…

Eğer bu iddialar doğru ise muhalefet, AK Partili belediye başkanlarını usule aykırı işler ile suçlarken, aynı hatayı İBB’nin yaptığını görüyoruz.

24 Temmuz Ayasofya’nın müzeden, camiye çevrilme meselesinden sonra bu örnekleri vermek mecburiyetinde kaldım. Nedeni ise her yapılan olumsuz eylemden sonra bazı istismarcılar, Atatürk’ün gölgesinde gizlenerek mazeret uydurmak veya Atatürk’ü yanlış görünen davranışlara ortak etmeğe çalışıyor. Bu da Atatürk’ü yıpratmak demektir.

Geçmişte bazı belediyeler de yanlış ve haksız işlerini ayet okuyarak kamufle etmeye çalışırdı veya dini ortak ederdi. Muhalefet de seçim meydanlarında dini istismar edenleri anlatırdı ama muhalefet de yanlış ve eksik işlerine Atatürk’ü ortak ediyor…

Anlaşılan muhalefet, iktidar olmak istemiyor. Eğer muhalefet iktidar olmayı düşünse idi bu yanlışlıkları yapmazdı veya söz konusu yanlışlara engel olurdu…

Selam ve saygılarımla…

 

 

 

[1] İsmet Bozdağ, Tarih Yarındır, 2008”
[2] Turgay Güler. Ülke TV
[3] İBB AK Parti Grup Başkanvekili M. Tevfik Göksu

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER