Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Muhsin Akıl

Bu Yazıyı Okumayın: KİMSESİZLER!..

Aslında böyle bir yazının okunmasını istemezdim. Aslında böyle bir yazı yazmakta istemezdim. O yüzden bu yazımın başlığını “Bu Yazıyı Okumayın: KİMSESİZLER” yaptım. Artık olan oldu, yazı yazıldı ve şu anda da okunuyor… Çünkü veren el alan el! Birbirini görmeyecek! Fakat hayatımda ilk defa bu kuralı çiğnedim ki (çiğnemek zorunda kaldım) böyle bir yazı yazdım. Zaten yazımı baştan-sona okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayarak bana mutlaka hak vereceksiniz.

Ülkemizde gözümüzün önündeki kimsesizleri ne kadar görebiliyoruz! Mazlumlar, garipler, meczuplar, sokaklardaki kimsesizler… Devlet görebildiğine (ama resmi olarak) elini uzatıyor! Oysaki bizim bahsetmiş olduğumuz kimsesizlerin hiçbir resmiyetleri yok!.. Yalnızlığın gölgesindeki kimsesizlerden bahsediyorum. Yani, biz millet olarak, vatandaş olarak her gün gözümüzün önündeki kimsesizlerden söz ediyorum. Onlar dışlanmışlar, onlar sahipsizler, onlar yalnızlar… Onlar kendilerine güveni kaybetmişler. Yani, özgüvenlerini… Onlar hayallerini terk etmişler… Onlar günübirlik sadece ve sadece karınlarını doyurabilmek için yaşıyorlar. Onların gelecekle ilgili ne bir düşünceleri, ne bir hayalleri, ne de bir duyguları var… Yine de küçücük dünyalarında günübirlik düşünebiliyorlar, hayal kurabiliyorlar ve duygulanıyorlar. Fakat günübirlik, geçici!..

Değerli okuyucularım son 5 yılımın beşte birini hastanelerde geçirdim. Malum şahsımın kalp (damar tıkanıklığı, anjiyo, kalp yetmezliği vs.) eşimin yanlış safra ameliyatı nedeniyle oluşan uzun süreçli hastane yılları…  Haziran ayında da ben kalpten hastanedeydim… Üzerinden daha iki ay geçmemişti ki Ağustos ayında 10 günümüz Ankara Bilkent Şehir Hastanesi’nde geçti. Eşimin üç yıl önce özel bir hastanede yanlış safra ameliyatında ana damarların kesilmesi oluşan ölümcül süreç!.. Safraya takılan stent üç ay sonra alınması gerekiyordu fakat (eşimin ameliyat korkusu nedeniyle) üç yıl sonra alınmasından dolayı Ağustos ayında 10 günümüz Ankara Bilkent Şehir Hastanesi’nde geçti. Korkumuz ya safra yoluna takılan stent parçalandıysa!.. Çünkü üç yıl önce eşimi ameliyat eden hocamız beni çok uyarmıştı: aman ha üç ay sonra hastaneye gelin stent’i alalım diye. Fakat eşim o kadar çok acı çekti ki o kadar çok korktu üç ay sonra stent’i aldırmak için hastaneye gitmedi. Bütün ısrarlarıma, yalvarmalarıma rağmen eşimi stent’in alınması için hastaneye götüremedim. Ve üç yıl su gibi akıp geçmişti. Fakat üç yıl içinde eşim öyle sancılar, eyle ağırlar çekti ki… Bu sancıları ve ağrıları yapan safra damar yoluna takılan stent’in parçalanması idi. Üç yıl sonra da olsa ancak eşimi ikna edip hastaneye götürebildim. Ve 10 günlük hastane maceramız… Şükür ki ameliyat başarılı geçti ve mucizevi bir şekilde sağlığına kavuştu. Geçen hafta da taburcu oldu.

Asıl konumuz elbet ki kendimizden bahsetmek değil: KİMSESİZLER!.. Eşimi Ankara Bilkent Şehir Hastanesi’ne götürdüğüm ilk gün acil servisten giriş… Birkaç gün acil servis ve yoğun bakım… Sonra da ameliyat… Yani, 10 günlük bir süreç…  Bu 10 günlük süreç içinde zamanımın yarısını acil önündeki Restaurant Kafe ve hastane bahçesinde geçirdim. Geceleri eve gidip-gelebilirdim. Fakat 24 saat eşimin başında olmalıydım. Ancak 24 saatin yarısı kadar eşimin yanında refakatçı olarak kalabiliyordum. Günün diğer yarısını sözkonusu edeceğim kimsesizlerle geçiriyordum.

Ben ömrüm boyunca sokakta gördüğüm kimsesizlere çok ilgilendim. Konya’da, İstanbul’da, Ankara’da… Kimsesizlerin barındıkları yerler genellikle köprü altları, metruk binalar, şehrin büyük tarihi ve ünlü camileri, hastanelerin acil servisleri… Kimsesiz içinde nice Allah(cc) dostu (evliya) vardı. Yıllar öncesinden onlarla da yakından tanıdım ve dost oldum!.. Konya’da Parsanalı Mustafa (Birkaç yıl önce vefat etmişti) istisna bir örnek! Silleli İsmail… Ve 40 yıllık meczup arkadaşım X!.. Konya’da bunların mekan tuttuğu yerler Mevlana civarı, Kapu Camii vs… İstanbul’da, Eyüp Sultan Camii önü/bahçesi, Beşiktaş Yıldız’da Şeyh Yahya Efendi Cami bahçesi ve mezarlığı, Ankara’da Hacı Bayram Camii…

Şükür ki Hacı Bayram Camii’ndeki kimsesizlerin kimsesi/ilgileneni var. Şenol Dede ve Engin kardeşim. Bir de mütevazı çay ocakları var. Kimsesizler, meczuplar ve zorda olanların adresi… Şenol Dede ve Engin kardeşim onların karınlarını doyurur, çaylarını içirir, sigaralarını alır. Ne zaman Hacı Bayram’a gitsem Hacı Bayram Çay Ocağı’na uğrarım. Şenol Dede her zamanki masasında. Yanında kimsesizler ve meczuplar. Şenol Dede karınlarını doyurduktan sonra onlarla birlikte çay içip sohbet eder. Engin kardeşim de Ankara’da olduğu günlerde mutlaka Hacı Bayram’da Şenol Dede’nin yanında soluğu alır ve kimsesizlerle, meczuplarla ilgilenir.

Ankara Şehir Hastanesi’ne ilk geldiğim gün ACİL önündeki birkaç kimsesiz dikkatimi çekti. Birinin saçı-sakalı birbirine karışmış perişan bir halde. Yaşı 70 veya 80 gösteriyor. Diğer ikisinin de ondan farkı yok. Kimseden bir şey istemiyorlardı. Ancak birileri çay, poğaça-simit, çay ikram ederse yiyebiliyorlardı. Asla para kabul etmiyorlardı. Çok ısrar ederlerse ancak… İşte bu üç kimsesizle dost/arkadaş oldum. Eşim acil serviste ben dışarda… Lazım oldukça zaten doktor veya hemşeriler beni telefonla arıyorlar. İşte ACİL önünde görmüş olduğum üç kimsesiz üç-beş aydır Ankara Şehir Hastanesi’ndeki banklarda yatıp-kalkıyorlarmış. Acil önündeki restaurantta yemek artıklarıyla karınlarını doyuruyorlarmış. Kendim maddi sıkıntı içinde olsam dahi gördüklerime seyirci kalamazdım. Cebimde ne kadar para var ise 10 gün boyunca birlikte yedik-içtik. Hatta onlarla birlikte hastane içinde ve hastane dışındaki banklarda yatıp kalktım. Tabi ki fazla dikkat çekmiyorduk çünkü acildeki hasta yakınları da banklarda yatıp-kalkıyordu. Yeni tanıdığım üç kimsesiz bana çok alışmıştı…  Adeta onlardan biri olmuştum. Bizim üç kimsesiz 10 gün içinde o kadar çok değişti ki… Davranışları, konuşmaları…

Bu üç kimsesiz dostumun her birinin enteresan/ilginç hayat hikayeleri vardı. Bana güvendiler ve hayat hikayelerini kısa kesitlerle de olsa anlattılar. Birisi yılar önce İstanbul’da iş adamıymış. Başına bir olay geliyor. Cinayetle suçlanıyor. Oysaki iftiraya uğramış. Kanıtlıyor ama avukatı onu satıyor. Oysaki avukatına malını-mülkünü satıp vermişti. Demek ki avukatı daha fazla para karşılığında karşı tarafın adamı oluyor. Bu olay ona perişan ediyor. Adeta yıkılıyor. Olağanüstü bir mücadele verse de her şeyini kaybediyor. Sokaklarda kalmaya başlıyor. Bu kimsesiz kardeşimin vücudu dövme dolu. İlginç ve anlamlı dövmeler. Kolları, boynu… Kolundaki dövmede ÜÇ HİLAL vardı! Boynundaki dövmede de çok profesyonel yapılmış şu anki Cumhurbaşkanımızın resmi… Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ı o kadar çok seviyormuş ki boynuna dövmesini yaptırmış. Hatta bana sormuştu: “Dünya gözüyle Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ı nasıl görebilirim” diye… Ayrıca bu kimsesiz dostum yanında taşıdığı naylon poşetteki A4 kağıtlarına ya günlük ya da hayat hikayesini yazıyordu. Her bir sayfaya birkaç cümle… Okumak istedim ama bana okutmadı…

Diğer kimsesiz kardeşim üniversite talebesi… Yabancı dil var. Sol görüşlü… Türk ve dünya klasiklerinden okumadığı eser kalmamış. Yabancı ve Türk şairleri isim isim biliyor. Hatta onların şiirlerinden parçalar okuyor. Konuştukça açılıyordu Karl Marx,  Das Kapital, Che Guevara, Küba Devrimi, Deniz Gezmiş vs… Aynı zamanda sanata düşkün… Konuşmaları çelişkili olsa da filozofik… İçlerinde iradesine hakim olamayan bir tek buydu. Her an değişiyordu. Sokaklara düşme sebebi annesi! Babası rahmetli olmuş. Hatta bana vasiyeti, öldüğünde babasının yanına gömülmesi. Babasının mezarının bulunduğu şehrin ve mezarlığın bulunduğu semti, mezarlık kroki adresini bile verdi. Üçüncü dostum biraz daha yalnızlığı seviyor. Yani saçı-sakalı karışmış yaşı 70 veya 80 gösteriyor. İki gün içinde ne olduysa oldu yanıma yaşı 25 veya 30 civarında bir genç yaklaştı. Sonra da “abi beni tanıyabildin mi” dedi. Meğer iki gün önce gördüğüm saçı-sakalı karışmış yaşı 70 veya 80’i gösteren kişi olduğunu söyledi. Şok geçirmiştim. Hatta içimden “Ne kadar değişmiş” diye hayıflanmıştım. Asıl yaşı 27 imiş. Saçı-kesmiş, banyosunu yapmış, güzelce giyinmiş. Bu kimsesiz dostum kalabalıklardan kaçıyor. Fazla konuşmuyor. Fakat çok zeki ve cin gibi…  Kimseye güvenmiyor. Hayat tecrübesi büyük… Bir tek o bana hayatını anlatmadı. Ama hastanede biraz daha kalsam mutlaka o da anlatacaktı…

Bu üç kimsesiz dilenci değildi. Kimseden para istemiyordu. Yeter ki karınları doysun ve sigaraları olsun. Şükrediyorlardı. Benim inancımda böylesi bir duruma seyirci kalınamazdı. Komşusu açken tok yatan bizden değildi! Kendi dertlerimin yanında bir de onların derdini dert edindim. Fakat asıl onları üzen 10 gün sonra eşimin başarılı bir ameliyatla taburcu olmasıyla hastaneden ayrılmamız oldu. Fakat taburcu olduktan sonra birkaç kez ziyaretlerine gittiğimde dünya onların oldu. En kısa zamanda üst-baş, ayakkabı, iç çamaşır ne bulursam yanlarına geleceğime söz verdim. Nasıl da sevinmişlerdi…

Aynı zamanda benim ve eşimin ziyaretine gelen dostlarım da bu kimsesizlerle ilgilendi. Bilhassa Levent ve Fatih kardeşim… O akşamın yemeğini onlar ikram etmişti. Utanmasınlar ve sıkılmasınlar diye biz de bu üç kimsesiz dostumuzla yemeklerimizi birlikte yedik. Yemeği Fatih ve Levent kardeşim ikram etmişti…

Oysaki ben 40 yıldır kimsesizlerle hep ilgilendim. Bilhassa İstanbul’da… Sonra Ankara’da… Fakat o kadar çoklar ki: binlerce…  Hangi birine ulaşacağım: ulaşabildiklerime, yetişebildiklerime… Kimsesizlerin umudu olmak kadar güzel bir duygu yok… Hatta birkaç yıl önce (kendi hayatımda görüp-yaşadıklarımı unutmamak için) kimsesizlerin romanını da yazdım. Yakın bir zamanda yayınlayacağım inşallah…

İçlerinde iradesine hakim olamayan ve her an değişim gösteren üniversiteli üst-baş perişan ve ara-sıra tuhaf hareketler yapan kimsesiz dostum ile siyaset, edebiyat, ekonomi, bilim, sanat konuşuyorduk. Tabi ki normal bir konuşma değildi. Ben de onun gibi hareketler yaparsam ancak anlaşılabiliyordum. Dışardan bu durumumuzu gören bana deli demesi bile normaldi! Başka türlü anlaşamazdım. Sohbet din konusuna gelince inanmadığını ve ateist olduğunu söyledi. Ama düşünceleri çelişkiliydi. Ara-sıra bana Tanrı var mı diye soruyordu. Hatta “Tanrı yoksa önemli değil de ya varsa hapı yuttuk” bile demişti. Ahiret varsa orada karşılaşırsak oturup sohbet edip-edemeyeceğimizi sormuştu. Sonra da ya birimiz cennette diğerimiz cehennemde olursa o zaman ne yapacağız demişti. Buluşabilmemiz için ikimizin ya cennette ya da cehennemde olması gerekiyordu! Din konusunda çok uzunca sohbetlerimiz oldu. Benden etkilenmişti. Ki üçüncü gün hastanenin mescidine gitmiş tespih çalmış! Bana geldi “Ben bu tespihi mescitten çaldım, günah mı?” dedi. Ürpermiştim!.. Dostum ateist ama bana ‘günah mı?!’ diye soruyor. Ben de imama git çaldığını söyle o sana ‘helal der o zaman’ deyince nasıl da sevinip güldü. Fakat yanımızdaki yalnızlığı seçen ketum dostum onu azarlamıştı ‘sen hırsızlık yapmışsın, dinimize göre haram, git bir an önce tespihi mescide geri koy’ demişti. Fakat ertesi gün mescide yine gitmiş. Çaldığı tespihi yerine koyacağına bu sefer ikinci bir tespih yanında da bir de namaz takkesi çalmış. Önceki tespihi boynuna kolye gibi takmış. Diğer tespihi de elinde zikir gibi çekiyordu. Fakat bu arada ayakkabısının tekini kaybetmiş. Çıplak ayağını kirli ve kalın bir bezi ayakkabı niyetine sarmış. Gördüğümde o kadar çok üzülmüştüm. Taburcu olduktan sonra ziyaretlerine gitmiştim. Diğer ikisi ile görüştüm. Tam hastaneden ayrılacaktım ki bahçede üniversiteli mescitten tespih ve namaz takkesi çalan kimsesiz üniversiteli dostum karşıma çıktı. Benim yanımda da yılların dostu Hacı Bayram’da kimsesizlerin ve meczupların babası Engin kardeşim vardı. Kimsesiz üniversiteli dostum önümüzü kesti “ben psikopatım” diyerek küfrederek tehdit etti beni. Hiçbir yere gidemeyeceğimi söyledi. Şaşırmıştım! Yarın akşam kendisini ziyarete geleceğimi söyleyince önümüzden çekildi. Ve bana ‘eğer gelmezsen seni bulur döverim’ dedi. Meğer sonradan öğrendim ki hastaneden taburcu olduğumuz ona çok dokunmuş. O kadar çok üzülmüş ki öfkesini benden alıyordu. Beni bir daha göremeyeceğini zannederek tehdit ve küfürle yanına getirmek istemiş! Çünkü iradesine hakim değildi. Kafası gelip-gidiyordu. Ancak onun anladığı dilden konuşarak ikna edebilmiştim. Ve yanına ziyarete geleceğimi söyledim. Elbet ki sözümde duracak ve en kısa zamanda yanına ziyarete gidecektim.

Bugünkü yazıma duyarlı kalıp da zamanı olan değerli okuyucularımdan Ankara Bilkent Şehir Hastanesi’ne gitmelerini ve yazımda sözkonusu ettiğim kimsesizleri ziyaret etmeleri istirham ediyorum. Bir de boş gitmemeleri… Üstleri başları perişan… Ve yarı aç yarı toklar… Peki, bahsetmiş olduğum kimsesizleri nasıl bulup-görecekler… Ankara Bilkent Şehir Hastanesi’ne gidin, zaten hemen göreceksiniz… Ya da  ACİL önündeki Restaurant Cafe çalışanlarına sorun onlar anında size bulup getirirler. Zaten hep oradalar…

YORUMLAR

Bir adet yorum var

  1. İnsan’ a rast gelesiniz..

    Herkes gibi yaşayıp herkes gibi ölmek bizlere göre değil.
    Ne hayatımız başka hayatlara benzer, ne ölümümüz başka ölümlere.

    Allah bizi insan eyleye!..

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER