Sevgili Başkent Postası okurlarım, sizlerden bir hayli ayrı kaldım, biliyorum. Malum, acılar ve özlemler beni hep yordu. Kendimi biraz bıraktım ama sizlere olan sevgim, beni kaldığım yerden yazmaya mecbur etti. Artık bundan sonra, sağlık el verdiği müddetçe, her ay birlikte olacağız.
Anacığım, dedeme çok baktı. Dedem ise 6 ay sonra, 1971 yılında vefat etti. Bizim köyde hayatlar az çok aynı; çok değişen bir şey yok. Hayvanları besler, tarlaya mısır eker, dağdan odun taşırdık.
Çiftliklerimize kendir eker, kendirin dışını soyar, annem ip yapardı yük taşımak için. Yünü eğirir, ayaklarımıza giydiğimiz yün çorapları da o örerdi. Elbiselerimiz hep yamalıydı, ayaklarımızda ise kara lastik olurdu; yırtık yamalı şekilde böyle yaşayıp gidiyorduk.
Rahmetli anamla babam, geçim derdinden dünyada bir gün yüzü görmediler. İki yılda bir bizim hanemize bir kardeş daha gelirdi. Babam, gaz lambası altında her akşam Kur’an okur, biz de onun sesiyle uyurduk.
Ben ve kardeşlerim büyüyorduk. Ben ortaokulu bitirdim. Tatillerde inşaatlarda çalışarak, hamallık yaparak 16 yaşıma gelmiştim artık.
O dönem Giresun’da dört lise vardı: Giresun Lisesi, Ticaret Lisesi, İmam Hatip Lisesi ve Endüstri Lisesi. Ben Giresun Lisesi’ni tercih ettim. Zaman su gibi akıp geçti ve ben liseyi bitirdim; kocaman bir delikanlı olmuştum. Bir sürü kız peşimden koşuyordu; düğünlerde saz çalıyor, köylerde harçlık çıkarıyor, kazandığımı anama babama veriyordum. Fakirdik biz. Köyde toprak kıymetliydi; yerleri çok olan kızları rahmetli anacığım bana almaya çalışıyordu. Bense okumak istiyordum. Bu yerleri çok olan kızlar bazen önüm keserdi, anacığım da onlara bayılırdı ama benim içim boştu, hiçbiriyle ilgilenmiyordum. Annem, “Oğlum şu kızı al, bu kızı al, şu kadar yerleri var, rahat edersin” derdi. O zamanlar şehri bilen çok yoktu; köy kıymetliydi. Anacığım da beni kendi kafasına göre düşünüyordu sonuçta. Ana yüreği, evladının iyi olmasını ister. Ama ben okumak, ilerde bir yerlere gelmek istiyordum.
Hafta sonları, eğer şehirde iş bulamazsam kumanyamı alıp köye gelirdim. Köyde de yoğurt, tereyağı gibi erzak alıp hafta başında şehre dönerdim.
Bir Nisan ayı yine köye geldim. Mısır tarlaları “herkleniyor” (fide dikiliyor) idi. Orada gördüm can yarimi. Büyümüş, serpilmiş… Dayımın kızıydı. Daha önce hiç böyle görmemiştim onu. Anneme yardıma gelmişti. İlk defa göz göze geldik, içimden bir şeyler akıp gitti. Onun bakışları da aynıydı. Yanıma geldi, birlikte tarlayı “herklemeye” başladık. Kader bizi ilk defa orada yan yana getirdi; bir tuhaf oldum. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım.
Artık hayatımın akışı değişmeye başlamıştı. Eve geldim, duş alıp yiyeceklerimi hazırladım, şehir yolculuğuna başlayacaktım ki birden bir el elime değdi. Baktım, oydu. Elimi yavaşça çektim ama içimde fırtınalar kopmaya başladı. Nur yüzlü sevdiğimle ilk kez bir duygusallık yaşadık.
Sevgili okurlarım, önümüzdeki ay köşe yazımda kaldığımız yerden devam edeceğim. Sizleri çok seviyorum. Çok acılar çektiğim şu 20 aylık süreçte hep yanımda oldunuz, iyi ki varsınız.
YORUMLAR