Değişime Ayak Uydurmak
Merhaba,
Dünyada maddi alana dair hiçbir şey yoktur ki değişmesin. Her şey sürekli bir değişim içindedir. Her değişmede eski düzen, imkân ve koşullar yok olmaktadır.
Söz konusu değişmelere hem neden oluyoruz hem de uymamakta ısrar ediyoruz. Uymayanlar doğaya yeniliyor ve yok olup gidiyor. Uyanlar ise hayatlarını başarılı biçimde sürdürüyor. Ayakta duran Siyasi partiler, şirketler, ticaret haneler, futbol takımları, fabrikalar ve devletler gibi…
Farklı bir şeyi bilmek için geçmişten veya az önceden olanlardan farklı olan bir şeyin olması gerekir. Geçmişte var olandan başka bir var olana geçiş değişimi ifade eder. Bu anlamda kullanırsak değişim süreklilik gösterir.
Ünlü filozof Heraklit her şeyin değiştiğini ifade etmek için “Aynı ırmaklara girenlerin üzerinden farklı sular akar.” Demiştir. Gerçekten de bir nehirde akan su aynı su değildir, farklı sudur.
Bir saniye önce akıp giden su ile bir saniye sonra akan su aynı su olmadığını görmek istersek görebiliriz, görmek istemiyorsak göremeyiz…
Örnek: Suriye’de, Libya’da, Azerbaycan’da, Afrika’da Türkiye’nin bulunması bir değişimdir… Eğer, Osmanlının söz konusu topraklarda bulunmasının nedenlerini bilirsek değişimi de anlarız…
Veya İmamoğlu’nun Karadeniz gezisinde Nagehan Alçı, Ertuğrul Özkök… gibi karşı mahalledeki gazetecilerin katılmasını bir değişim olarak algılarsak söz konusu gazetecilerin davranışlarını normal karşılarız…
Eyvah Nagehan Alçı ve Ertuğrul Özkök İmamoğlu’nun safına geçti veya İmamoğlu kulvar mı değiştiriyor veya İmamoğlu partisine rağmen Karadeniz turuna çıkmasını itaatsizlik olarak bakarsak değişimi fark edemeyiz…
Değişim zamanla gerçekleşir. Zaten değişimin kendisi zaman kavramını oluşturur. Değişimin ve zamanın beraberinde getirdiği yeni düzen, olgu ve durumlara uymak zekânın tanımını oluşturur. Modern psikologlarda bu görüşü paylaşanlar çoktur. Bizim zekâlı varlıklar olduğumuza göre değişime uymamız gerekir.
Yerinde durmayan ve değiştiğini gösteren geçmiş olaylardan örnek verelim: Sanayi devrimi öncesinde kentli insan tipi veya kentli toplum tipi yoktu. Sanayi toplumunda kentlerin oluşmasıyla farklı kültürlerin bir arada yaşamak zorunda kalmasını, değişimin tezahürü olarak ifade edebiliriz…
Yine sanayi devrimi öncesinde insanlar ancak bir veya iki yıllık iaşesini üretebiliyorlardı. Ama fabrikaların faaliyete geçmesiyle bireyler, toplumlar daha doğrusu büyük devletler on beş yirmi yıllık besin stoku yapabiliyor.
Amerika ise yetmiş yıllık petrol ihtiyacını, Çin ise 20 yıllık gıda ihtiyacını depo ettiğini basından okuduk. Ayrıca eskiden ekonominin önemli bölümü besin maddeleri üzerine iken bugün dayanıklı tüketim malları ve iletişim araçlarının önemi üzerine değişim görülmektedir.
Söz konusu değişim esnasında milli düşünme konusunda bazı insanlar ve siyasiler, farkında olmadan taviz veriyor, terör örgütlerine de mesafeli duruyor, art niyetli değildir ama tehlikeyi de göremiyor…
Örnek: İttihat Terakki Cemiyetinin Avrupa’daki değişime ayak uydurarak farkında olmadan Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasına neden olması gibi…
S. Harris göre:
1.“Kötümser yalnız tüneli görür,
2.İyimser tünelin sonundaki ışığı görür,
3.Gerçekçi tünelle birlikte ışığı ve diğer tüneli de beraber görür.”
Sonuç:
Kötümser ve iyimser düşüneneler art niyetli değildir ama duygularının esiridir, çözüm üretemezler ve kaosu teşvik ederler… Neden kaosu teşvik ederler? Hain oldukları için değil, beceriksiz olduklarını kimse anlamasın diye…
Tünelle birlikte ışığı ve diğer tüneli de beraber görenler milli düşünen insanlardır…
Değişime uymalıyız ama tünelle birlikte ışığı ve diğer tüneli de beraber görebilmeliyiz. Sadece tüneli ve ışığı görüyorsak milli düşünemiyoruz demektir. O halde;
Milli düşünebilmek için “tünel + ışıktan sonra muhtemel bir tünelin olabileceğini görebiliyorsak milli düşünebilmek için gayret ediyoruz, demektir… Aksi takdirde farkında olmadan terör örgütlerini yönetime ortak ederiz ki Osmanlı İmparatorluğunun akıbeti ve Suriye’nin içinde bulunduğu durum %1 orarnında bile olsa tekerrür edebileceğini düşünebilmeliyiz…
Selam ve saygılarımla
YORUMLAR