Haber-Yorum: Muhsin AKIL
Diyarbakırlı Ramazan Hoca, İslami düşünce ve fikirleriyle, kısa ve pratik yorumlarıyla, kişilik ve karakteriyle, sade/yalın yaşam tarzıyla sosyal medyada dikkat çeken ilginç/enteresan bir insandı. Diyarbakır Ulu Cami çevresinde vermiş olduğu nasihat, vaaz, sohbetleriyle gündeme gelmiş sosyal medyada çok izlenen (takip edilen) meşhur biri olmuştu. Asıl adı Ramazan Pişkin’di. O artık toplumun Diyarbakırlı Ramazan Hocası olmuştu.
Diyarbakırlı Ramazan Hoca, adı üstünde Diyarbakır’da doğup büyüdü. Küçük yaşlarda ilime ve bilime merak sardı. Çok kitap okuyordu. Ömrünü İslam’a adadı. Kelime hazinesi çok genişti. Hafızası ve analiz yeteneği müthişti. Yabancı dillere de aşinalığı vardı. Okuduklarını sindiriyor, özümsüyor ve sonra da çevresine anlatıyordu. Araştırmaları ve okumaları 28 yıl boyunca devam etti. İslam’la haşır-neşir olmuştu. Öğrendiklerini halka anlatıyordu. Bilhassa Diyarbakır Ulu Camii avlusunda ve çevresinde halka vaaz vermeye başlamıştı. Anlattıkları sosyal medya tarafından dikkat çekti. Uzun süre kendisiyle röportajlar yapıldı. Ramazan Hoca’yı kimi deli, kimi veli, kimi filozof, kimi de kendi halinde bir meczup olarak sıfatlandırdı. Geçimini mezarlıklarda ağaç budayarak, tespih satarak sağlıyordu. Diğer zamanlarında Diyarbakır Ulu Camii çevresinde halka vaaz vererek (İslam’ı tebliğ ederek) geçiriyordu.
Ramazan Hoca, Diyarbakır Ulu Camii çevresinde vermiş olduğu vaazlar nedeniyle ilk zamanlarda Camii imamları ve Cami cemaati tarafından dışlanmış, eleştirilmiş, ağır ithamlara maruz kalmıştı. Kendisine deli/meczup denilmeye başlanmıştı. Hakkındaki şikayetler ve iftiralar nedeniyle kısa bir süre deli/(akıl hastası) denilerek hastaneye yatırılmıştı.
Ramazan Hoca Kendisine yöneltilen hiçbir soruyu cevapsız bırakmıyordu. Kur’an merkezli felsefi, psikolojik, sosyal ve bilimsel mantık üzerinden siyasi, sosyal/toplumsal, dini, ahlaki yorumlarıyla bir hayli dikkat çekmişti. Dervişane, filozofik ve alimane beyanlarıyla artık Ramazan Hoca adıyla ün/şöhret yapmıştı. Namı/şöhreti Diyarbakır’ı aşmış tüm Türkiye’yi sarmıştı. Hatta dünyanın birçok yerinden de tanınmaya başlamıştı.
Ramazan Hoca’nın sosyal medyada gündeme geldiğinden bu yana videolarını, röportajlarını ve medyada çıkan haberlerini yakından takip ediyordum. Ramazan Hoca’nın sevimli, sempatik ve sade/yalın hali çok dikkatimi çekmişti. Oysaki asıl dikkatimi çeken düşünceleri, fikirleri ve beyanlarıydı. Ramazan Hoca’nın fikirleri, düşünceleri beni etkilemiyordu. Çünkü 45 yıllık İslami, siyasi, kültürel, sosyal, felsefi, psikolojik birikimim ve tecrübelerim vardı. Fakat Ramazan Hoca’yı çok iyi anlayabiliyordum.
Ramazan Hoca’nın bazı görüşlerine katılmasam da aslında düşünce ve fikirleri bana göre mantıklı, akla uygun ve Kur’an ve Sünnet ile çelişmiyordu. Mezhepler, tarikatlar, cemaatler üzerine ağır eleştirilerde bulunsa da kendi deyimiyle ‘bütünsel bakışı’ toparlayıcı oluyor ve eleştirel boyutta kalıyordu. Ramazan Hoca fikir ve düşüncelerini ne kadar tavizsiz ifade etse de aslına çoğu zaman kendi tabiriyle orta yolu (vasat) seçtiğini de aleni bir şekilde belirtiyordu.
Ramazan Hoca’nın şu anki düşünce ve fikirleri okuduğu eserler/kitaplardan kaynaklanıyordu. Bir zamanlar İslam coğrafyasını ve Türkiye’deki Müslüman gençliği de bir hayli etkisi altına alan İslamcı düşünür/yazar ve alimler arasında yer alan İbn-i Teymiye, Mevdudi ve Seyit Kutup’tan çok örnekler veriyordu. Kur’an ve Sünnet diyerek ayet ve hadislerle düşüncelerini, fikirlerini pekiştiriyordu. Aynı zamanda kendisine yöneltilen sorulara cevap verirken bilimsel verilerle örneklendiriyordu. Bazen bir matematikçi, bazen bir fizikçi, bazen felsefeci, bazen psikolog, bazen bir imam/vaiz, bazen sade/yalın bir derviş gibi cevap veriyordu. Ara-sıra da İngilizce telaffuzları ile de dikkat çekiyordu. Fakat yine de ‘O’ bizim tanıdığımız, bildiğimiz, toplumun gözünde ve gönlündeki Diyarbakırlı Ramazan Hoca’sıydı.
Ramazan Hoca, nasıl ki mezheplere, tarikatlara, cemaatlere farklı bir açıdan/pencereden bakıyorsa devlete, siyasete ve bazı ideolojik düşüncelere de farklı bir açıdan/pencereden bakıyordu. Mezheplere, tarikatlara, cemaatlere, devlete, siyasete, ideolojik düşüncelere bakışı/yaklaşımı çok farklı olması ve bunlar üzerine ağır eleştirilerde bulunması ister-istemez şimşekleri üzerine çekmiş ve sürekli tehdit edilmeye başlamıştı. Ramazan Hoca bütün bu tehditlerden ve baskılardan bıkmış olacaktı ki yakın bir zamanda (8 ay önce) İstanbul’a taşınmış ve Fatih/Cerrahpaşa’da bir çayevi açmıştı. Rızkını bu çayevinden kazanıyordu. Vaaz ve sohbetlerine de kendi çayevinde devam ediyordu.
Oysaki sözkonusu tehditler ve tahrikler İstanbul’da da yakasını bırakmamıştı. İşte böylesi sade/yalın ve kendi halinde vaaz ve sohbetleriyle sosyal medyada efsaneleşmiş bir insanı, toplumun Ramazan Hoca’sını geçen gün (31 Ocak 2024) tarihinde öğle saatlerinde İstanbul/Fatih/Cerrahpaşa’da kendi işletmiş olduğu çayevinde birileri tarafından hem de namaz kılarken bıçaklanarak öldürülmüştü. Diyarbakırlı Ramazan Hoca’nın bir cani tarafından hunharca öldürülmesi tüm sevenlerini üzmüş ve derin acılara boğmuştur. Tabi ki ben de çok üzüldüm. İçimde yoğun bir burukluk ve üzüntü oluştu ki o yüzden bu yazıyı yazdım.
Ve yazımın sonunda duygu yoğunluğu içinde Yunus Emre’nin sözlerini mırıldandım. “Bir garip ölmüş diyeler, Üç günden sonra duyalar, Soğuk su ile yuyalar, Şöyle garip bencileyin.” Fakat Ramazan Hoca’nın ölümü üzerinden üç gün geçmemişti. Hemen duyuldu. Yakınları, sevenleri onu yalnız bırakmadı. O’nu hayırla yad ettiler. Diyarbakır’da defnettiler. Diyarbakırlı Ramazan Hoca bu dünyaya nasıl ki garip geldi ölümü de garip bir şekilde oldu!.. Bu dünyadan bir garip Ramazan Hoca da göçtü. Allah(cc) rahmet eylesin. Mekanı Cennet olsun.