Modaya ve tüketim çağına ayak uydurduk. Değirmenin suyu tükenir diye hiç korkmadık. Üretmeden tükettik. İhtiyaç olmadan daha fazlasını harcadık. Borçlandık. Borç yiyen sadece kendi kesesinden yemedi tabii ki. Harcama sorumluluğunun, zekât nisabının, kurban ve fitrenin mesuliyet derecesini de iyi ayarlayamadık. Borcumuz hiç bitmediği için mükellef de saymadık kendimizi. Bolluktan usandık. Giydiklerimizi dağıtıp yenisini aldık. Plajlı tatillere özendik. İhtiyaçların haddi ve hududu çizilemediği için de hep muhtaç saydık kendimizi. Mali mükellefin sorumluluk sahasına bir türlü dâhil olamadık(!) Hep eksik, borçlu ve ihtiyaç sahibi hissettik kendimizi. Daha kaliteli ev, daha lüks eşya ve daha üst model araba peşinde koştuk. Yoksul muyduk yoksa nimetlerden yoksun mu, neydi bu aç gözlülüğümüz anlayamadık.
Faiz günahından çekinmeyip banka kredileri çektik. Kredi kartlarımızı son limitine kadar kullandık. Olmadı, limit artırımlarına gittik. Ödeyemediğimizde kartı karta ödettik. Gün oldu asgari kısımlarını ödedik. Paramız olduğunda ise getirisi fazla diyerek yüksek faize yatırım yapıp faiz geliri yedik. Bunun karşılığında dünyalık imkânlarımızı artırdık. Uzun yılları kapsayan borç yüküne girdik. Meşru gördük bankacılığı. ‘Kim kime borç verir bu devirde, banka olmasa’ dedik. Kuru akılla hüküm veren esnek fetvaların ve din diye anlatılan felsefeci görüşlerin gölgesine sığındık. Ne tatile gitmekten vazgeçtik ne gezmelerden. Müslüman için gerçekten ihtiyaç mıydı bunların hiç birisi demedik.
Gösteriş, sitayiş ve keyife daldık. Nimeti vereni unuttuk. Allah bize veriyor ya fakire de versin diye düşündük. Biz de verelim demeyi bir türlü akıl edemedik. Bizim olanı kendi hakkımız görüp, Allah’ın verdiklerinden Allah için kullarıyla paylaşmayı yeterince uygun görmedik. İşimize gelmedi çünkü. Kendimize müslümandık nasılsa! Bencilleştik. Enaniyet duygumuz tavan yapmıştı. Modern Müslümanlardık. Temiz ve şık insanlardık. Süslüydük. Havalı gözlüklerimiz, şık arabalarımız, ütülü kıyafetlerimiz, parlak ayakkabılarımız, kirli sakallarımız vardı. Yüksek binalı evlerimiz, konforlu dairelerimiz, yumuşak koltuklarımız vardı. ‘Allah nimetini kulunun üzerinde görmek isterdi’ ya hani… Müslümana dünyalık nimet yasak mıydı sanki? Allah’ın mülkünde hükmümüz sürerken yine onun verdiği rızıklardan bolca istifade etmeyecek miydik yani? ‘Bir hırka bir lokma’ devri geçeli çok olmuştu. Kanaat edebilirdik tabii ki de. Ancak önceliğimiz farklıydı. İhtiyaç listemizin tamam olması gerekirdi. Cimriydik, dünyacı idik, muhteristik. Yaptıklarımız için bahanelerimiz hazırdı velhasıl. Seküler Müslümanlardık artık ve bir o kadar da mutluyduk…
Allah’ın (cc) Hz. Musa’ya sorduğu gibi bize de “Kulum benim için ne yaptın” diye sorması halinde, verecek cevabımız var mıydı? Yoksa ‘Senin verdiklerinle dünya da kendimize yalancı bir cennet kurduk Ey Rabbimiz’ mi diyecektik?
Oysa sonunda en iyi evimizin kabir, en lüks arabamızın tabut, en şık kıyafetimizin kefen ve en güzel tatilin cennet olacağını nasıl da unutuvermiştik…
YORUMLAR