Bir sosyal medya platformunda “İyilik iyidir” sözü dikkatimi çekmişti. Kozmik düzenle uyum içinde olduğumuzda, iyilik yaptıkça bir evrensel ilkenin inşasına katkı sağlarız. Platon’un ifadesiyle, “Mükemmel olmayan, fâni şeylerin içinde devindiği sahne içinde insanı sınırların ötesine taşıyarak, tamlık, eksiksizlik, mükemmellik arayışına sevk eder.” Evrensel ilkelerle hareket ettiğimizde iyiliğe yönelik çabamız, erdemli olmamızı; erdemli olmamız ise iyiliğin bir yaşam alanı oluşturmasına zemin hazırlar. Kötülüğü bertaraf etmenin en sağlam yolu, duyarlı, ahlaklı, sorumluluk sahibi ve cesur bir nesil yetiştirmekten geçmektedir.
Güç sahibi olma isteği, insan doğasının temel arzularından biridir. Ancak bu dürtü kontrolden çıktığında, bireylerin etik sınırları zorlayarak acımasız yöntemlere başvurmalarına neden olabilir. Güç elde etme ve bunu koruma isteği, bireyleri rakiplerine karşı hileye, adaletsizliğe ve baskıya yönlendirebilmektedir.
Dünyaya baktığımızda savaşlar, adaletsizlikler, ekonomik eşitsizlikler, çevre tahribatı ve sayısız başka sorunla karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Bu sorunların başlıca kaynağı, gücü elinde bulunduran bazı kişilerin etik dışı, acımasız ve narsistik kişilik yapılarıdır; bu kişiler toplulukların kaderleriyle oynayarak endişe yaratmaktadır.
Tarih boyunca pek çok lider, gücü elde etmek ve korumak adına ahlaki değerleri göz ardı ederek vatandaşlarını manipüle etmiş; gerektiğinde yalan, iftira, karalama gibi yöntemlere başvurmuştur. Machiavelli’nin “amaca giden her yol mübahtır” anlayışı ile etik değerlerin çoğu zaman güç uğruna göz ardı edildiğini görmekteyiz. Bir kişi ya da siyasal grup, gücü elinde bulundurduğunda acımasız yöntemlerle muhaliflerini veya rakiplerini bastırma yoluna gidebilir.
Üst düzey pozisyonlara yükselen kişilerin bir kısmında narsistik veya psikopatik eğilimler ortaya çıkabilmektedir. Empati eksikliği ve aşırı özgüven gibi özellikler, bu tür kişilik yapılarına sahip bireylerin daha hızlı yükselmesine olanak tanır. Dolayısıyla bu bireyler, sorumluluk aldıkları toplulukları ya da ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda yönetme eğilimindedir.
Empatiden yoksun, yalnızca kendi çıkarını düşünen bir lider, toplumun genel iyiliğinden çok kendi konumunu ve menfaatlerini korumayı önceler. Toplumlar ise bu nedenle sıklıkla yöneticilerinin adaletsiz ya da acımasız kararlarıyla karşı karşıya kalır ve kendilerini geleceğe dair umutsuz bulurlar.
Topluluklar bireylere kıyasla daha kolay manipüle edilebilir. Bu nedenle medya, propaganda ve psikolojik stratejiler, kitlelerin düşünce yapısını ve davranışlarını yönlendirmede güçlü araçlar olarak kullanılır. Duygularına, inançlarına ya da milliyetçilik duygularına hitap ederek kolay manipülasyon yapılır. Bugün “ak” dediğine yarın “kara” diyebilen liderler, kitle psikolojisinden yararlanarak propaganda yaparlar. Bunu yaparken bireyleri korkutma, düşman yaratma veya popülist söylemlerle kendilerini “kurtarıcı” pozisyonuna getirmekten çekinmezler.
Medya kontrolü, bu liderlerin gücünü korumasına yardımcı olurken, yandaş medya mensupları onların lehine yayın yaparak karşıt düşünceleri bastırmaya çalışır. Toplumun bilgiye erişimini kısıtlayan veya manipülatif bilgiler sunan medya araçları, halkı yanlış yönlendirerek insanların güven duygusunu sarsmaya çalışır. Bu durum, kötü niyetli liderlerin yanlış eylemlerini haklı göstermelerine zemin hazırlayarak sorgulayanları susturur.
İktidardakiler, genellikle kendi çıkarlarını paylaşan kişilerle iş birliği yaparak güçlerini pekiştirir. Güç sahibi olanlar, bu dayanışma ile pozisyonlarını korur ve genişletir; böylece iyi niyetli bireylerin veya grupların sisteme dahil olması ve değişim yaratması zorlaşır.
Bürokraside, ekonomide ya da siyasette kötü niyetli kişiler, çıkar ortaklığı içinde hareket ederek güçlerini pekiştirir. Böyle bir yapıda, iyi niyetli biri güce ulaşsa bile, uyum sağlamadığı sürece sistem dışına itilme riskiyle karşı karşıya kalır. Bu tür çıkar odaklı yapılar, kendi içinde sürekli bir döngü yaratır.
Birçok iyi niyetli birey, kötülükle başa çıkmanın zor olduğunu düşündüğü için ya da kendine zarar geleceğinden korkarak sesini çıkarmamayı tercih eder. Bu sessizlik, kötü niyetli liderlerin ve güçlülerin daha rahat hareket etmesine olanak tanır. İyi bireylerin pasif kalması, kötülüğün normalleşmesine ve daha geniş bir alana yayılmasına zemin hazırlar.
Kimi zaman iyi insanlar toplumun yozlaştığını düşünerek mücadele etmekten vazgeçebilir. Ancak bu sessizlik, kötü niyetli kişilere daha fazla alan sağlar ve onların güçlerini pekiştirmesine yol açar. İyilerin sessiz kaldığı durumlarda, kötülerin sesi daha baskın hale gelir ve toplum üzerinde daha etkili olur.
Dünyayı yönetenlerin büyük bir kısmının etik değerlerden uzaklaşmış olmasının sebeplerini anlamak, bu döngüyü kırmak adına önemlidir. Gücün etik değerler ve toplumsal fayda ile denetlenmesi; bireylerin daha bilinçli bir topluluk oluşturması ve iyiliğin hâkim olması için hayati bir adımdır.
YORUMLAR