İnsàn daha yaratılırken çift yaratılmış. Yalnızlık Allah’a mahsûs.
İnsàn cemiyet halinde yaşıyorsa hakikaten insàndır ve bir medeniyetin içindedir. Yalnız, tek başına yaşayan biri, sûretá insàndır. Aslında o bir mağara adamı, yarı insàn yarı hayvan mitolojik varlıklar gibidir.
− Ben yalnız yaşamayı seviyorum, böylesi daha iyi…
Hayır kardeşim, o geçici bir hevestir. Yalnız kalan biri muhabbet edecek kimseyi bulamaz. Böyle olunca da keder sarar ruhunu.
Bunu ilim de söylüyor irfan da. Psikiyatrlara gidenlerin çoğunun ilk ikrarı bu oluyormuş.
Gerçi kalabalıklar içinde yalnız olanlar da vardır. Onlar adam gibi bir muhatab bulamamanın sıkıntısını çekenlerdir.
Hele zamanımızda…
Hir hir hir, kir kir kir… Samimiyetsiz, cıvık, ipe sapa gelmez lakırdılar…
Bendeniz böylelerinin konuşmalarına muhabbet demem.
«Ne münasebet» derim.
Yàni muhabbetle ne alâkası olabilir, böyle lakırdılar muhabbet değildir.
Muhabbet hubb’dan gelir. Sevgi, aşk demektir. Temelinde sevgi olan bir iç dünyasından intişar eder. Yàni böylesi samimi duygularla yapılan sohbete, karşılıklı konuşmaya da muhabbet etmek denilebilir.
Muhabbet insànlar arasında bir hukuk da oluşturur. Bakarsınız kimi zaman birisi diğerinin kalbini kırmamak için “âramızda şunca yıllık hukuk var… (onun hürmetine susuyorum)” falan der.
Hukuk bir haklar manzumesidir. Yàni karşılıklı haklar meydana getirir.
Aranızda bir hukuk oluşmuş kişiye karşı daha fazla müsamaha göstermelisiniz. Onun akrabalarına, hattâ arkadaş çevresine bile daha müsamahalı ve merhametli yaklaşmalısınız.
Hak ve hukuk birlikte kullanılır çoğu zaman bunun sebebi yukarıda anlattığımız hak ve hukuk arasındaki sıkı bağlantı, irtibattır.
Cemiyet hayatının hukuku yegan yegan o cemiyetin bireylerinin karşılıklı haklarını gündeme getirir.
Senin hakların bir başkasının hak sınırını ihlâl edemez. Medeni insànı mağara adamından ayıran da budur.
Medeniyet, adáb-ı muâşeret , görgü demektir bu yüzden.
Büyüklerimiz anlatırdı, eski romancı veya hikâyecilerin eserlerinde de vardır. Şirket-i Hayriye (boğaziçi vapurları) kaptanı yolculara seslenirmiş:
− Efendiler haydi gecikiyoruz, artık bir birinize “siz buyurun efendim” demeyi bırakın da binin vapura…
Bu inceliği şimdiki toplumun bireyleri asla anlamaz.
Anlamalarını beklemek de aslında insafsızlık, haksızlık olur. Zira o eski günlerde İstanbul nüfusu bir milyon falandı. Şimdi onbeş-yirmi milyon…
Çin ve Japonya’ya da bakınız.
Bir birlerini iterek binebiliyorlar metrolara. Zira başka çaresi yok zavallıların.
Ecdadımız boşuna dememiş:
Nerede çokluk, orada …luk!
İstanbul’u kurtarmak isteyen efendiler, onun nüfusunu azaltmaya baksınlar. Beyhude ve lüzumsuz lakırdılar çare ve çözüm değildir. 13.09.2023
YORUMLAR