Üç gün geç kaldım biliyorum. Fakat mühim olan kalbimizdeki izdir, hissiyatımız ve samimi düşüncelerimizdir, milâdî yıldönümler değil.
“Gardiyanların ayak sesleri koğuşun kapısında son buldu, getirdikleri genç bir mahkûmu bıraktılar ve gittiler. (…….) selâm verişinden ve simasından bu gencin nasıl biri olduğunu hemen anlamıştı.
Genç oldukça yorgun ve bitkin görünüyordu, epeyce bir müddet konuşmadı. Daha sonra yaşlı adamdan bir seccade istedi ve kıblenin ne taraf olduğunu sordu.
Sonra kalktı ve yavaş yavaş ikindi namazını kıldı. Yaşlı adam gencin namazını bitirmesini bekliyordu, onunla enine boyuna tanışmak istiyordu. Fakat genç ikindi namazını bitirdiği halde daha namaz kılmaya devam ediyordu, sonunda bitirdi ve yerine geçip oturdu. Yaşlı adam biraz daha yanına yaklaştı.
− Nedir o fazladan kıldığın namaz? Biliyorsun ikindi namazından sonra kılınan nafile bir namaz yoktur? Delikanlı bir müddet cevap vermedi, daha sonra sakin bir sesle:
− Kaza namazı, dedi.
− Ne zaman kazaya bırakmıştın? dedi yaşlı adam. “Gözaltındayken” dedi. (…….) Yaşlı adam onu konuşturarak ve bir şeyleri hatırlatarak üzmek istemiyordu. Fakat yine de kendine hâkim olamadı.
− Ne kadar tuttular göz altında?
− Yirmi dokuz gün. O yirmi dokuz günlük namazımı kaza edeceğim.
(…….) Delikanlı bir müddet sustu ve sonra yaşlı adama döndü:
− Aslında namazlarımı kıldım, bir tek vaktimi bile kaçırmadım fakat…
− Fakat namazın şartlarını yerine getiremedim, hep eksikti. Çoğu zaman abdest alamadım, teyemmüm ettim.
− Olsun, teyemmümle olsun, kabul değil mi?
− Fakat toprak bulamadım teyemmüm edecek, bazen beton duvara, bazen de demir kapıya ellerimi sürerek teyemmüm ettim, kabul olur mu?
− Ne demek kabul olmaz, elbette olur…
− Kıbleyi de bilmiyordum, rica ettim söylemediler. Hem bu arada namazın diğer rükünlerini de yerine getiremiyordum, askıdaydım, hem ellerim hem ayaklarım bağlıydı, çoğu zaman zorla rükua gidebiliyordum, hele hiç secde yapamıyordum.
− Olsun, olsun yine de kabuldür senin kıldığın bu namaz, dedi yaşlı adam. Fakat ses tonu gittikçe değişiyor, ağlamaklı bir hal alıyordu.
− Sen öyle hep kabul kabul diyorsun ama… dedi ve bir müddet sustu genç adam. Daha sonra değişik bir ses tonuyla devam etti.
− Biliyor musun, gözaltında bulunduğum o yirmi dokuz günün on beş günü anadan üryandım, çırılçıplaktım, soymuşlardı beni… Yalvarıyordum onlara, ne olur Allah için bir tek külotumu bana verin, hiç olmazsa namaz kılacağım vakit verin diyordum fakat vermiyorlardı. İşte o şekilde kıldım namazlarımı. Mümkün olduğu kadar toparlanıp avret yerlerimi örtmeye çalışıyordum. Fakat bazen onu da yapamıyordum, bu şekilde namaz kılıyordum…
(…….) Yaşlı adam kafasını kaldırdığında göz yaşlarının baştan sona yüzünü ıslattığını gördü, ağlıyor, ağlıyordu. Sonra birden doğruldu, delikanlının omuzlarından kuvvetlice tuttu ve kendine çekti:
− Bana bak delikanlı!… o namazları kaza etmeyeceksin. O namazları alıp Allah’ın huzuruna varacaksın. “Allah’ım, sana bunları getirdim” diyeceksin. Biliyor musun, belki hayatında kıldığın en önemli namazlar, senin bu namazların olacak.
Yaşlı adam sordu adın ne? Nerelisin? Ne iş yaparsın? Suçun ne delikanlı?
− Adım Muhsin Yazıcıoğlu. Suçum…”
Bu yaşanmış kahredici hikayeyi, BBP’sinde merhum şehidimizin birlikte işkence gördüğü birçok arkadaşından da dinlemiştim. Pazar günü Ahmet Taşgetiren bey, Abdullah Kılıç’ın “Yetmişlerin Türkiyesi’nden Bir Gençlik Hatıratı” isimli eserinden köşesine taşımıştı. Ben de (derli toplu olsun diye) biraz kısaltarak ondan iktibas ettim.
25 Mart 2009 günü (hálâ esrarını muhafaza eden) bir helikopter kazası sonucu Hakka yürüdü Muhsin Yazıcıoğlu. Söylenenler doğru ise ölümünün de insànı kahreden yönü hayli fazla.
Bulduklarında; yaralı fakat sağ imiş. O karlı tepede, aşırı soğuk havada, “bizi kurtarın” diye (112 ile uzun uzun görüşen gazeteci) İsmail Güneş donarak ölmüş, fakat Muhsin reis yaşıyormuş. Kaza mahalline ilk giden derin ekip (artık kimlerse) kurtarmak yerine öldürmek için tüfek dipçiği ile çenesine vurmuşlar…
Güzel insàn, hakiki vatan evlâdı, gerçek Müslüman, davâ arkadaşım Muhsin Yazıcıoğlu ile yüzyüze sohbetlerimiz de oldu. Fakat o yılllarda sivil bir havayolu şirketinde uçuyordum, fazla katılamıyordum faaliyetlere. Yine de tanınıyordum, zira GÜNDÜZ isimli parti gazetesinde yazıyordum (bir yıl boyunca hergün).
Mübarek davâ adamı Muhsin Yazıcıoğlu, yalnız Türkiye’nin sıkıntılarını gündeme getirir, çare ve çözümler arardı. Kabri nurla dolsun. Tüm hakiki vatan evlâdı şehidlerimizle birlikte ruhuna Fatiha. 28.03.2022
YORUMLAR