Mükerrer Hayatlar
Türkiye’de her gün değişik gündem maddeleriyle yaşamımızı sürdürüyor, bazen bu tartışmaları sorguluyor çoğu zaman da onları peşinen “kabul” ediyoruz. Anadolu’da her şeyi peşinen kabul edenlere ‘Ezbere yaşıyor’ derler. Siyasetçilerin söylemleri, TV’lerdeki tartışmalar bize gösteriyor ki hayatı ezbere yaşıyoruz.
İnsanoğlu akletme yetisine sahip, düşünce ufku olan, konuşma kabiliyeti bulunan, vicdan ve merhamet sahibi, sorgulama iradesini özünde barındıran, tefekkür eden bir varlıktır. İslam dininde iman, ibadet ve ahlak ilkeleri büyük önem arz ediyor. Yüce yaradan bizlerden iman etmemizi, ibadet etmemizi ve güzel ahlak ile yaşamamızı istiyor. Çünkü Allah (cc) bizleri mükemmel bir varlık olarak yarattı ve bizlere sorumluluk yükledi. Ancak bizler yaşarken bu sorumluluğu unutup, “mükemmeliyetimizi” kaybeder olduk.
Allah bizlere öyle büyük bir sorumluluk yüklemiş ki çoğu zaman bunun farkında olamıyoruz. Ahzab suresinde, yüklendiğimiz sorumluluk şöyle anlatılıyor: “Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar, bunu yüklenmekten çekindiler, korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o, çok zâlim, çok câhildir.” Bizler bu sorumluluğu akıl ve irade melekemiz ile yerine getirmek durumundayız. Bu nedenledir ki hayatı ezbere yaşamaktan ve mükerrer hayatlardan kurtulmamız gerekiyor. “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır” ilkesi de bu anlamda önemli değil midir?
Ya da: “…De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak selîm akıl sâhipleri ibret ve öğüt alır.” Ortaya bir söz atılıyor ve onun üzerine bilen de bilmeyen de konuşuyor. Sığ tartışmalarla enerjimizi harcıyoruz. Kalıplaşmış bakış açılarımızla kabul veya ret noktasında ısrarcı bir tutum sergiliyoruz. Mesela bir zamanlar yazdığı romanlarla Orhan’ların, şimdilerde söylediği şarkılarla Tarkan’ların belirlediği gündemlerle haftalarca meşgul olabiliyoruz. Öyle ki neyi savunup, neyi isteyip ya da neyi istemediğimizi başkalarının bakış açılarıyla gerçekleştirmek durumunda kalıyoruz. Oysa: “İnsan aceleci yaratılmıştır.” Ve yine “İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister…”
Geleceği bilmek istiyoruz, oysa daha bugünümüze veya geçmişimize hâkim olmuş değiliz. Mesela etrafımızda okunmayı bekleyen çokça kitap varken, biz gelecekte yazılacak olan kitapları merak ediyoruz. Asansörde komşumuza günaydın bile diyememişken, yanı başımızdaki insanların gönlüne girememişken ve çoluk çocuğumuzu yetiştirememişken gelecekteki insanların nasıl olacağını merak eder olduk!
Kazancımızı sevaba dönüştürmeyi, bir yetimin başını okşamayı, yoksulun elinden tutmayı becerememişken gelecekteki servetimizi, evimizi, arabamızı, yatımızı düşünür hale geldik. Daha bu dünyada yaşamayı becerememişken öteki dünyayı merak eder olduk. Çoğu zaman sabır ve tahammülden uzaklaşıyoruz, kolaycılığı tercih ediyoruz. Belki de ahiret saadetini dünyada yaşamak istiyoruz. Bunu yaparken de ‘aceleci’ oluyoruz. Hayrı isterken yaptığımız işler, acelecilik nedeniyle beraberinde şerri de getirebiliyor. Tam da Kıyame suresinde bu konuda uyarılıyoruz: “Hayır! Doğrusu siz acil olan dünya hayatını seviyorsunuz ve âhireti bırakıyorsunuz.”
Menfaate el açıp, nimet vereni unutup, makam mevkilerin şımarıklığına kapılıyoruz. Bu nimetleri kaybettiğimiz zaman da aceleciliğimiz nedeniyle ümitsizliğe düşüyor, kötümser bir ruh haline bürünüyoruz. İslam’ın ve imanın bütün şartlarını ezbere biliyoruz ama bunu tatbik etme noktasında hayal kırıklığına uğratıyoruz. “Allah’ın emrettiklerine inanıyoruz” diyoruz ama Allah’ın nehyettiği; ‘yalan, gıybet, dedikodu, iftira, haram, israf, hak yemekten de geri durmuyoruz. İyi bir insan olmanın, güzel bir hayat yaşamının yolu ve yöntemi apaçık bellidir: Hepimize düşen sorumluluğumuzun farkına varıp, yaşantımızı gözeden geçirmektir.
YORUMLAR