Sen usandırma eli el de usandırmaz seni
Hilekârlık eyleme kimse dolandırmaz seni
Dest-i âdâdan[1] soğuk su içme kandırmaz seni
Korkma düşmandan ki âteş olsa yandırmaz seni
Müstakiym[2] ol Hazreti Allah utandırmaz seni
Kimseye zarar vermeyen kişi kendisi de zarara uğramaz; dolandıran dolandırılır, döveni döver, sövene de söverler. Düşman elinden soğuk su dahi içme, gün gelir pişman olursun. Hem düşman insana boş yere ikramda bulunmaz. Düşmandan korkmaya gerek yok, âyette “Korkulmaya layık olan yalnızca Allah’tır” buyurulmaktadır. Dostu Allah olan İbrahim Peygamberi (a.s), tanrılık taslayan Nemrut’un ateşi nasıl yakamadıysa, onun gibi dosdoğru olursan seni de hiçbir ateş (acı, keder) yakmaz, yıkamaz; korkma… Allah (c.c), sevdiği kullarına düşmanın fendinden daha alâsını ilham eder, melekleriyle yardım eyler.
Hz. İbrahim, putları kırıp baltayı en büyük putun eline vermiş, bu hareketiyle hem onları şaşırtarak hakka dâvet etmiş, hem de istihza ederek düşmanından korkmadığını en keskin bir biçimde belli etmişti… Düşmanlar bizim cesaretimizi görünce kendiliklerinden çözülürler. Sen de Hz. İbrahim gibi olursan seni atmak istedikleri ateşler gül bahçesine döner, Hazreti Allah asla utandırmaz seni.
Hep geçer âlemde hiç bir hâlete yoktur sükûn
Zevkâ bak değmez teessüf etmeğe dünyâ-yı dûn
İstikamet şerr-i âdâdan seni eyler mâsun[3]
Hakk ider eshab-ı sıdkın hasmını elbet zebûn[4]
Müstakiym ol Hazreti Allah utandırmaz seni
Dünya hayatı bir aldanmaca ve oyalanmadır, yalan dünya denilmesi de bu yüzdendir. Bu âlemde hiç bir halin istikrarı, sükûnu yoktur. Bir halden bir başka hale; bir durumdan, bir mevkiden, bir yerden başka bir duruma, yere yahut mevkiye geçilir. (Ey) Zevk sahibi (hazlarıyla, hep mutlu yaşamayı düşleyen) kişi, dünyada rahatlık arama, bu dünya yalan dünyadır; bu yüzden dünyalıktan hiçbir şey için üzülmeye değmez. Oysa doğruluk ve dinde sebat insanı düşmandan, şeytandan korur, faniden bâkî olana ulaştırır… Dosdoğru, sadık kullarını Hakk Azze ve Celle Hazretleri hasımlarının şerlerinden korur, sadık kullarına düşmanlık edenleri rezîl ve rüsvay eder, perişan eyler. Nitekim Hz. İbrahim’in düşmanı Nemrud öyle oldu, Resûlullah’ın (s.a.v) düşmanları da hep rezîl ve perişan oldular. Dosdoğru olursan Hazreti Allah asla utandırmaz seni. Dosdoğru ol, pişman olmazsın…
İster isen hıfz ide ırzın Hüdâ’yı Lemyezel
Irzına â’dâ-yı bedhâhın[5] bile verme halel
Tâ ezelden söylenir halkın dilinde bu mesel
Celb ider elbette insana mükâfaatı amel
Müstakiym ol Hazreti Allah utandırmaz seni
Irzından namusundan emin olmak isteyen başkalarının ırz ve namusunu da korumaya, kendi namusu gibi bilmeye çalışsın. Şan, şeref, namus ve iffetinden emin olmak istiyorsan, kötülük, fenalık yapan düşmanların dahi ırzına zarar verme. Kendi namusunu değerli, korunmaya layık, başkalarının namusunu ise, kirletilebilir yahut önemsiz görenlerin er geç kendi namusları da kirletilecektir. İlahî adaletin icabıdır bu. Zinâ denilen fenalık hep bu yüzden yayılmıştır. İnsanlar çirkin işlere meylettiklerinde, bu işlerin arz-talep halinde yürüdüğünü unutuyorlar. Eğer sen başkalarının ırzına göz dikecek olursan, sen bu yola girip kötülükten men etme işini, böylesi nasihatleri de bırakmış olursun ve böylece insanların azmasında senin de katkın olmuş olur. İlahî adalet gereği bu durum senin yakınlarına da başkalarının musallat olmasına yol açar. Halk buna misâl teşkil edecek ibretamiz hikâyeleri; bunlara ait kıssaları nesilden nesile anlatır dururlar… Bu ırz namus meseleleri yüzünden nice insanlar birbirinin katili olmuş, nice insanlar zindanlarda çürümüştür. Yine insanların hep birbirlerine söyledikleri bir mesel (bir nükte, veciz söz) vardır: İnsana başarıyı, mükâfatı (ancak kendi) salih (yani hayırlı) amelleri sağlar. “Ve en leyse lil insani illa mâseâ” (insana ancak kendi sa’yi, gayreti, çalışması karşılığı olan vardır)[6] âyetini ve bu mühim ayetin tefsirini de mutlaka oku. Dosdoğru olursan Hazreti Allah asla utandırmaz seni.
Gırrelenmez rûz-i ikbâlin görüp ehl-i hired[7]
Her günü bir kadr ider tâkib, her sebti ehad[8]
Seyl-i mevt itdikte berbâd ömrü, baht itmez meded[9]
Böyle âteş-meşreb[10] olma hâk olur birgün cesed
Müstakiym ol Hazreti Allah utandırmaz seni
Akıl sahipleri bir talih günü gördüklerinde “bu benim başarımdır” diyerek gururlanmazlar. Muvaffakiyet ancak Allah’ın dilemesiyle olur. Bu yüzden akıllı olanlar “Bu bana Allah’ın bir lütfu, bir ikramıdır, şükürler olsun” derler. Yine bu akıllı insanlar pek iyi bilirler ki, her günün bir ertesi günü vardır: Cumartesi gününden sonra gelen Pazar günü gibi, her iyi günün ardından bir kederli gün de gelebilir. Bazen varlıklı bazen kıt gelirli oluruz. Bazen sağlıklı bazen de hasta oluruz. Hayat birçok sürprizlerle doludur. Kimse yarın ne olacağını bilme şansına sahip değildir. Zenginlik de fakirlik de, dert ve hastalık da insanlar içindir. Kimi zaman öyle mutlu oluruz ki, hiç bitmeyecek sanırız. Oysa günler peşpeşe geçip gider ve nihayet ölüm seli (ölüm anı) gelip de, hayata; hayatın zevklerine son verdiği zaman, o anda artık hiç kimse için talihin yardımı olmaz. O vakit şanslı kişi odur ki, Rabbinin rızasını kazanmış, ömrünü hayırlarla idrâk etmiştir. Yani amel defterindeki hayırlar fazla, günahlar azdır. Talihsiz ise, ölüm ömrü berbâd olmadan yani sona ermeden kendisi ömrünü berbâd ederek “ateş meşreb” kişilerden olmuştur. Günahlarını burnuna konmuş bir sinek gibi[11] küçük görmüş, yaptığı iyilikleri ise dağ gibi büyütmüştür! Ey nefis! Bir gün bu cesed toprak olacak, başına topraklar atacaklar, böyle (ateş meşreb olup) dünya derdiyle yanıp durma. Dosdoğru olursan Hazreti Allah asla utandırmaz seni.
Halkı tahrib eyleyipde kendin âbâd eyleme
Bu cihanda ev yapıp ukbâyı berbâd eyleme
Nefsin zâlim-i bî-rahme imdâd eyleme
Âlemi tenfir[12] iden ahvâli mu’tad eyleme
Müstakiym ol Hazreti Allah utandırmaz seni
Başkalarına zarar vererek, birilerini küçülterek, insanların omuzlarına basarak kendini yüceltmeye kalkma. İyi bil ki böyle yaparsan asla yükselemezsin. Zira böyle yapanlar büyüklerin büyüğü değil, küçüklerin büyüğü olur ki, bu büyüklüğün (bu değerin) Allah indinde hiçbir ehemmiyeti yoktur. Allah indinde böylesi insanlar hayvandan daha aşağı bir mertebededirler. Unutma ki, bu dünyada ne yaparsan ahirette hesabını vereceksin. Boynuzlu koyundan boynuzsuzun hesabı sorulacaktır. Kimseye yaptığı kâr kalmaz. “O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilmek için darmadağınık halde dönerler. (6) Artık her kim bir zerre ağırlığında bir hayır işlemiş ise onu görecektir. (7) Ve her kim bir zerre miktarı bir şer işler ise onu görecektir. (8)” [13] Kötülük işleyerek ahiretini berbad etme. Nefsin isteklerini yerine getirerek rahmetten mahrum kalma. Nefsine muhalefet et. Bil ki nefsinin emirlerini bizzat Şeytan aleyhillâne vermektedir. Ahlâkını düzelt, insanları bıktırma. Etrafını usandıran, insanların nefretini çeken bir hali alışkanlık etme. Kendini sevdir. Dosdoğru olursan Hazreti Allah asla utandırmaz seni.
Seyyiat, insana nefs-i kemterinden[14] gelir
Her hacâlat âdeme su’i karîninden[15] gelir
İzzet-ü zillet mekâna hep mekîninden[16] gelir
İstikamet, müstakiym-ül hâle dîninden gelir
Müstakiym ol Hazreti Allah utandırmaz seni
Bütün fenalıklar, günahlar insana nefsinden gelir. Bütün utanç verici işler insana kötü yakınlarından, kötü ahbaplarından gelir. “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyliyeyim” denilmiştir. Yücelik de aşağılık da bir yere o yerde oturan tarafından getirilir. “Şeref-ül mekân bil mekîn” denmiştir. Yani mekânın şerefi mekîn (oturan) iledir. Kendine şu üç günlük dünya hayatı için köşkler saraylar yaptıracağına, büyük bir takvâ kalesi yapmaya bak. İnan ki, yaptıracağın saray da olsa, içinde oturan yani sen şerefli değilsen hiçbir şerefi yoktur. Yani oturduğun saray misâli köşkler, bindiğin pahalı binitler (uçaklar, otomobiller, yatlar vs.) sana şeref kazandırmaz, bilakis oturduğu yere şeref kazandıran insanın kensidir.
Baksana, Hz. Peygamberimizin (salat ve selam olsun ona), maddi yönüyle basit olan bir hırkasına (hattâ ayağına giydiği nalinine) baha biçilebiliyor mu? İnsanlar kafile kafile gelip onları koklamaya çalışıyorlar. Onu görünce ağlıyor, kendilerinden geçiyorlar. Hırka mı kıymetli yoksa onu giymiş olan mı? Behey nádân kişi bunu düşün asıl. Nemrut’un kürkleri neden yok oldu da Muhammed’in bir basit hırkası kırk bohçaya sarıldı muhafaza edilerek bugüne ulaştı… Kötü insanlarla düşüp kalkanlar, kötülükleri terkedemeyenler bu tür halet-i ruhiyelere bürünür ve battıkça batarlar. Dinin sahibi Allah, bizlere bu dini tatbik edelim diye göndermiştir. Dinin lafını edip uygulamayan (ilmiyle âmil olmayan) insanlar bedbaht olurlar. Bu bedbahtların bazıları ise, bedbahtlıklarını bedhâhlara (kötülere) mal eder, kendi sorumluluklarını görmezden gelirler. Ne büyük zavallılıktır bu. Vakarlı, temkinli, olmaya çalış. Kendini beğenmişlikten sakın. Doğruluk dînin emridir ve ancak dîn sayesinde insan sağlam, tutarlı hale gelir. Dîn istikameti emreder, istikamet dîn sayesinde mümkündür. İstikametini muhafaza edersen yani dosdoğru, din-i İslâm’ın emrettiği gibi bir ahlâkta (huyda) olursan Hazreti Allah asla utandırmaz seni.
Düşmanı tezlil[17] için hiyleyle itme iştigal
Hüsn-ü efkâra olur hâil cihanda su-i hâl[18]
Yüz suyu dökme, teessüf çekme, etme kıyl-ü kal[19]
Sen sakiym[20] olma, virir maksudun elbet Zül-Celâl
Müstakiym ol Hazreti Allah utandırmaz seni
Harbin dışında hile caiz değildir. Harpteki hile ise taktik anlamındadır, düşmanın yanıltılmasıdır. Asla bir sahtekârlık değildir. Düşmanlar için dahi, sahtekârlık yapmak yolunu tutma. Sürekli olarak hile işiyle meşgul olunursa insan tabiatindeki güzel fikirler yerini çirkin, kötü hallere bırakır. Kötü haller, güzel fikirlere manidir. Oysa müslüman güzel işlerle meşgul olmak, güzel düşünmek zorundadır. İnandığımız gibi yaşamazsak, yaşadığımız gibi inanmaya başlarız. Kimseye yüz suyu dökmek, üzüntü çekmek, insanlara kahr edip dedikodu yapmak doğru değildir. Diyarbakırlı Said Paşa hazretlerinin oğlu Süleyman Nazif tarafından tercümesi yapılan fâzıl-ı meşhûr Ebu’l-Feth el-Bustî’nin Kasîde-i Nûniyye’ler’inde şöyle bir beyite rastladım: “Nâhun-ı minnetle tahdîş etme rûy-ı cûdunu / ‘Arz-ı minnet mâhi-i hâsiyyet-i ihsân olur” (Cömertlik tunçunu beyhude yere minnet tırnağıyla tırmalama, /Minnette bulunmak, yüzsuyu dökmek; ihsanın yani sana gelecek olan ikram ve nimetin hususiyetini, fayda, hayır ve bereketini mahveder…) Bunlarla ruhumuz bunalır, hasta olur. Böyle yapmak yerine hacetimizi Allah’a arz etmeli, her ne istiyorsak O’ndan (c.c), istemeliyiz. O, Zül-Celâl maksudumuzu bilir ve bizi mahrum etmez. Dosdoğru olursak Hazreti Allah asla utandırmaz bizi.
At riyayı elden islaha çalış ef’alini
Boşboğazlık itme, tâdil eyle kıyl-ü kâalini
Sen ne türlü saklayım dersen de su’i hâlini
Hak Teâlâ senden â’lemdir senin ahvâlini
Müstakiym ol Hazreti Allah utandırmaz seni
Gösterişi bırak, Allah rızasını kazanmaya bak. İşlerini düzelt, boşboğazlık etme. Kimseyi çekiştirme. Hadîs-i Şerîf’te buyuruldu ki, “kim bir mü’min kardeşini ayıplarsa o ayıp işi kendisi de işlemeden can vermez”. Bu yüzden kişi önce kendini düzeltmeye bakmalı. Başkalarında gördüğümüz ayıplar bizde yok mudur? Dışarıya karşı iyi insan görüntüsü versek, herkesken ayıplarımızı kusurlarımızı, kötü hallerimizi saklamayı başarsak da, Allah’tan gizleyemeyiz. Allah bizi bizden iyi bilir. Dosdoğru olursan Hazreti Allah asla utandırmaz seni.
Haline şeytan güler, gördükte sende gafleti
Üstüne güldürme öyle düşmen-i bed-sîreti[21]
Hâin olma, vir emânetle cihana şöhreti
Herkesin destindedir âlemde zıll-ü rif’ati
Müstakiym ol Hazreti Allah utandırmaz seni
Şeytan bize kötülükleri fısıldar ve neticeyi aldığını, gaflette olduğumuzu gördüğünde ise, gülerek bizimle istihza eder, eğlenir. Öyle kötülüğün takipçisi, yolu ve kendi kötü bir düşmanı niçin üzerine güldürüyorsun? Emanete ihanet eden kötülerden, hainlerden olma. Şöhret arıyorsan emin olmakla şöhret bul. Peygamber Efendimiz (s.a.v), peygamberliğini tebliğ etmeden önce de insanların en emini olmakla şöhret bulmuştu. Ebu Cehil gibi büyük düşmanları bile kendisine güveniyor, Muhammed’ül Emîn diyorlardı. O’nun (s.a.v) ümmetinden isen sen de bu yolu ihtiyar eyle. Yüceliğin gölgesi herkesin kendi elindedir. Kişi yücelmeyi murâd ediyorsa yücelir, zelil olmak isteyen de zelil olur. Dosdoğru olursan Hazreti Allah asla utandırmaz seni.
Zâmin ü kâfil olan erzaka, Hâlık’dır sana
Mâsivâya serfürû etmek ne layıktır sana
Izdırabı celb eden meyl-i alâyıkdır sana
Gayr içün düşme lisânı nâsa yazıktır sana
Müstakiym ol Hazreti Allah utandırmaz seni
Ayet-i Celile’de “Er rızku âl Allah” buyuruldu. Rızkı veren, ona kefil olan Allah’tır. O halde, Allah’tan gayrısına rızk için baş eğmek layık değildir. Bütün sıkıntıları, ıstırapları üzerimize çeken; lüzumsuz, değersiz şeylere olan alâkamız, düşkünlüğümüzdür. (Lüks ve israf insanı batırdıkça batırır) Hakîkî ihtiyacımız îmandır. Lükse, israfa yönelen isteklerimiz yüzünden ne sıkıntılar çekiyoruz, yazık çok yazık. Değersiz şeyler için insanların diline düşmeye değmez. Hakîkaten ve cidden yazıktır. İnsanlara el açan, onlardan gelecek sıkıntılara da göğüs germek zorundadır. Allah’tan isteyen ise, asla mahrum kalmaz. Dosdoğru olursan Hazreti Allah asla utandırmaz, her murâdını da ihsan eyleyerek yüceltir seni. Müstakiym ol, müstakiym ol.. Dosdoğru olursan Hazreti Allah asla utandırmaz seni. Doğruların yardımcısıdır Hazreti Allah.
———————————————————
[1] Dest-i âdâ: Düşman eli.
[2] Müstakiym: Doğru, dosdoğru (yamukluğa sapmayan hayırlı ve doğru istikamet)
[3] Mâsun: Korunmuş, esirgenmiş, selamette…
[4] Zebun: Güçsüz, zayıf
[5] Bedhah: Herkesin kötülüğünü isteyen, düşman.
[6] Necm Sûresi (53. Sûre), 39. âyet-i celîle.
[7] Gırrelenme: Gururlanma, böbürlenme. Rûz-i ikbâl: iyi, talihli gün, Ehl-i hıred: Akıllılar, kafası çalışan salihler.
[8] Cumartesi (yevmus- sebt ) gününü Pazar (yevmul-ehad) gününün takip etmesi gibi. Arapça haftanın günleri şöyledir: Cuma günü: Yevmul- Cum’a (يوم الجمعة ) Cumartesi günü: Yevmus- Sebt (يوم السبت) Pazar günü: Yevmul-Ehad (يوم الاحد) Pazartesi Günü: Yevmul- İsneyn: (يوم الاثنين) Salı günü: Yevmul- Sülasa (يوم الثلاثاء) Çarsamba günü: Yevmul- Erbãa: (يوم الاربعاء) Persembe günü: Yevmul- Hamis: (يوم الخميس)
[9] Seyl-i mevt: Ölüm seli. (Sekerat-ı Mevt de denilen ölüm sarhoşluğu anı, ölüme çok yakın olunduğu anlar), Meded: yardımcı, elinden tutan.
[10] Ateş meşreb: ateşle yakınlık kuran. Cehennemi hafife alan, halk arasında Cehennemlik, kefere denilen takım…
[11] Hadîs-i Şerîf’te “Mü’min günahlarını üzerine devrilecek bir dağ gibi görür, münafık ise burnuna konmuş bir sinek gibi” buyurulmuştur. “Mü’min bir mideyle, kâfir yedi mideyle yer” Hadîs-i Şerîf’inde olduğu gibi burada da mü’min olarak kalmak istiyorsanız, günahlarınızı böyle görün denilmektedir.
[12] Tenfir: usandıran, bezdiren, nefref ettiren.
[13] 99. Sûre, Zilzâl Sûresi, 6, 7, 8. âyet-i celîleler.
[14] Seyyiat: Kötülükler, günahlar. Nefs-i kemter: Aşağılık nefs.
[15] Hacâlat: Utanılacak iş, utanma. Su’i karîn: Kötü yakınlar, kötü arkadaş, kötü akraba.
[16] İzzet: Şeref, yücelik, Zillet: Haysiyetsizlik, alçaklık. Mekîn: Oturan, mekânda mukim olan, yerleşen, bulunan.
[17] Tezlil: Zelil etmek, hakir etmek.
[18] Hüsn: güzel, Efkâr: fikirler, Hâil: Mani, engel. Suî hal: Kötü hal, kötü işler, ayıplar…
[19] Kıyl-ü Kal: Dedikodu, gıybet, birilerini çekiştirmek, boş laflarla fitneye sebebiyet vermek.
[20] Sakiym: Hasta, perişan..
[21] Bed sîret: Kötü suretli, çirkin suratlı, içi dışı kötü, çirkin ve iğrenç olan kişiyi…
YORUMLAR