Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) tarafından üç yılda bir yapılan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) araştırmasının 2022 yılı verilerine göre, Türkiye’deki çocukların yarısına yakını, okuduğunu anlamıyor. Her üç alanda da 2018 yılı ölçümüne göre biraz daha üst sıralara çıkılmış olsada, genel olarak orta düzeyde olduğumuz anlaşılıyor…
Ülkemizde, öğrencilerimizin okulda öğrendikleri bilgi ve becerileri uygulamaya aktarmada ki başarı oranları, dünyada okul çağındaki öğrencilerin başarılarıyla kıyaslandığın da genel ortalamada 81 ülke arasında 30’uncu, 37 OECD ülkesi arasında 32’nci sırada olduğumuzu görüyoruz ki.. Edinilen bilgi uygulama alanları arasında ki kopukluk acele giderilmesi gerektiği analaşılıyor…
Öğrencilerimizin okuma becerilerinde 456 puanla 37 OECD ülkesi arasında 30’uncu, matematik alanında 453 puanla 32’nci, fen alanında ise 476 puanla 29’uncu sırada yer aldığı görülsede asıl dikkate almamız gereken sıralama OECD ülkeleri sıralaması olmalıdır. Neden öğrencilerimiz okuduklarını anlamıyorlar derseniz, ben dil birliğinin olmaması derim, bu ne demek derseniz? Bir ana dil resmi dil arasında kalan öğrenciler var, iki Din dili ile resmi dil arasında kalan öğrenciler var, üç Osmanlıca diye bir dilimiz var okuduğumuzu analamak üzere geliştirilmiş olsa gerek… Dört, Din egştşmşnde anlamadan ezberciliğe dayalı alışkanlıkların oluşturduğu anlamamaya dayalı, Arabca yabancı dil egitiminin verdiği anlamama alışkanlığı var… Ayrıca Türkce metin acılımlarında, egitimde anlamaya dayalı degil, şekle dayalı zamanın daha çok olması da anlama önünde engel olabilir.. Bunları çözdükce öğrencileirmiz okuduklarını anlayacaktır…
Almanya, Hollanda ve İzlanda’da, bir önceki dönem olan 2018’de yapılan testle kıyaslandığında, matematikte yaklaşık 25 puanlık bir düşüş söz konusu iken, dünya genelinde 15 puanlık bir düşüş var. Okuma konusunda dünya genelinde ortalamada ise pandemi etkisiyle 10 puanlık düşüş kaydedildi. Türkçede 75 sorudan 48’ine doğru cevap vermişlerdi… Matematik, fizik, coğrafya, kimya, din kültürü ve ahlak; bütün bu derslerde 75 soruya veren doğru cevaplarının oranı 30’lu ve 40’lı sayılarda kalıyordu. Yani “orta”, vasat… Burada biz bir tık yükselirken digerler ülke öğrencileri düşüyorsa, biz işi biraz daha ciddiye alırsak ortalamadan kurtulabiliriz… Bunun içinde din egitimiyle din okulları arasında ayrım yapmamız gerekmektedir. Din egitimine akıl, bilim ile evet, fakat bu kadar din okuluna gerek varmı diye sormamız gerekmez mi?
Egitim de pandemi etkisin de olduğu bir gerçektir, Ülkemizde okulların OECD ülkelerine kıyasla çok daha uzun süre kapalı kaldığıda unutulmamalı bu nasıl telafi edilir üzerine uzman aklıyla düşünülmelidir… Türkiye’de kız öğrencilerin “okuma” alanında, daha başka alanlarda erkek öğrencilerden çok daha iyi durumda olması, kızların egitimi önemsemelerinden mi kaynaklanıyor acaba? Fen alanında ise daha iyi performans gösterilmesi biraz caba, biraz ideolojik ve dini egitiminden zamanından daga fazla bilimsel yönteme ve bilgiye dayalı, gerektiğinde yapay zekadan da yararlanarak egitim alanında reformlarla (ihyalarla) vasatlığı aşabiliriz, egitimde vasatlığın aşılması demek her alanda yükselmek için adım atmak demektir…
Finlandiya’da bile 2003 verilerine göre, 60 puanlık bir düşüş olduğu görülüyor, demekki ön yargılarımızdan sıyrılır, bilimsel bilgiyle çatışmazsak, daha iyi olma ihtimalimiz vardır…
Eğitim de gelir adaletsizliğinin etkilerine bakmadan egitime bakılamaz diyebiliriz.. Biz toplumun %3-4’ünü iyi yaşatmak için en alt gelir grubunu yoksul yaşatma alışkanlığımızdan acilen vaz geçmeliyiz.. Bu ekonomik eşitsizlik sosyal etşitsizliği, sosyal eşitsizliklerde toplumsal fitneleri körüklüyor denilebilir..
Salgın zamanı Türkiye’de sosyoekonomik açıdan avantajlı öğrenciler -yani sosyoekonomik statü açısından aileleri en üstteki yüzde 25’lik dilimde yer alanlar ile dezavantajlı öğrenciler, yani aileler, sosyoekonomik statüde en alttaki yüzde 25’lik dilimde yer alanlar kıyaslandığın da matematikte 82 puan geride bıraktıkları görülüyor. Eğitimdeki eşitsizliğin ve gelir adaletsizliğinin eğitim üzerindeki doğrudan etkisi üzerine düşünülmeli ve çözümler üretilmelidir.. Yoksa egitimde fırsat eşitliği yok olur, sanki gizli bir kast sistemi inşa edilir…
Türkiye’de öğrenme kaybı veya duraganlık PİSA dan belli oluyor, bu konuda MEB tarafından telafi edilmeye çalışılsada, , bu çalışmaların yeterli sayıda çocuğa erişip erişemediği, erişilenlerde ne kadar etkili olduğu, öğretmenlerin evrensel öğrenme ölcülerine göre durumları, eğitim yatırımlarının krizin ihtiyaçlarına uygun olup olmadığı ve bu uygulamaların ne kadar etkili olduğu konusunda iki tane ölçme-değerlendirme çalışmasının sonuçları kamuoyuyla paylaşılmadı. Bizde genel olarak hoşumuza gitmeyen sonuçlar gizlenir, bu gizleyiş aslında kendimizi kandırmak demektir… Bir sorunumuz var ve biz bunu çözmek yerine yok sayarsak, nasıl sorunumuzu çözebiliriz ki?
Okulun Sosyalleşmeye Katkısı Acısından Egitimde Durum Nedir?
Eğer okulu sadece çoktan seçmeli test çözme mekânı olarak kurgularsanız, sadece bilgiyi verir uygulama alanı olan her alanda atölyeler bulunmazsa, egitimdeki bilgilerin ister hayatın olagan akışı içinde uygulanması, ister uygulama atölyelerinde uygulanması saglanamazsa bilgi teoride kalır, pratiğe dönüşemez, bu dönüşüm önünde engeller üzerine de düşünülmelidir…
Peki, tüm bu gidişatın, bu eğitim ve öğretim krizinin önüne nasıl geçilir? OECD bu yılki PISA raporlarında dört temel öneri getiriyor, bizde siyasetciler ve üst düzey yöneticiler her şeyi bildiklerinden dolayı bu önerileri de dikkate alamazlar… Bu önerilerle Eğitim üzerine yazımızı bitirelim, ama sorunları üzerinde düşünmeye devam edelim…
Öğretmelerin daha iyi egitilerek yetiştirilmesi….
Öğretmenlik sınavındaki puanlarla PISA sınavında öğrencilerin aldığı puanları mukayese etti, “ öğretmen ne kadar biliyorsa o kadar öğretebilir” diyerek aynı kavramı vurguladı, “orta yeterlik tuzağını aşmak için, bir aileyi güçlendirmek, iki öğretmeni güçlendirmek, üç öğrencilere bilgiyi ilgi çekecek şekilde sunmak çözüme katkı sunabilir.. Mesela öğretmen olmak için, alanında yüksek lisans şartı getirilebilir, Eğitim Fakültelerin de uygulamalı egitime önem verilmelidir…
Eğitimde aile, velileri egitime daha fazla katmalıyız, velilerin öğrencilerin hayatlarına dokunmasını, okuldaki karar alma süreçlerine katılımlarını sağlayarak, ev, okul arasında egitim bagının kurulması da diyebilecegimiz bir ortam oluşturulmalıdır…
Dijital eğitim araçları ve kaynaklarına tüm çocukların ilgi alanlarına göre erişim imkanı verilmesi, yönlendirilmesi, öğrencilerin ve meraklı yetişkinlerin etkin kullanılır hale getirilmesi, dijital egitimin ve materyallerin egitime katkısı ihmal edilmemelidir…
Bu yıl açıklanan PISA verilerine göre, 6-15 yaş aralığında öğrenci başına ortalama harcama miktarı 9 yılda 75.000 doların altında olan ülke ve ekonomilerde öğrenci başarısını artırmak için eğitime yapılan yatırımın da artırılmasını öneriyorlar… Türkiye’de bu harcama miktarı 46.709 dolar seviyesinde olduğu görülüyor…
Eğitime yapılan yatırım, insana yapılan yatırımdır, insanlarımıza yatırımlarımızı artırmalıyız, insanlarımızın hobilerini, meraklarını, egitim aracılığıyla yeteneklere, uzmanlıklara dönüştürmeliyiz ve bunu hayata aktarmalıyız ki, eğitimin temel amacı bu olsa gerek… Daha iyi egitim, daha iyi bir yaşam inşa edecektir, daha iyi yaşam bizi mutlu edecektir, mutlu olunması dileğiyle… Selam ve Sevgilerimle…
YORUMLAR