Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Ramazan Ercan BİTİKÇİOĞLU

Saat 9’u 5 geçe…

Dokuzu beş geçe, Atam Dolmabahçede…

Ezberletilmişti bize.

Sonra çocuklarımıza…

Hattâ bizim çocukluk yıllarımızda “Atam sen kalk ben yatam” diyen öğrenciler olurdu.

Belli ki birileri öğretmiş ve “bunu ağlayarak söyle” demişlerdi.

O saf yürekler de aynen söyler ve büyük takdir toplarlardı…

Ne demekti “sen kalk ben yatam” idrâk edemezlerdi ama takdir edildikten sonra gerisinin ne anlamı kalırdı ki? Hele mâsum bir çocuk için…

Bendeniz ilköğretimi Konya’da okudum.

Okulumuzun adı bile “Devrim İlkokulu” idi.

Babamın NASA’daki füze kursundaki vazifesi ABD ile bozuştuğumuz için sona erdirilmiş ve Türkiye’ye dönmüştük.

İlköğretimin ikinci sınıfını ABD’nin Alabama eyalitinde bugün nüfusu yaklaşık 200 bine ulaşmış olan Huntsville şehrinde okumuştum.

Türkiye’mize gelince babamı Konya’da görevlendirdiler. Biz de kaldığımız yerden yàni ben ilköğretim 3’üncü sınıfa, ağabeyim orta öğretim bire devam ettik.

Devrim İlkokulu’nda hocam Hatice Tunakan isimli bayandı. Ölmüşse Allah rahmet eylesin, sağsa Allah afiyet versin. Çalışkandım fakat biraz haşarı bir öğrenci idim. Hatice hocam beni çalışkanlığım yüzünden sever, haylazlığımı görmezden gelirdi.

ABD’de okumuş olduğumu bildiği için de bana müstehzi bir edayla “Amerikalı” diye seslenen arkadaşlarıma kızar, “o hepinizden daha Türkiyeli, çünkü o en çalışkanınız” derdi.

Hakikaten de çok başarılı idim. Yıllar yılları kovaladı ve ilköğretim beşinci sınıfa geldim. Ve ne olduysa o sene oldu…

Dedim ya biraz haşarı, yerinde duramayan bir çocuktum.

Zaman zaman her çocuk gibi, belki biraz fazlası yaramazlıklar yapar fakat çalışkanlığımın gölgesinde hasarsız atlatır hocamın ve müdürümüzün gözünde “parlak öğrenci” ünvanımı korurdum.

O yıl 10 Kasım gününde saat dokuzu beş geçe hayatımın ilk tokadını yedim… “Atam sen yat ben tokat yiyeyim” durumu olmuştu yàni.

Malûm saat geldiğinde acı bir siren sesi yayılmıştı şehre.

Biz de bahçemizin Atatürk büstü önündeki tören alanında askerî bir birlik gibi kımıldamadan duruyor, tüm arkadaşlarımla öğretilmiş bir çaresizlikle başlarımız öne eğik hüzünlü rolü yapıyorduk…

Fakat ben bu hale uzun sürü dayanamadım. Kıkırdamaya başladım.

Bu kıkırdama sirayet edicidir. Camide de yapardık. Tam babamlar (büyüklerimiz) secdeye gittiğinde birimiz kıkırdamaya başlar, sonra bu yayılır camideki tüm çocuklar kıkırdardı. Ne büyük zevkti o anlatamam.

Lâkin elbette namaz sonrası iyi bir fırça yer, hattâ kimi zaman “bismillah” diyerek kulağımızı bile çekerlerdi. Kurban olayım öyle kulak çekmeye.

Neyse 10 Kasım gününe döneyim.

O gün bendenizin hayatında ilk tokat yediği gün oldu. Sirenlerden sonra tüm bir sükût olmuş ve saygı duruşu başlamıştı. Aklıma bir muziplik geldi.

Önlük cebimdeki (daha önce oyuncak ayımızın karnını deşerek çıkardığımız) vank vankın üzerine basıverdim. O çıt çıkmayan ortamda tàbi bu ses büyük dikkat çekti…

Ve tören daha bitmeden müdür hışımla yanıma gelerek bir Osmanlı tokadı aşk etti bana. İşte ben o gün bugündür 10 Kasım’ları hiç sevmem.

Aklıma yediğim tokat gelir, camide bile müsamaha edilen, o ilâhi sükûtu bozan kıkırdamalarımıza mukabil, mâsum bir muziplik neticesi öttürdüğüm o vank vank ve yediğim tokat… 09.11.2021

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER