Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
ALİ ONUR ŞAHİNOĞLU

SANATIN ATMAYAN NABZI

Murakami, kalabalık bir okur kitlesine yaklaşık on gün önce bittiğini söylediği son öyküsünü okurken, Marquez’in yok edilmesini istediği son romanı, Kafka’nın başına gelene benzer bir ihanetle yayımlanırken, New York Üçlemesi’nin yazarının ardından dokunaklı yazılar kaleme alınırken, Dune: Part 2 en iyiler listesindeki sıralamayı değiştirirken, her hafta başka bir “event” reklam panolarında, elektrik direklerinde yer alırken, organizasyonlar “sanat” yerine “art” kelimesini tercih ederken, köşe yazarları “bakın ben bunu da biliyorum” demek için özgünlükten uzak, zorlama terimlerle dolu alıntı çorbası uzun yazılar kaleme alırken, eleştirmenlerin ve yazarların duyarlılığı “ama”lara takılırken, edebiyatseverler bir “selfie”lik şans verdikleri kitapları görmek için kitap fuarlarına akın ederken…

Savaşlarda binlerce insan evinden oldu. Binlerce insan yaralandı. Camiler, kiliseler, okullar, hastaneler, insani yardımları alanlar, cenazeler, çadırlar, bisikletli çocuklar bombalandı. Binlerce çocuk, binlerce kadın öldü. Binlerce kişi kayboldu. Babalar anneler, ellerinde poşetler, çocuklarını yerden topladı.

Evet, terazinin bir kefesi ağır çekiyor. Ve bu kesinlikle sanatla ilgili olan kefe değil.

Peki sanat eseri illa gündemi mi takip edecek? Hayır, bence “gündem” olmadan da güzel sanat eseri ortaya koyulabilir. Tamam, bunu kabul ettik. Peki o güzel eser nerede?

*

Hep sanatın dönüştürücü gücünden bahsediliyor. Sanatın gücü nedir, bunu tanımlamak gerekiyor. Sanat, insanlığa en iyi ihtimalle biri ikisi kalacak şiirlerden başka bir katkı yapmayan insanların dönüşümünden/dönüşünden mi ibaret? Hatta sistem nasıl ki meyveleri olgunlaşmadan, “zikrini tamamlamadan” koparıp marketlerin manav reyonlarına gönderiyorsa, self-publishing yöntemleriyle de sanatçı adayının elinden bu dönüşüm fırsatını almıyor mu?

*

İntihalden bahsetmek istiyorum. Ataç olsa, “lahana yetiştirmek de intihal” der, kendisinden çalınan yazarın çalınacak kadar iyi olduğu için gururlanması gerektiğini eklerdi. Ben bu kadar geniş değilim bu konuda. Biraz çetrefilli bir konu. Ne yazık ki ispatlayamazsınız tam olarak. Çünkü çalacak kadar cesaretli olan kişi bunu saklamak konusunda da ustadır. Dili en iyi sanat için değil de örtbas için kullanır. (Buna bir sonraki yazımda daha detaylı değinebilirim)

Bu noktada benim için ölçüt yazarın sezgisidir. Onu iyi tanıyan bir iki okurla da tasdik edilirse, evet intihal olasıdır. Zira eğer art niyetli değilse –ki sanat biraz da art niyeti yolda bırakmaktır- hiçbir sanatçı durduk yere sanatının çalındığından bahsetmez. Burada kelime kullanımından, cümle benzerliğinden bahsetmiyorum. Bu gerçekten lahana yetiştirmek olurdu. Yazarın sisteminin, düşüncesinin, kurgusunun alınmasından bahsediyorum.

Geçenlerde gündemi meşgul eden konuyla ilgili bu yazdıklarım. İki yazarın da kitaplarını okumadım. Hatta acaba kitapları kütüphanemde var mı diye tereddüt bile geçirmedim. Malum vakit değerli, kimi okuyacağınızı özenle seçmeniz gerekiyor. Ama şöyle bir fikir yürütebilirim: her halükarda sığ ve özensiz bir edebiyat ortamımız var. Neden?

Eğer (intihale takılmayan Ataç bu “eğer”e takılırdı muhtemelen) intihal varsa bu, A’nın B’yi okuduğunu ve okuduğundan başka bir şey ortaya koymaya sanatçı kudretinin olmadığını gösterir. Zayıflık.

Eğer intihal yoksa, bu, A’nın B’yi okumadığını ve okumadığı halde yine ortaya ondan farklı bir şey koyamadığını gösterir. Biçim ve içerik olarak bir daire içinde kalan sanat ortamı. Zayıflık.

*

Herhangi bir olay üzerinden, daha önce adını hiç duymadığımız bir sokak, bir mahalle, bir park, kısacası bir mekân hayatımıza giriyor. Gelecekte bence her mekân 15 dakikalığına şöhret olacak.

İnsan üzerinden yapılan kehaneti mekân yutuyor. Mekânlaşıyoruz artık. Gezip gördüğümüz yerleri bile sosyal medyadaki bir kare, bir mekân içine yerleştirmek için can atıyoruz. Oraya, aslında olmayan bir mekâna yerleşmek istiyoruz. Bunun dışında kaldığımızda boşlukta salınıyoruz sanki. Hal böyle olunca mekânlar ifade aracına dönüşüyor. Biz mekâna değer katacakken mekânlar yoluyla bu değeri kendimize katmaya çalışıyoruz.

Öyküye, Türk edebiyatına katkım “Sen saklandın, gece buldu” adlı kitapta anlatıcı şöyle diyor:

“İnsan, mekândan ayrı değildi bu şehirde; fabrikada işçi, ofiste çalışan, dükkânda müşteri, durakta yolcu.”

Doğru ya, bence özgürlük her yere gidebilmek değil, gittiğimiz her yerde kendimiz kalabilmektir.

*

Savunma sanayi projeleri yalnız bizde değil, tüm dünyada artan bir ilgiyle takip ediliyor. Fuarlar, yazılı ve görsel medya organlarındaki yayınlar, hatta günlük gazetelerin bile sayfalarını dolduran karşılaştırmalı listeler. Acaba bu artan ilginin kaynağı nedir?

Kabul edelim: Pandemi ve savaşlarla birlikte geleceğe güvensizlik arttı. Üstüne her gün pompalanan üçüncü dünya savaşı tahminleri ve komplo teorileri. Bu ilginin birincil kaynağı buralarda aranabilir.

İkinci bir seçenek de savaş öncesi bir dönemde olduğumuz gerçeği olabilir. Tahmin ve teorilerden daha somut bir olgu. Sporcuların müsabaka öncesi hazırlığı gibi.

Bunu zaman gösterecek. Türkiye olarak en kötü seçeneği düşünerek hareket etmemiz gerekir. Bir fırtına koptuğunda bizim kapımıza da mutlaka gelecektir. Birer birer hayata geçirip yeni kabiliyetler kazandığımız savunma projeleri yanında, kimsenin doğrudan vazgeçemediği müttefikliğimizin uygun kullanımı da fırtınayı nasıl atlatacağımızı belirleyecektir.

*

Bu köşede sosyal medyadan, internetten bazen iyi bazen kötü bahsediyoruz. Sizi düşünmeye sevk eden paylaşımlar karşınıza çıkmıyor değil. İnsanlara sormuşlar, ölüme yaklaştığınız, bu kez gittik dediğiniz bir anda aklınızdan geçen son düşünce ne oldu diye. İnsanı düşünmeye sevk eden bir cevap vardı:

“Geçen sene bir otobüsün altında kaldım. Lastikleri gördüğümde şöyle düşündüm:”

“Ama bugün Çarşamba.”

İşiniz rast gitsin.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER