Ramazan Bayramı’na erişmekte olduğumuz şu günlerde, Cenâb-ı Allah cümlemizi Cennet’ine “selâm” ile karşılanarak girecek salih kullarından eylesin ve tabiî, Nâr-ı Cehennem’in, Kur’ân tâbiriyle o “kötü barınağın” azabından halas eylesin. Amin.
Muhterem okurlarım, Cennet’e girecek salihler zümresini melekler orada “selâm” ile karşıladıkları gibi bizzat Allah (c.c) da Cennet ehline “selâm” diyerek nimetlerini ikram edecek ve en büyük nimet olarak da Cemâlini gösterecek. Bu, hadîs-i şerîf’lerde müjdelenir.
Kur’ân’da ise, Cuma geceleri veya sabahlarında birçoğumuzun mutadı, kabir ziyaretlerinin vazgeçilmezi olarak okunan Kur’ân’ın otuz altıncı Sûresi ve «Kelâm-ı Kâdîm»in -Efendimizin (s.a.v), ifadeleriyle- kalbi olan Yâsin Sûresi’nde kısa (fakat müthiş) bir âyet-i celîle ile anlatılır:
“Selâmun Kavlen Min(r) Rabbin(r) Rahim” (Rahîm olan Rabden kavlen bir selâm da vardır − Yâsin, 58). Elmalılı Hamdi Yazır merhumun tefsirinde bu kavlen «selâm»ın doğrudan Allah tarafından olduğu belirtilir: “Cennetliklere selâm vardır. Rahîm olan, yàni sonunda müminleri rahmetiyle murada erdiren ve ortağı benzeri olmayan bir Rabden doğrudan doğruya bir selâm.”
Muhterem okurlarım bu ruhları sevindiren, insana İslâm dininde olduğu için defalarca şükrettiren çok müthiş bir müjde ve ilândır. Bu yüzdendir ki kimi Müslümanlar kıraat esnasında bu âyet-i celîleye sıra geldiğinde üç defa okurlar. Netekim âlimler àyetin çok sayıda zikrinin büyük hikmetleri olduğunu söylemişlerdir.
Kimi câhiller ise (bir hurafe, bátıl inanış olarak) bir âfet, bir belâ anıldığında “selâmun kavlen(m)” deyip kulağını çeker ve sert bir zemine de yumruk yaptıkları ellerinin parmak eklemiyle birkaç kez vururlar. Hattâ yapmayana da, kızarlar…
Çünkü din bilgilerini yarım yamalak öğrenmişlerdir. Âyet-i celîlenin zikir gibi çokca okunduğunu görmüşler, lâkin hikmetini kavrayamamış, kendi hayâl hanelerinden uydurmuşlardır!.
Maalesef insanoğlunun büyük zaaflarından biri de budur. Hasseten de cahillerin ifrada varan adetidir, işittikleri yahut şahid olduklarına hayâl hanelerinden mutlaka ilâve yapar, aslı astarı olmayan hurafeler icad ederler. Zaten tüm hurafelerin menşei de bu türden kişilerdir.
Meselâ câhil, birilerinin tartıştıklarını görür, bunu çevresine aktarırken “gözlerim önüme aksın ki, adam herife küfretti, hattâ iki de tokat attı” diye anlatır. Bu yüzden hadîs-i şerîf ilminin büyükleri her kişiden rivayeti almaz, kılı kırk yarar, adamın soy kütüğünü bile araştırırlardı.
İmam Buhari (kaddesallah-u sırrûh) tá Mısır’a kadar bir hadîs-i şerîf almak için gider ama almadan döner. Ravi olacak adam teraziyi hileli tutuyormuş. Mübarek âlim, bir ayda gittiği o yerden eli boş döner. Bu yüzden de ecdadımız BUHARİ okurken abdest alırlardı. Mübarek âlimin ünlü hadis külliyatına da «Sahih-i Buharî» (tamamı doğru, uydurma barındırmayan, Buhari hadisleri) demişlerdi.
Toparlayacak olursak, selâm önemlidir. Peygamberimizce (salat’u selâm olsun ona) yaygınlaştırılması emredilmiştir. Selâm, esenlik, huzur ve rahmet kapısıdır. Kâbe kapılarından birinin adı da “Babü’s Selâm”dır[1]. Müslümanlar selâm konusunu idrâk edebilmiş olsalardı İslâm ülkelerinin hali bambaşka olurdu.
Mü’min kardeşine selâm vermemek büyük ayıptır. Böylelerine “selâmsız” derler. İstanbul’da bu isimde semt bile var!. Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır.
Kâfire ise “selâm” verilmez, “merhaba” veya “iyi günler” denilebilir. Zira selâm anllatığımız gibi İslâmî bir hadise, bir kimliktir. Kâfir bize selâm verirse mukabele olarak “aleyküm selâm” denilmez, “ve aleyke” denilir. Allah’ın rahmet ve bereketi selâm şuuru taşıyanlara olsun. 10.05.2021
————————————–
[1] Sa’y mekanında, yàni Safa ile Merve arasında Merveye biraz daha yakın olan kapıdır. Hacca gidenler Kabe’ye bu kapıdan girerler.
YORUMLAR