Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
CAHİT BAYRAK

SON TİRANIN YIKILIŞI VE BIRAKTIĞI ENKAZ (3)

HTŞ, El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi’nin liderliğinde kurulan bir yapı olarak bilinir. Ahmet El Şara (Colani) El Nusra Cephesinin Suriye liderliğini yapmıştır. El Nusra Cephesi, HTŞ’nin temelini oluşturmuş, ancak HTŞ, kurulduktan sonra El Kaide ile resmi bağlarını kopardığını ilan etmiştir. HTŞ’nin kuruluşu, Suriye’deki muhalif gruplar arasında güç birliğini sağlama çabası olarak yorumlanmıştır. Örgüt, El Nusra Cephesi’nin yanı sıra Ahrar eş-Şam’dan ayrılan unsurlar ve birkaç küçük radikal grup tarafından oluşturulmuştur. HTŞ, özellikle İdlib bölgesinde etkili olmuş, ancak uluslararası toplum tarafından terör örgütü olarak kabul edilmiştir.

HTŞ’nin El Kaide’den ayrıldığını ilan ederek, uluslararası arenada radikal bir örgütten ziyade yerel bir direniş hareketi olarak tanınmayı hedeflediği belirtilmiştir. Bazı açıklamalarında HTŞ’nin bölgede istikrarı korumaya, düzen sağlamaya ve sivillerin yaşam koşullarını iyileştirmeye çalıştığını ifade etmiştir. Colani’nin açıklamaları, HTŞ’ye destek verenler için olumlu olarak değerlendirilebilse de, uluslararası toplum ve daha ılımlı muhalif gruplar için genellikle olumsuz bir algı yaratmaktadır. Açıklamaların olumlu veya olumsuz görülmesi, dinleyicilerin siyasi duruşlarına ve HTŞ’ye bakışlarına bağlıdır.

Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ), rejimin devrilmesinden sonra üç gün boyunca gece sokağa çıkma yasağı ilan etti. Kutlama amaçlı silah atılmasını yasakladı ve mülklerin korunmasını istedi. On binlerce Suriyelinin ilk hedefi, yıllar önce kaybolan yakınlarını aramak için Esad’ın hapishaneleri, özellikle de başkentin dış mahallesindeki Sednaya Hapishanesi oldu. Ancak “ölüm kampı” olarak bilinen Sednaya Hapishanesi’nde yakınlarına dair iz bulabilen kişi sayısı çok azdı.

Şam’a yaklaştıklarında örgüt üyelerine seslenen HTŞ lideri Ebu Muhammed Colani, “Humus ve Şam eşiğine ulaştınız ve suçlu rejimin devrilmesi çok yakın. Bu yüzden kardeşlerim, alçakgönüllü fatihler olarak girdiğiniz şehirlerde ve köylerde halkımıza karşı merhametli, nazik ve yumuşak olmanız yönündeki tavsiyemi yineliyorum,” dedi. Bu konuşması mutedil bir konuşma olarak medyaya yansıdı.

Colani, HTŞ’nin kontrol alanını genişletirken daha ılımlı bir söylem benimsemeye çalışıtı. Şam’a girdikten sonra azınlıklara yönelik mesajlar vererek “Kimsenin başka bir grubu ortadan kaldırma hakkı yok. Bu mezhepler bu topraklarda yüzlerce yıldır birlikte yaşadı” dedi. Ancak geçmişte Colani’nin Alevi, Şii, Dürzi ve Hristiyanlar için Suriye’de yer olmadığına ilişkin önceki söylemlerini değiştirmesi olumlu karşılandı.

Colani medyaya yansıyan daha sonraki demeçlerinde de ılımlı mesajlar vermeye devam etti. Suriyede yağma yapılmasına müsaade edilmedi. Devlet kurumları korumaya alındı. Mevcut Başbakan’ı yeni hükümet kurulana kadar görev başında tuttu. Suriye’nin kurumsal yapısının korunmasına yönelik adımlar atmaları hem islam dünyasında, hem de diğer ülkelerde olumlu karşılandı. Bu süreçte ABD Colani’nin başına koyduğu 10 Milyon Dolar ödülü kaldırdı ve ilk teması gerçekleştirdi.

Irak ve Libya’da da darbeler sonucu iktidar devrilmişti. Fakat süreç çok sancılı olmuştu. Libya’da ve Irak’ta, devrilen liderliklerin yerlerine gelecek bir yapı olmadığından bir otorite boşluğu oluşmuş, muhalif güçler arasında çatışmalar baş göstermişti. Dış müdahalelerle ülkelerin kendilerine yakın gördükleri muhaliflere destek vermesi, iki ülkede de korkunç sonuçlara yol açmıştı. Darbelerden sonra geriye kalan iktidar boşluğunu yağma, intikam saldırıları ve iç savaş doldurdu. İki ülkede de hâlâ tam istikrar sağlanmış değil.

Dış güç dengelerinin de Suriye’ye etkisi ortadadır. Rusya ve İran, bölgedeki çıkarlarının sekteye uğramaması için bundan sonraki süreçte bir direnç oluşturabilir. Türkiye, sınırında PYD kontrolünde bir Kürt devletinin oluşmamasına yönelik politikalarını sürdürmeye devam etmektedir. ABD ve AB ülkelerinin bölgeye ilgisi henüz tam netleşmemiş durumdadır. Trump’ın açıklamalarına ne kadar güvenileceği hususu, ancak iktidarı devraldığında görülecektir. İngiltere, Fransa’nın bölge üzerindeki etkileri biliniyor. Bundan sonraki süreçte nasıl bir politika izleyeceklerine ilişkin herhangi olumsuzluk görülmüyor.

Türkiye ve İsrail’in Suriye’deki gelişmelere dair yaklaşımlarını ve darbe sonrası dönemde izledikleri politikaların temel dinamiklerini ele almak önemlidir. Türkiye, Suriye’deki iç savaşın ilk yıllarında Esad rejimine karşı muhalif grupları destekleyerek aktif bir rol üstlendi. Hem insani gerekçelerle hem de bölgede istikrarsızlık yaratan bir rejimi değiştirme amacıyla bu politikayı benimsedi. Türkiye PYD Kürt silahlı örgütünü “Terör örgütü” olarak gördüğünü her platformda dile getirdi. PKK ile eşdeğer görülen bu örgütün Türkiye sınırında bir yapı oluşturmasına hiçbir zaman destek vermeyeceklerine ilişkin politikalarını hep savundu. Zaman zaman PYD, PKK yapılanmasına yönelik operasyonlar yapmaya devam etti. Bu bağlamda Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarıyla Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde bir güvenli bölge oluşturmayı hedefledi. Bundan sonraki süreçte de Türkiye’nin en önemli politik hamlesini bu durum teşkil ediyor.

Türkiye Suriye’deki Baas rejiminin yıkılmasından sonrası dönemde, sınır güvenliği ve terörle mücadele politikalarını ön plana çıkardı. Özellikle YPG’nin Suriye’deki etkinliği, Türkiye’nin ulusal güvenlik açısından en büyük kaygılarından biri oldu. Türkiye’nin bu politikası, bir yandan Suriyeli sığınmacıların geri dönüşünü kolaylaştırmayı amaçlarken diğer yandan Suriye’deki demografik yapıyı yeniden şekillendirmeyi içeriyordu.

İsrail, Suriye’deki iç savaşı, bölgesel rakibi İran’ın etkinliğini sınırlamak ve Hizbullah’ın silahlanmasını engellemek için bir fırsat olarak gördü. Suriye’nin kaotik durumu, İsrail’in özellikle İran’a ait askeri üs ve silah sevkiyatlarına yönelik operasyonlarını artırmasına imkân tanıdı.

İsrail, Suriye’de doğrudan kara operasyonlarına girişmek yerine, hava saldırıları ve istihbarat operasyonları yoluyla sınırlı ama etkili bir strateji izledi. Tel Aviv yönetimi, Esad rejiminin ayakta kalmasını bir dereceye kadar kabullenmiş olsa da, İran’ın Suriye’deki nüfuzunu sınırlandırmayı ana hedef olarak belirledi. İsrail, bu süreçte ABD ve Batılı müttefikleriyle koordinasyon içinde hareket etti. İsrail daha çok hava saldırılarla Suriye’nin savunmasına ait silah depolarını, tanklarını uçaklarla bombaladı. Hava ve kara gücünün büyük bir kısmını etkisiz hale getirdi.
Türkiye ve İsrail Suriye’deki gelişmeleri kendi ulusal güvenlik öncelikleri doğrultusunda ele almış, ancak bu politikalar zaman zaman bölgesel ve küresel aktörlerle iş birliği veya gerilim yaratmıştır. Bu dinamikler, Suriye krizinin çözümüne yönelik uluslararası çabaların karmaşıklığını artırmaktadır.

Sonuçta, bu bahsi geçen ülkelerin hepsi de Suriye’deki darbe sonrası stratejilerini hem kendi çıkarlarını hem de bölgesel dengeleri göz önünde bulundurarak şekillendirecektir. Olası senaryoları değerlendirirken aktörlerin uzun vadeli hedeflerini ve birbirleriyle olan rekabetlerini de dikkate almak gerekir. Arap ülkelerinin Suriye politikası da zamanla şekillenecektir. Şu an yeni hükümetin icraatları ve Suriye’de nasıl bir rejim kurulacağı hususu önem kazanmaktadır. İlk intiba islami bir rejim kuracakları yönünde. Suriye’deki dengeleri nasıl bir yöntem kullanarak kuracakları en hassas konu olarak bekliyor. Bekleyip süreci göreceğiz.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER