“2019 öncesi neredeydiniz, neden o zamanlar İstanbul sözleşmesi hakkında hiçbir şey yazmadınız, söylemediniz?” diyenler var.
Oysa 2019 öncesinde sırf bu yüzden hakkında dâva açmalarına rağmen bir adım geri atmayan merhum Mehmed Şevket Eygi üstad, «İstanbul sözleşmesi» adını da vererek 2018 yılında şöyle yazmıştı:
“2012 yılında yürürlüğe giren 6284 sayılı âilenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun, Avrupa Konseyi (İstanbul) sözleşmesi ve Anayasanın 10. maddesi ile kabul edilen pozitif ayrımcılık ilkesi dayanak tutularak hazırlanmıştır. Âileyi ve kadını şiddetten koruma amacıyla çıkarıldığı söylense de hakikatte âileyi yıkan, kadına şiddeti artıran sonuçlar doğurmuştur.”
Sözleşme, Avrupa Konseyi patentliydi: 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da (beynelmilel=milletler arası) imzaya açıldığı için bu adı almıştı. Ve 01 Ağustos 2014 tarihinde de yürürlüğe girmişti.
Haliyle sözleşme tarafları bağlıyor, hattâ sözleşme hükümleri mucibince başka ülkelerin müdahalesine bile imkân sağlıyordu.
İşte isabetli bir karar alınarak çekildiğimiz beynelmilel abidik kubidik sözleşmesinin en kısa hikâyesi budur. Gelelim çekilmeden önceki duruma:
Anayasa m.90/5 uyarınca, İstanbul Sözleşmesi kanun hükmündeydi. Hattâ, aleyhinde yàni herhangi bir hükmünün Anayasamıza aykırılığı iddiasıyla, AYM’ye başvurulamazdı.
«İstanbul Sözleşmesi»yle kanunlarımızın aynı konuda farklı hükümleri varsa, «İstanbul Sözleşmesi» esas alınmak zorundaydı…
Ayrıca Anayasa’nın 11. Maddesi’ne göre, «İstanbul Sözleşmesi hükümleri» yasama, yürütme, yargı organlarını, idare makamları ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarımızdan olmuştu…
Allah aşkına, böyle hukuk düzenlemesi mi olur? «İstanbul Sözleşmesi» faraza en haklı, en güzel hükümleri getirse bile, hukuk mantığı sakat. Zira bize “«İstanbul Sözleşmesi» neyinize yetmiyor” diyorlardı.
* * *
Yuvayı yapan dişi kuşu 12’lik top mermisi ile vuran, âile mahremiyetini faş eden, (eski güzel hukukumuzda) âile reisi erkeği potansiyel suçlu addeden bir düzenlemeydi «İstanbul Sözleşmesi».
Sözleşme’nin 4. Maddesinde şiddet ile mücadelede hiç kimseye ayrımcılık yapılmaması; din, dil, ırk, vb. pek çok unsurla birlikte, “toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelime dayalı” şiddetin de kabul görmemesi lafı var.
Sözleşme iyi niyetli bir metin olsaydı böylesi bir çirkinliğin adı bile zikredilmezdi. Tarihin en eski ahlâk dışı ilişkisi olan “Lûtîlik” (modern adı LGBT vs) lâ’netlik bir günahtır. Fakat bugüne dek kimse bu yüzden öldürülmedi lâik Türkiye’de.
CHP müdürü bay Kemal çıkmış, “Devlet kinle, intikam duygusuyla, cehalet içinde yönetilmez. Birilerinin egemen güçlerinin talimatıyla Türkiye Cumhuriyeti devleti yönetilemez” falan diyor.
Tam bir aynaya konuşma örneği. “Bay Kemal, Egemen güçlerin talimatı değil midir yaygara kopardığınız “Avrupa Konseyi (İstanbul) Sözleşmesi” diye sormazlar mı adama?
Ve dahi “Bay Kemal ve bayan Meral, sayın Erdoğan, cumhuriyet tarihinin merhum Özal’dan sonra, 2’nci eegemen güçlere meydan okuyan reis-i cumhurudur, muhalefet yapacaksanız akıllı yapın” demezler mi?
Ayasofya müthiş bir meydan okumaydı ve yine zátıâlilerinin kararıyla «İstanbul Sözleşmesi»nden çekilmek (fesih) de başka ciddî bir meydan okumadır Egemen güçlere.
Hülasa, «İstanbul Sözleşmesi» ucubesi, tarihi şanla şerefle dolu, din’ü devleti içün destanlar yazmış bir İslâm ülkesinde mertliğin (erkekliğin) ve âilenin canına okuyan en hakiki bir «Haçlı Meydan Okuması» idi Ümmet-i Muhammed’e (Sallallahü aleyhi ve sellem) Türkiye’ye meydan okuyanlara “hodri meydan” dedi Erdoğan. 23 Mart 2021
YORUMLAR