Etnik, mezhepçi, politik, bağnazlıklarla evrensel etik değerlerin bütünlüğünün paramparça edildiği günümüzde, onurlu, kişilikli, adil temsil iradesi oluşturulamıyor. Bağnazca tarafgirliklerle, konformist bir kafa yapısıyla algı oluşturan nobran tutum; tutarlı, adil, ahlaklı bir düşüncenin oluşturulmasına fırsat tanımıyor.
Sürü psikolojisi sığlığıyla izah edilebilecek, muhafazakar bağnazlığı ve ait olduğu etnisite’yi önceleyen, kaba, yoz kültürünün belirleyici olduğu coğrafyamızda iki yüzlülüğün, yalanın, manipülasyonun, utanmazlığın, sığlığın kaçınılmaz sonuçlarıyla yüz yüze kalan bir anlayışa maruz bırakılmayı kaçınılmaz kılıyor.
Evrensel anlayışların oluşturulmasına evrilebilecek bir habitatın oluşmasını engelleyen, düşünceden, ilimden, bilimden, çağdaş düşünce ikliminden ve felsefeden vareste kültürün hakim olduğu, menfaatçi, kaba, yozlaşmış, faydacı, ütopik mistik bir sosyolojik iklimde; adalet, ahlak, erdem, barış, kardeşlik çabaları anlamsız kalıyor.
Sistematik bir yapının zıddına hareket eden, ırkçı, bağnaz, kaba, şovenist kötülük, güc’e ulaştığı sosyolojide, “mafyatik” jargonun yönetme anlayışına yön verdiği bir iklimde, evrensel değerleri önceleyen ufkun yeşermesinin önünde en büyük engeli oluşturmakta, toplum içinden çıkılamaz bir kaos’un içinde debelenip durmaktadır.
Emperyalist mantalitenin tezahürü, sömürgeciliğin hükümran olduğu dönemlerin bakiyesi faşizan tutumla, günümüz dünyasına yön vermeye çalışan, mantalitenin güç kazanması neticesinde adaletsizliklerin, ayrımcılıkların, zulümlerin ve kibirli keyfiliklerin her türlüsüne maruz bırakılan mazlum halkın hukukunu savunmak mümkün olmuyor. Çünkü ortada hukuk diye bir şey kalmıyor. “Hukukun gücü bertaraf edilerek, güçlülerin hukuku” işleme konuluyor.
Temel insani haklara sahip olma çabaları bile manipüle edilerek, terörize, vatan hainliği argümanıyla toplum kışkırtarak ayrımcılıklar ön plana çıkartılıyor. Muhalefetin açlık, sefalet, yokluk, yoksulluk söylemleri ihanet olarak değerlendirilerek etkisiz kılınıyor.
Dinsel mistik anlayışın devlet hıyerarşisinde kendine önemli bir yer edindiği, otoriteryan bir bakış açısıyla rollerin dağıtıldığı bir toplumda, halk’a tepeden bakan, en basit bir eleştiriye tahammülsüzlükle; “cibilliyetsizler” deyimiyle halkı aşağılayan bir hoyratlıkla farklılıkların oluşmasına müsaade edilmemektedir.
Ortaya çıkan farklı politik yapıları bile boğmakta, cezalandırmakta, yok etmeye çalışarak, aşağılamaktan geri durmayan dilin, mafyatik yöntemleri andıran üstenci çıkışları, folklorik icraatlara bile müdahale yetkisini kendinde görerek farklı kültürlere hayat hakkı tanımamaktadır.
Devlet sistematiğinin işleyişinde ciddi şekilde savurganlıkların yaşandığı, kurumsal niteliklerin, hafızanın politik bağnazlıklara angaje hale getirilip kurban edildiği, topluma faydası olmayan çıkar odaklı menfaat düşkünü trollüklerin sitemde kendine yer bulduğu, devlet ve millet malının emanet edildiği bu kesim, kamu kaynaklarını kullanılırken bonkörce bir tutumla, hiçbir kritere riayet etmeden, kul hakkı düşünmeden savurganlık yapmakta toplumu enflasyonun pençesinde çaresiz bırakmaktadır.
Devlet kaynaklarının kullanımında savurganlık, kamu yatırımlarının inşasında hep aynı firmaların baş rolde yer aldığı, semirttiği figürlere fırsat veren anlayış, topluma ekonomik anlamda ağır bedeller ödeterek, hem ekonomik istikrarı engellemekte, hem de enflasyonla halkın alım gücü düşürülerek; “Fakir daha Fakir, Zengin daha Zengin” mantalitesiyle “Fakirden – Zengine” sermaye transferi yapmaktadır.
Halk yokluk ve yoksullukla baş başa bırakılarak, bağlılıklarının artacağı inancına zemin hazırlanmaktadır.
Bir ülkenin İhtiyaçlar hıyerarşisi’nde çok elzem olmayan bazı yatırımlar sadece ego’nun tatmin edilmesi, kişisel politik hırs’ın bir tezahürü olarak: “Namım Yürüsün” anlayışıyla toplumun kaynakları heder edilmekte, özerk olması gereken uzmanlık isteyen ekonomik kurumlar ve bankaların işleyişlerine müdahale edilerek, faiz oranlarıyla oynanarak, toplumun dini duyguları gıdıklanarak “Nas Var Nas, Sana, Bana Ne Oluyor” söylemi ve eylemi neticesinde hazine ciddi bir şekilde borçlanmayla karşı karşıya kalırken, halk’a da kemer sıkmaktan başka çare bırakılmamaktadır.
Sürü psikolojisi ile yönetilen toplumların çaresizce maruz kaldıkları savrukluk, zihinleri esir alırken, anlaşılmayı zorlaştırarak; “Sapla Saman” bir bir’ine karıştırılmış olur. Zor’a düşüldüğünde, söylemden tornistan gereği duyulduğunda çok rahat “U” dönüşleri yapan politik figürler, vatandaşların mantalitelerini dumura uğratmak suretiyle, halk’ta bezginlik ve küskünlüklere yol açsa da, çaresizce kabullenmeleri “Ödül veya Sopa” yöntemiyle sağlanır.
Tam da yönetim erkini ellerinde bulunduran politikacıların istediği olmuş olur.
Zira; Düşünebilen, itiraz edebilen bir topluluğu yönetmek çok daha zordur.
Saygılarımla…
YORUMLAR