Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Ramazan Ercan BİTİKÇİOĞLU

Tatbikat Yarışları

“Bir deli kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış” diye bir atasözümüz var. Kimi zaman bir akılsızın yaptığı hatayı nice akıllı insanların düzeltip telafi edemediklerini anlatır, çok kullanılan özlü bir sözdür atalarımızdan miras.

Belki bazıları “bir tuhaflık var bunda” diye de düşünmüş olabilir. Öyle ya, deli gelip bir kuyuya taş atıyor. Adam deli, atar mı atar, ne var bunda?

Hem akıllılar neden onun attığı taşı çıkarmaya çalışmışlar? Adı üstünde kuyu, içinde nice taş olur. Bir eksik bir fazla ne çıkar?

Hayır muhterem okurlarım, bu atasözümüzün meanisi öyle basite alınacak iş değil. Zaten güzel bir hikâyesi var, nasıl neşet ettiğine dair:

Behlûl-i Dânâ hazretlerini nice menkıbesinden tanırsınız. Ukalâ-yi mecânînden (deli görünüşlü akıllılardan) yàni Allah’ın velî kullarından biridir. Halk rehberi olduğu kadar, Abbâsî halifesi Hârûnürreşîd (788-809) ile de sohbetleri olurdu.

Bir hadîs-i şerîf vardır: “Bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” İşte bu Allah dostu Behlûl-i Dânâ da pek gülmezmiş. O kadar sohbetleri olmuş, halife de görmemiş güldüğünü. Behlül’ü çok seven halife bir kez olsun onun gülmesine şahid olmak istiyormuş. Bu niyetle bir gün çevresindekilere:

“Kim onun şöyle güzelce bir güldüğünü görür, gelip haber verirse mükâfat olarak ona bir kese altın veririm” der.

Her devirde paragözler çoktur. Artık Behlûl’e o güne kadar hiç yanaşmamış olanlar bile yanından ayrılmıyor, sürekli gözlüyorlarmış. Hattâ kimi zaman da güldürmek için şaklabanlıklar bile yapıyorlarmış.

Bir gün Behlûl, dostları ve bu para ekibi bir köyden geçerlerken halkın bir kuyu başına toplanmış yüksek sesle tartıştıklarına şahid olmuşlar. Konuşuyor, bağrışıyor sonra kuyunun içine bakıp bir şeyler yapmaya gayret ediyorlarmış.

Behlûl hazretleri de kuyu başına varır, ve merakla eğilip kuyuya bakar. Meğer adamların derdi hakikaten büyükmüş. İri bir taş, kuyunun tam ortasında kalakalmış. Ne parçalayıp düşürebiliyorlar, ne de yukarı çekebiliyorlar.

Haliyle de kovalarını sarkıtıp su çekemiyorlar. Behlûl hazretleri adamların derdini görür, bir çare de teklif edemez ve oradan ayrılır. Yolda ise bu hadiseyi düşünüp gayr-i ihtiyâri başlar gülmeye…

Hazreti gölgesi gibi izleyen, altın derdindekiler koşar bunu halifeye yetiştirirler. Halife de merak içinde Behlûl hazretlerini yemeğe dâvet edip işin esrarını öğrenmek ister.

Yemekte hemen sorar: “Bugün sizi gülerken görmüşler, buna ziyâdesiyle sevindim lâkin söyler misiniz sebep neydi, sizi güldüren yàni?”

Behlûl Dânâ hazretleri de anlatır:

− Efendim köyleri geziyorduk. Bir köyde halk bir kuyu başına toplanmış, etrafa bir vaveyla yükseliyor. Meraklandık, sorduk anlattılar, biz de halkın baktığı kuyuya baktık. Taş iri mi iri. Kuyuyu tıkamış kimse çıkaramıyor…”

Behlûl yine güler ve halifeye şöyle der: “kısacası efendim, bir deli kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış buna gülünmez de ne yapılır?”

Bazen böyle acı acı güleriz. Ardını düşünmeden yapılmış bazı işler büyük gaileler açabiliyor çünkü. Birinin yediği bir halt herkesi çaresiz bırakabiliyor.

Bidon ve Putin… Üstelik bir değil iki deli. Ellerindekiler de taş değil nükleer silahlar. Kırk değil, 40 milyon akıllı çıkamaz işin içinden.

Tatbikat yarışları uzamaz inşá’allah. 22.04.2021

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER