Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
CAHİT BAYRAK

TÜRKİYE’DE ENFLASYONUN GÖLGESİNDE YAŞAMAK

Son yıllarda Türkiye ekonomisi, artan enflasyon oranları ve Türk Lirası’nın değer kaybıyla, tarihinin en sancılı dönemlerinden birine tanıklık ediyor. Enflasyon, yalnızca bir istatistik olmanın ötesine geçmiş; toplumun her kesiminde hissedilen bir yaşam gerçeği halini almıştır. Artık bir ekmek alırken, bir fatura öderken ya da bir bardak çay alırken, bir Simit yerken bile bu yükün izleri göz ardı edilemez hale gelmiştir.

Yüksek enflasyonun fırtınasında en çok savrulanlar, emekliler, asgari ücretliler ve diğer sabit gelirli gruplardır. Temel gıda, barınma ve enerji maliyetlerindeki sürekli artış, hane halkının alım gücünü eriterek onları geçim mücadelesi vermede zor durumda bırakmaktadır. Maaş artış oranlarının enflasyon gerçek piyasa enflasyon oranlarının gerisinde kalması, bu kesimleri yaşam standartlarını koruyamaz hale getirmiştir. Asgari ücretliler, kira ve enerji masraflarına yetişemezken; emekliler, emeklerinin karşılığında hak ettikleri huzurlu yaşamdan her geçen gün biraz daha uzaklaşmaktadır.

Bu ekonomik yük, toplumsal huzursuzluğun fitilini ateşlemekte ve sosyal eşitsizlikleri derinleştirmektedir. Temel ihtiyaçlarını karşılayamayan bireyler borçlanmaya, daha ucuz ve düşük kaliteli ürünlere yönelmeye mahkûm edilirken, ekonomik darboğazın ağırlığı sadece bireyleri değil, ülkenin genel yapısını da tehdit etmektedir. Uzun vadede darboğazdan çıkılacağına ilişkin halkın umudu da kalmamıştır.

Son yıllarda ekonomide benimsenen “faiz sebep, enflasyon sonuç” yaklaşımı, alışılmış ekonomik kuramlara meydan okuyan bir deneme olmuş ve geri tepmiştir. Ancak bu politika sonucunda, Türk Lirası sürekli değer kaybetmiş, enflasyon ise önlenemez şekilde yükselmiştir. Bu teorinin pratikteki olumsuz etkileri, TL’nin güven kaybı, döviz kurlarının sert yükselişi ve ithalat maliyetlerinin artışıyla daha da içinden çıkılmaz hale gelmiştir.

Türkiye’deki enflasyon sorununun kökeninde, yalnızca para politikaları değil, aynı zamanda yapısal problemler de yer almaktadır. Üretim maliyetlerinin artışı, dış ticaret açığı ve enerji bağımlılığı gibi sorunlar enflasyonu körüklemektedir. Özellikle enerji ve gıda fiyatlarındaki sürekli artışlar, halkın alım gücünü yok etmiştir. Halkın temel ihtiyaçlarına ilişkin piyasanın yeterince denetlenememesi, marketlerin, üreticilerin, esnafın ürünlerine keyfi zam yapması ayrı bir sorun oluşturmaya devam etmektedir. Bu yapısal sorunlar çözülmeden enflasyonla mücadele etmek mümkün görünmemektedir.

2023 seçimleri sonrası Mehmet Şimşek liderliğinde ekonomi yönetiminde değişikliklere gidilmiş ve faiz oranları yükseltilmeye başlanmıştır. Bu süreçte Merkez Bankası politika faizi, %8,5’ten %50’ye çıkarılmıştır. Ancak bu politikanın dahi enflasyonu kontrol altına almakta yeterli olmadığı görülmektedir. Döviz kurlarındaki frenleme bile enflasyonu önlemede yetersiz kalmış yükselmesine engel olamamıştır. Banka faiz oranlarının yüksek oluşu piyasaları olumsuz etkilemiş, kredi kullanımındaki darboğaz aşılamamıştır.

Türkiye halkı, ekonomik sıkıntıların ağırlığı altında her geçen gün biraz daha umutsuzluğa sürüklenmektedir. Geçim derdiyle boğuşan insanlar, alınan kararların ve uygulanan politikaların kendi sorunlarına çözüm olamadığını gördükçe, geleceğe dair inançlarını kaybetmektedir. Maliye politikaları, sabit gelirli vatandaşları zorlayan ağır vergilerle şekillenmekte; ekonomik darboğazdan çıkmak yerine daha da derinleşen bir kriz yaratmaktadır.

Kamu kaynaklarının hoyratça kullanımı, halka tepeden bakan söylemler ve önlenemeyen israf, toplumun ekonomik sorunlara duyduğu tepkiyi daha da artırmaktadır. Halk, siyasi hesaplar uğruna yapılan manipülasyonlarla aldatıldığını hissetmektedir. Açıklanan enflasyon oranlarının gerçekleri yansıtmadığına dair yaygın inanç, toplumsal güveni aşındırmaktadır. Bu durum, özellikle sabit gelirli gruplar için daha büyük bir hayal kırıklığı yaratmaktadır.

Türk-İş’in 2024 yılı sonunda açıkladığı “açlık sınırı” ve “yoksulluk sınırı” verileri, ekonomik tablonun karanlık yüzünü gözler önüne sermektedir. Dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için yapması gereken harcamalar, asgari ücretle karşılanamayacak kadar yüksektir. Dar gelirli aileler, gıda harcamalarını kısmak zorunda kalırken, kira, ulaşım ve enerji gibi diğer temel ihtiyaçlarını karşılamakta giderek daha fazla zorlanmaktadır. Bu durum, sağlıksız ve yetersiz beslenmenin yanı sıra derinleşen bir yaşam mücadelesini de beraberinde getirmektedir.

Hükümet, 2025 yılı için asgari ücreti %30 artırarak 17.002 TL’den 22.104 TL’ye çıkarmıştır. Emekliler ve memurlara ise 2025 yılı ilk altı ay için %11,54 oranında bir ücret zam yapılacağı öngörülmektedir. TÜİK’in yaptığı piyasa araştırmaları gerçek enflasyonu yansıtmamaktadır. TÜİK’in açıklanan enflasyon oranları, piyasadaki gerçek enflasyon oranlarıyla karşılaştırıldığında, emekli ve memurlara yapılan maaş zam oranları oldukça düşük kalmaktadır. Ülke ekonomisinin yükünün büyük bir kısmı sabit gelirlilere yüklenmeye devam etmektedir. Her geçen gün vergiler arttırılırken, açlık sınırının altında yaşayan emeklinin ve açlık sınırında yaşayan asgari ücretli daha da zor durumda yaşamaya çalışmaktadır. Sabit gelirli çalışanların alım gücü her geçen gün düşmeye devam etmektedir. Mevcut ekonomik koşullar ve enflasyon oranları göz önüne alınarak, sabit gelirli çalışanlara refah payı verilerek, enflasyon karşısında ezdirilmesinin önüne geçilmesi gerekmektedir.

Ekonomik darboğazdan çıkış, yalnızca teknik bir mesele değil, aynı zamanda adalet ve vicdan meselesidir. İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılayabildiği, onurlu bir yaşam sürebildiği bir düzen inşa etmek, ancak yapısal reformlar ve toplumun güvenini yeniden kazanacak bir iradeyle mümkün olabilir. Türkiye halkı, geçim sıkıntılarının ötesinde geleceğe dair umutlarını yeniden kazanmayı hak etmektedir.

Bu karanlık tablonun ardında bir çıkış yolu mutlaka vardır. Ancak bunun için, siyasi hesapların yerine halkın refahını öncelik alan politikalarla harekete geçmek gereklidir. Gerçek enflasyon rakamlarıyla yüzleşmek, kamu kaynaklarını etkin kullanmak ve toplumun her kesimini kucaklayan bir ekonomik vizyon oluşturmak, bu sürecin temel taşları olacaktır.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER