Siyaset denilen şey birazda yıpranmayı beraberinde getiriyor doğrusu. Hele de bizim gibi ülkelerde. Zira belli tavizler vermeksizin siyaset yapılması zor görünüyor mevcut işleyişlere bakıldığında. Belki de bu yüzden iktidardaki bir siyasetçi olamamıştı Muhsin Yazıcıoğlu da. O, hak bildiği inançları, ahlakı ve kişiliği ile siyaset arasına sıkışmayan ender örneklerden birisiydi, Türk siyasi hayatı içinde. İşte siyasetteki başarısı da, bazılarına göre başarısızlığı da tam bu noktada kendini gösteriyordu!
Vefatı ile ilgili süreçte kendisi hakkında birçok yazı kaleme alındı ve çok şey söylendi. Onu tanımayanlar farklı yönleriyle bir kez daha tanıma imkânı bulurken, tanıyanlarda hatıralarını tazelediler hiç şüphesiz. Ben de şahsıma faydası dokunmuş bir insan hakkında vefa duygumdan kaynaklanan bir itmeyle bu yazıyı kaleme almayı kendime bir borç bildim. Muhsin Yazıcıoğlu kapısı herkese açık bir siyasi idi. Bir sorunu olan ve çözümün adresi olarak onu görenler, Büyük Birliğin kapısını çaldıklarında; samimi bir insan profili görürlerdi karşılarında. Çünkü o bir halk adamıydı. Hep halktan biri olmayı tercih etmişti. Çünkü onun aldığı terbiye bu şekildeydi. Bir Anadolu evladı ve Alpereniydi. Bu yüzden ardından; “adam gibi adam, gerçek bir alperen, dava adamı” gibi sıfatlarla anılıyordu. Türk Siyaseti onun gibi bir siyasetçiyi ender görürdü bundan sonra da! Zira onun siyasete bakış açısı da misyonu da farklıydı. Siyasetin dürüst, cesur ve gülen yüzüydü. Belki de bu farklılık onu, diğer siyasetçilerden ayıran en belirgin özelliğiydi. Halkımız ona siyaset adamı olarak sandıkta yeterince destek vermese de, gönlünde yeterince yer vermesini biliyordu.
12 Eylül darbesinin ardından yaşananları anlatırken; “Gözleri bağlı olarak getirildiği Mamak Cezaevinde 26 gün ağır işkenceye tabi tutulduğunu, bedenine bağlanan aparatlarla kendisine her gün saatlerce elektrik verildiğini, bir kalasa bağlanıp tavana asılarak sürekli darp edildiğini” anlatır. Yine; elektrikten parmak uçlarının yandığını, dayaktan ayakaltlarının piştiğini ve başında derin yaraların açıldığını bilmeyenimiz azdır. Tavana asıldığı için sırt ve kollarının morardığı herkesin malumu. Doktor muayenesinde bunlar kayıtlara aynen geçmişse de işkenceden olduğu yazılmadığı da… 26 zorlu günün ardından 5.5 yılı tek kişilik hücrede olmak üzere tam 7.5 yıl cezaevinde kalan Yazıcıoğlu, kendisine isnat edilen veya işlemediği halde işlemiş gibi itiraf etmesi istenen suçları işkence altında bile üstlenmedi… Netice de 7.5 yıl cezaevinde geçen kötü günlerin ardından suçsuz bulunarak tahliye edilir. Bunlar Muhsin Yazıcıoğlunun kamuoyu ile paylaştığı o dönemin acı gerçeklerinden sadece bir kaçı…
Bu haksızlık karşısında çok içerleyen Büyük Reis, adalet mekanizmasının yanlış işlediğinin en canlı ispatı niteliğinde kendisine yapılanları göstererek, sistemi eleştirmekteydi. Fakat asla isyan etmiyordu. Şayet uluslararası mahkemelerde bir hak arayışına girmiş olsaydı, alacağı tazminat saltanat sürmesine yetecek düzeyde olabilirdi. Ama o asla böyle bir şeye tevessül edecek insan değildi. Bilakis, cebindeki son kuruşuna kadar neyi varsa halkı ve davası uğruna harcayan doğruluk insanıydı. Daha ceza evinden çıkar çıkmaz cezaevindeki arkadaşlarının ailelerine yardım amaçlı bir vakıf kurarak “Vefa”nın en güzel örneğini sergiliyordu.
Evet Muhsin Başkan, “ilahi adalete” güvenen sonsuz bir imanın vardı senin. Bu yüzden isyana yer yoktu senin kitabında. Buz gibi betonlarda üşürken de, karlar altında üşürken de..!
Ruhun şâd, mekânın cennet olsun güzel insan. Ruhuna binlerce Fatiha…
YORUMLAR