2025’in ilk ayından merhabalar sevgili Başkent Postası okurları. Ne yazık ki yılın ilk günlerinde ülkemizi yasa boğan büyük bir felaketle karşılaştık. Bolu Kartalkaya’daki otel faciası hepimizin içini yaktı. Bu elim olayda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine sabır diliyorum.
Bu korkunç facianın üzerinden günler geçmesine rağmen hâlâ sorumluların kim olduğu net değil. Kurumlar birbirini suçluyor; biri ötekine, öteki başkasına atıyor. Ama ortada ne sorumluluğu kabul eden var, ne de “bizim de ihmalimiz oldu” diyerek istifa eden. Evet, suçluyu bulmak adaletin ve yargının işi ama biz toplum olarak hiç mi suçlu değiliz?
Bence suçlu, “ben cebime girene bakarım” anlayışıyla ortaya çıkan toplumsal çürüme. Suçlu, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyeti; suçlu, duyarsızlaşmış ve sorgulama yeteneğini kaybetmiş beyinler; suçlu, “o bizden” diye adam kayırma kültürü… Elbette farklı düşünenler olabilir fakat ben, sorgulamayan beyinlerimizle ilgili bir özeleştiri yapmanın gerektiğine inanıyorum.
Mesela Çorlu tren kazasının takipçisi olduk mu? İliç faciasının, depremde yıkılan evlerin, giden canların davalarını takip ettik mi? Ya da Aladağ’da bir cemaat yurdunda yanarak can veren genç kızlarımız neden yandı diye yeterli hassasiyeti gösterdik mi? Toplumsal baskıyı oluşturabildik mi? “Bu vatan benim vatanım, bu suçların neden bir cezası yok?” diye sorup itiraz ettik mi? Her gün haberlerde, falanca olaya karışan birinin 150 suç kaydı çıktığını duyuyoruz. Buna karşı kamuoyu baskısı oluşturduk mu? Adalet arayanların çığlıklarına ses olduk mu?
Suç makineleri ellerini kollarını sallayarak geziyor ve bu da kötü niyetli insanlara cesaret veriyor. Yasalar ve cezalar daha caydırıcı olsun diye bir kamuoyu baskısı oluşturduk mu? Maalesef genelde başımızı çevirip görmezden, duymazdan geliyoruz. Daha dün, yeni doğan bebeklerin para hırsıyla hunharca öldürüldüğünü öğrendik. Hangimiz o ailelerin yanında durduk? Ah vah edip sustuk. Kamuoyu gereken tepkiyi verdi mi? Yine kulağımızın üzerine yattık, yine unuttuk…
En basitinden, trafikte hak ihlallerine göz atalım: Bir an önce evimize varalım diye insanların önüne geçtik, hatalı solladık, kırmızı ışıkta geçtik. Torpille işe girmek için birilerini araya koyduk, daha donanımlı insanlar varken eş–dost–akraba kadrolara dolduruldu. Elbette bu herkes için geçerli değil ama gücü olanların yaptıkları medyaya yansıyor, takip ediyoruz. İşte çürüme böyle ufak ufak başlamıyor mu? İnşaat yapan malzemeden kısıyor, gıda sektöründe hileli ürünler satılıyor, tamirci ucuz malzemeyle yetinip çok parayı hedefliyor, süte su katan da var, deterjanı hileli, şampuanı hileli, sucuğu hileli, salamı hileli… Bu hileli ürünleri kendi halkına satan yine bizim vatandaşımız.
Toplumun düzelmesi için önce bireysel olarak düzelmeye başlamak lazım. Vicdan dediğimiz şey, en önemli denetleyicimiz. Sorumluluklarımızı yerine getirirken, yanımızda biri varken değil, her zaman en iyisini yapmalıyız. Bizi en iyi vicdanımız yargılamalı. Her işimizi, her sorumluluğumuzu “önce insan” diyerek yerine getirmeliyiz. Para, vicdanımızın önüne geçmemeli.
O otelin sahibi, o kadar insanı misafir edecekse onların can güvenliğinden de sorumludur. Nasıl ki evimizde bebeğimiz varsa ona göre önlem alıyor, boğulma tehlikesine karşı küçük materyalleri ortadan kaldırıyor, masanın köşelerine koruyucu takıyor, merdivenlere korkuluk koyuyorsak; otel sahibi de işletmeyi açmaya karar verdiğinde tüm güvenlik önlemlerini almak zorundadır. Birinci suçlu otel sahibidir, ikincisi de buraya açma ruhsatını veren kurumdur. Eksik evrakla çalışmaya kim izin verdiyse sorumlu odur. A ya da B kurumu… Zaten kanunlarda belirlenmiştir. Ama en önemli denetleyici yine bizlerin vicdanıdır.
Biz bireysel olarak kendimizi düzeltirsek toplum da düzelir. Dilerim bu acılar son olsun ve herkes sorumluluğunun farkına varsın. Yazımın sonuna gelirken, hepinize sağlıklı günler diliyorum sevgili okurlar. Sevgiyle kalın.
YORUMLAR