Kerâme, Arapça bir kelime. Bizde daha çok «kerâmet» kullanılır. Allah’ın veli (Allah dostu) has kullarına lutfettiği olağanüstü, harika işlere denilir.
Veliler bu kerâmetlerini mutlaka göstermek zorunda değildir, hattâ kimisi kendinden sadır olan kerâmetlerden habersizdir. Lâkin kerâmet haktır.
İslâm akaidinde kerâmetten daha üstün olan, yalnız (Allah elçisi olduğunu isbat sadedinde) peygamberlere verilmiş (yalnız onlara mahsûs) «mûcize»dir.
«Arap Baharı» için daha önce de çok yazdım, bu hadiselerin kerâmeti kendinden menkul hak ve hürriyet arayışları olduğunu.
«Arap Baharı» 2010’da Tunus’ta başlayan hükûmet karşıtı protesto, ayaklanma ve silahlı isyanlardı. Çoğunluğu Kuzey Afrika ve bir kısmı da Ortadoğu menşeli Arapların, devletlerine karşı; demokrasi, özgürlük ve insan hakları taleplerinden ortaya çıkmıştı. En azından Batı bunu bize böyle göstermişti. Oysa Tunus hariç hiçbirinde hayırlı bir sonucu olmadı bu kanlı eylemlerin.
Kan gövdeyi götürmüş ve bütün bu büyük hadiselerden sonra da ülkesi için hayırlı bir lider olan Muammer Kaddafi gibi birinin linç edilerek öldürülmesi ve Mısır’da seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin şehid edilmesi vahşeti dışında akıllarda hiçbir sonuç kalmamıştı.
Yàni bütün o protestolar, mitingler, gösteriler ve kanlı iç çatışmalar bölge insànlarının hayrına olmamıştı. Kaddafi sonrası Libya da, Saddam Hüseyin sonrası Irak gibi tarumar edilmiş, emperyalistlerin ve onlara şeflik eden ABD’nin istediği olmuştu.
Demokrasi gelsin, diktatörler devrilsin. Ya öyle mi? Bu komedyadır. Dünyanın en büyük diktatörü, bizlere demokrasi ihracı iddiasındaki ABD başkanından başkası değildir aslında.
Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen’de büyük çapta; Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Irak, Lübnan ve Fas’ta küçük çapta olmak üzere Arap dünyasında başgösteren mitingler, protestolar, halk ayaklanmaları ve kanlı silahlı çatışmalardan geriye ne kalacağı emperyalistlerin planında vardı, belliydi.
Çeşitli vesilelerle hep aynı şeyi söylüyorum. Fakat bizi kim anlıyor meçhul. Söylediğim, iddiam şudur: «Yeni Dünya Düzeni» dedikleri vetiredir bu.
Belki «Ukrayna Krizi» ile üçüncü bir Cihan Harbi daha yaşayacağız, belki o korkuyu dünyaya salıp savaşmadan halledecekler işi ama iyi bilmeliyiz ki, bütün bu senaryoların merkezinde «Yeni Dünya Düzeni» planı var!..
Pekâlâ bu yeni düzen bir ihtiyaca mebnî midir? Elbette plan sahipleri için büyük bir ihtiyaca binàen böyle yapılmakta, fakat işin aslı o değil tàbi.
Emperyalizm artan dünya nüfusundan dolayı, yeni sömürge alanları bina etmek zorunda. Ve rakipleri olan sair emperyalistlerin alanını daraltmak zorunda bu da ikinci büyük mesele…
Meselâ ABD, Rusya’nın yeniden SSCB dönemindeki iriliğine ulaşmasını asla istemez. 90’ların başındaki bağımsızlık rüzgarı devam etsin, Rusya elindeki tüm alanları kaybetsin ister. Ukrayna’da da bunun için at koşturuyor. Ukrayna’nın hayrı veya sırf NATO için değil.
Zaten NATO denilen şey de ıslanıp üşümeyelim diye üzerimize tutulan bir şemsiye değil, şeker misâli erimeyelim diyedir.
Türkiye dünyanın mihver (merkezdeki eksen) ülkesidir. Biz farkında olmasak da dünya coğrafyasının en stratejik bölgesindeyiz.
Ehemmiyetimiz büyük ve son dönemde şahsiyetli dış politika sayesinde bu ehemmiyeti yüzlerce kat arttırdık da.
Muhterem okurlarım, nasıl ki «Arap Baharı» dedikleri şey yalancı bir bahar idiyse bugünkü Amerikan istekleri de gayr-i samimi, şerefsizce isteklerdir. ABD tezgahını iyi okuyan kazanır. 17.02.2022
YORUMLAR