Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Prof. Dr. Anıl Çeçen

A N K A R A K R İ T E R L E R İ

A N K A R A K A L E S İ – 3 4 4-

A N K A R A K R İ T E R L E R İ

Prof. Dr. A N I L Ç E Ç E N
ANKARA , Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin başkenti olarak , devletin bütün kamu kurumlarını
ve devlet dairelerinin hepsini bir bütünlük içerisinde , kendi bünyesinde barındıran önde gelen bir
merkez yapılanmasına sahip bulunmaktadır . Ankara bu kendine özgü durumu ile birlikte aynı
zamanda dünyanın önde gelen merkezi coğrafyasının da önde gelen bir başkenti olarak bir çok
özellikleri içinde barındırmaktadır . Dünya haritası üzerinde yer alan bütün kentler ya da başkentler
kendi bulundukları coğrafyanın özelliklerini taşırken ,Türk devletinin başkenti olarak bulunduğu
merkezi konumun kendisine kazandırdığı diğer özellikleri ile de ,diğer kentlere oranla daha güçlü ve
etkin bir yapılanmanın tam ortasında yerini almıştır . Ankara’nın dünya haritası üzerindeki yeri
,jeopolitik biliminin insanlığa kazandırdığı stratejik konum açısından ele alındığı zaman ,günümüzde
orta dünya adı verilerek açıklanmaya çalışılan merkezi coğrafyanın getirdiği bütün bilgi birikimleriyle
Ankara olgusunun içeriğinin belirlenebildiği bir yeni durum önümüze çıkmaktadır . Ankara ile ilgili bir
değerlendirme yapılırken geçmişten gelen bütün tarih, coğrafya ve genel kültür kökenli bilgiler öne
çıkarak ,Ankara kavramının içeriğinin belirlenmesinde fazlasıyla etkin olabilmektedirler .Ankara hem
bir şehir olarak hem de merkezi coğrafyanın tam ortalarında yer alan bir bölge olarak geçmişin bilgi
birikimini günümüze taşırken ,aynı zamanda zamanımızdaki Ankara kavramının anlamını ve içeriğini
bugünün kuşakları için belirleyebilmektedir .Bu nedenle “ANKARA” denildiği zaman durup düşünmek
ve geçmişten gelen bilgi birikimi ile değerlendirmeler yapmak gerekmektedir. Hem Ankara’nın yeni
dönemdeki konumunu belirlemek, hem de bu merkezi kentte yaşamakta olan beş milyonluk Türk
asıllı nüfusun , Türkiye’nin başkenti üzerinden yeni sahip olduğu konumunu ,uluslararası alanda
gündeme gelen yeni konjonktürlerin yansımaları açısından bakılmasıyla, bugünkü dönemde Ankara
merkezli bakış açısının yeni durumunu belirlemek mümkün olabilecektir .
Yakup Kadri Ulusal kurtuluş günlerini anlattığı “Ankara” isimli kitabında , Kuvayı Milliye’nin
başkenti olarak Türkiye devletini anlatırken ,cumhuriyetin kurulmasından sonra yaşanan ulusal
kurtuluş dönemiyle Ankara’nın merkezi konumunu ve bu kent içerisine yerleşen Türkiye
burjuvazisinin durumunu, özelliklerini ve yaşadıklarını gelecek kuşaklara anlatarak , yeni kurulan Türk
devletinin merkezinde yaşayan Türklerin ciddi bir başkent bilincine sahip olmaları gerektiğini
açıklamaya çalışmıştır .Devleti çok büyük zorluklarla boğuşarak kuran kurucu kadro ,daha sonraki
aşamalarda gene zorluklara karşı yürütülen mücadele ile , cumhuriyet yönetimini oluşturma çabaları
içerisinde başkent Ankara kaynaklı olarak ortaya çıkan yeni durumları Türk halkının önünde açıklığa
kavuşturarak ,Türk kamuoyunda ciddi bir cumhuriyet ve ulus devlet bilinci yaratmaya çaba
göstermiştir .Milli mücadele azim ve kararlılığına önem veren kurucu kadro ulusal kurtuluş savaşı
kazanıldıktan sonra, halka yönelen devrimlerin yapılması ve bu arada yeni devlet kurulurken ortaya
çıkan çıkar ilişkileri ve bunlara dayanan para ilişkileri ile zayıf kalan insan ilişkilerinin yansımalarını
“Ankara” isimli kitabı aracılığı ile Türk ulusuna aktarırken , Yakup Kadri’nin gerçekçi bir yazar olarak
kuruluş dönemi sonrasında Ankara kenti üzerinden yeni devletleşme sancılarını dile getirerek ,Türk
halkının zaman içinde Türk ulusuna dönüşmesi sürecinde önemli açıklamalar yaparak , Türkiye
Cumhuriyetinin güçlü bir ulus devlete dönüşebilmesi için, fikri düzeyde önemli katkılar getirdiği
anlaşılmaktadır . Kuruluş dönemindeki Yakup Kadri’nin geliştirdiği düşünsel önderliğin daha sonraki
aşamalarda yeni cumhuriyet kuşakları içinden çıkan genç kuşakların ulusal kurtuluşun sonraki dönem
temsilcileri olmaları için elverişli bir Kuvayı Milliye ortamı yaratılmıştır .Ulusal kurtuluş savaşının ilk
aşamasında Atatürk aracılığı ile başkent statüsü kazandırılan “Ankara” ,Yakup Kadri’nin öncülüğünde
, daha sonraki aşamada ulusal kurtuluşun başkenti olunca ,antiemperyalist ve tam bağımsız devrimci
bir Türk cumhuriyetinin , ulus devlet çatısı altında güçlü bir devlet olarak öne çıktığı görülmüştür .

Türklerin yeni başkenti olarak seçilen Ankara kenti , Kuvayı Milliye mücadelesinin merkezi
olarak seçildiği için, devrim tarihinde ulusal kurtuluş devriminin ortaya çıktığı coğrafi merkez olarak
da bu yeni yapılanma içinde yer almış ve bu durumu ile de dünya literatüründe Ankara bambaşka bir
yapılanma içine girerek ,diğer kentlerden ayrılan bir Kuvayı Milliye başkenti çizgisinde yeni siyasal
kimlik kazanmıştır .Türkiye Cumhuriyeti anayasasının üçüncü maddesinde Türkiye Devletinin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bir bütün olmasının belirlendiği bu maddede ,Türk bayrağı ve İstiklal marşı ile
birlikte Başkent Ankara maddesi de yer alarak ,cumhuriyetin temel ilkeleri arasında Ankara ile
devletin bütünleşmesi sağlanmıştır .Cumhuriyetin temel ilkeleri doğrultusunda Ankara’nın başkent
olması ,hem değiştirilemez hem de değiştirilmesi teklif dahi edilemez bir hukuksal statüye bağlıdır .
Ankara’nın tam ortasında yer aldığı merkezi bölgenin geleceği ile ilgili olarak birbirinden çok farklı
emperyalist plan ve projeler bulunduğu için , devletin kurucu gücü olan Kuvayı Milliye örgütünün ilan
etmiş olduğu çağdaş ulus devletin birliği ve bütünlüğünün her türlü emperyalist saldırı ya da projelere
karşı korunabilmesi ve bağımsız yapılanması , ilan edilmiş olan Türk devletinin sonsuza kadar devam
edebilmesi için ,öncelikle anayasanın giriş kısmındaki temel ilkeler aracılığı ile devlete hukuksal bir
güvenlik şemsiyesi getirmiştir .Cumhuriyet rejimine dayanan ulus devletin korunmasıyla ile ilgili
bütün önlemler, anayasanın başlangıç hükümlerinde belirtilerek hukuk devletinin koruyuculuğu ile
güvence altına alınmıştır . Ankara’nın başkent oluşu ile ilgili koruma aynı zamanda birinci kısmın
genel esasları içinde yer alarak ve devletin temel amaç ve görevleri açısından açıklanarak , bu
düzenlemenin hiçbir biçimde değiştirilmemesi gerektiği ,gene anayasa bütünlüğünün Türk ulusuna ve
Türk devletine kazandırmış olduğu ayrıcalıklı bir üst düzey hukuk örgütlenmesi olmuştur .Diğer
ülkelerde olduğu gibi başkent olma ayrıcalığı tanınmış olan Ankara kentinin ,aslında bu doğrultuda
bir “Ankara “ kanunu çıkartılarak Londra, Roma, Paris ve Tokyo gibi büyük devlet başkentlerini
koruyan benzeri bir yasal düzenleme ile , her türlü tehdit ,saldırı ve riske karşı korunması
gerekmektedir .
Cumhuriyeti temsil eden ana ilkelerin her yönü ile ele alınarak, anayasanın başlangıç
hükümleri ya da genel esaslar kısmında var olan devlet statüsünün koruma altına alınması , Türk
devletinin üzerinde kurulu bulunduğu Anadolu ve Trakya toprakları üzerindeki Türkiye hegemonyasını
güvence altına almayı hedeflemiştir. Aslında kendi başkentlerini özel yasalarla koruma altına alan
diğer büyük devletler de benzeri bir destek aradığı için böylesine düzenlemelere giderken ,Türkiye’de
anayasa içinde sorunun çözüme bağlanması yoluna gidilmek zorunluluğu doğmuştur .Bazı ülkelerde
ayrı kanun düzenlemeleri ile başkentleri bağlı olan diğer kentlere karşı bir koruma arayışı sürüp
giderken , bu konudaki Türk formülü ,yasaların üstünde bir statüde anayasal düzenleme olarak
örgütlenmiştir .Türk anayasal sisteminde yer alan değişmezlik sistemi ile koruma yaklaşımları
çerçevesinde , gene Türk anayasasında cumhuriyetin temel ilkeleri olarak ifade edilen bazı kurallar,
temel prensipler olarak , Türk eğitim sistemi ve sosyal bilimler arasında yer almakta ve aynı zamanda
Türk toplumunun devrimci çizgide yeniden yapılandırılmasında temel taşlar olarak hizmet
etmektedirler .Türkiye cumhuriyetinin ana yapısını belirleyen bu cumhuriyetçi ilkeler aynı zamanda
devletin kurucu önderi Atatürk’ün de benimsediği temel kurallar kabul edilerek , Türk halkına
önderlik yapan devlet kurucusu partinin de temel ilkeleri olarak ,zaman içinde benimsenerek
uygulama alanına aktarılmıştır . Başkent Ankara Kuvayı Milliye mücadelesinin merkezi olarak yeniden
yapılanırken o dönemin koşullarında Atatürk bir sentez gerçekleştirerek dağınıklığı ortadan
kaldırabilmenin yollarını aramıştır . Avrupa ve Asya kıtaları arasında kurulan merkezi devlet olarak
Türkiye hem Avrupa düzeninin çıkış noktası olan Fransız devrimini hem de Asya’nın en büyük devlet
yapılanması olarak öne çıkan Sovyetler Birliğini yaratan Rus devrimini de dikkate almaya çalışmıştır .
Avrupa ve Asya kıtaları arasında Fransız ve Rus devrimlerinin yansıdığı merkezi bölge üzerinde
kurulmuş olan Türk devletinin başkentinde Fransız devrimi ürünü olarak cumhuriyetçilik , milliyetçilik
ve laiklik ilkelerinin ve dünya sosyalist sistemini kuran Sovyet Devrimi de Rusya üzerinden dikkate

alındığı zaman ,devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkelerinin de Türkiye’de öne geçtiği anlaşılmaktadır
.
İki kıta arasında kurulan merkezi devletin başkenti olan Ankara ,aynı zamanda bu kıtalardaki
siyasal sistemleri kuran Fransız ve Rus devrimlerinin de etkileri ile karşı karşıya kalarak ve uzun süreli
bir siyasal mücadeleyi kurtuluş savaşı sonrasına kadar sürdürerek ,bu güne kadar uzanan bir
mücadelenin tam ortasında yer almıştır. Bu açıdan diğer devletlerden farklı özellikleri ile harita
üzerinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti ,sonraki dönemlerde meydana gelen siyasal gelişmelerden
fazlasıyla etkilenmiştir . Türkiye yirmi birinci yüzyılda geleceğe dönük mücadelelerini artırarak yeni
dünya düzeni içinde kendine uygun bir yer ararken , başkent Ankara hem yeni dünya düzencisi
emperyalist devletlerin hedefi olmakta hem de merkezi coğrafyadaki dinler ,mezhepler ,etnik
kökenler ,ulus devletler ve diğer devletlerin plan ve programları ile karşı karşıya kalmakta ve bu
yüzden de hem bölünmek ve parçalanmak, hem de yeni ortaya çıkan emperyal devletlerin
hegemonya planları doğrultusunda geliştirilen sömürgecilik saldırılarının ana hedefi konumuna doğru
sürüklenmektedir . Devletin kuruluşu bir asır geride kaldığı için geçmiş olan yüz yıllık zaman dilimini
ve bu süreçte gündeme gelen siyasal gelişmelerin ve de yeniliklerin de hesaba katılarak de yeniden
farklı değerlendirmelerin yapılması bir zorunluluk olarak öne çıkmaktadır . Osmanlı devletinin bittiği
aşamada bir ulus devlet kurmak üzere ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti iki savaş arasında
oluşturduğu kimliğini koruyarak ve yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar varlığını koruyarak, devletin
devamlılığını sağlamış ama yirmi birinci yüzyıla doğru açılımların gündeme geldiği noktada ,
Türkiye’nin önüne yeni yapılanmalar alternatifi gündeme gelmiştir . Sosyalist sistem çökerken Avrupa
ülkelerinin tıpkı Amerika Birleşik Devletleri gibi bir kıtasal birliğe yönelerek Avrupa Birleşik Devletleri
,Avrupa Birliği oluşumuyla gündeme getirilmiştir .Türkiye’nin yanı başında Sovyetler Birliği Rusya
üzerinden dağılırken , bu kez bu duruma tamamen ters bir süreçte Avrupa ülkelerinin ABD’ye karşı bir
kıtasal birlik devleti arayışı ile ortaya çıkması gibi iki ayrı oluşum ,Türk devletini tehdit eden bir durum
yaratmışlardır .Türk devleti bir yandan Amerika Birleşik Devletleri ile uğraşırken ,yeni ortaya çıkan
durumda benzeri bir mücadelenin Türkiye’nin yanı başında kurulmuş olan Avrupa Birliği’ne karşı da
yapılması gerektiği, son siyasal gelişmelerle birlikte dünya gündemine girmiştir .
Yirminci yüzyılın başlarında iki ayrı kutuplaşma sürecinin tam ortasında siyasal alana bir
devlet olarak katılan Türkiye Cumhuriyeti yüz yıllık bir geçmişi geride bırakırken ,doğu dünyasında
Sovyetler Birliği ile , batı dünyasında ise Avrupa Birliğinin kurucusu konumuna gelen Avrupalı büyük
devletler ile uğraşmak zorunda kalmıştır .Avrupa’nın önde gelen büyük devletleri bin yıllık bir geçmişe
doğru bakıldığında Roma ve Bizans gibi büyük imparatorluklar aracılığı ile Avrupa’nın büyük
güçlerinin her aşamada emperyalizme yöneldikleri ve bu doğrultuda diğer dünya devletlerini
yönlendirmeye çaba sarfettikleri açıkça ortaya çıkmıştır . On sekizinci yüzyılın sonlarına doğu Kuzey
Amerika’daki İngiliz sömürgelerinin bir araya gelerek birleşmeleri üzerine , yeni bir büyük güç olarak
ABD doğmuştur .Daha sonraki aşamada bu yeni büyük devlet dünyaya yayılarak kendisinden önceki
Britanya imparatorluğu düzenini ele geçirmiştir .Birinci dünya savaşı sırasında İngiliz imparatorluğu
çökerken , bunun yerini yeni kurulan Amerikan imparatorluğu alarak , gene batı merkezli bir dünya
düzenine eskisi gibi devam edebilmenin çabaları içine girmişlerdir .Hegemonya İngiltere’den
Amerika’ya geçerken tam savaş anında bir de Rusya’da Sovyet devrimi gerçekleşince ,yirminci yüzyılın
başlarında dünya üç merkezli yeni bir siyasal yapılanmaya doğru yol almaya başlamıştır .İşte böylesine
bir dönüşümün gerçekleştiği dünya üzerinde üç büyük siyasal güç toparlanarak öne çıkarlarken , eski
Osmanlı hinterlandında boşta kalan eski Türk toprakları üzerinde bir milli uyanış ile seferberlik
gündeme gelerek ,yeni bir ulus devlet oluşturmak üzere ,Türk ulusunun kendi ulus devletini kurarak
tarih sahnesindeki yerini aldığı görülmüştür .Böylesine bir tarihsel dönüşüm aşamasında boşta kalan
Osmanlı toprakları üzerine çok ciddi çekişmeler yaşanmış ve bu yüzden birinci dünya savaşı
çıkartılarak güçlü bir merkezi güç olan imparatorluk yerine bir ulus devlet yapılanması geliştirilerek ,

emperyalistlerin orta dünyada saldırı ve işgal hareketlerine yönelmelerinin önüne geçilmek
istenmiştir . Bu aşamada Türkiye’nin başkenti Ankara’ya önemli yeni misyonlar yüklenmiştir .
Yer kürenin doğusunda ya da batısında ortaya çıkan büyük devletler ve imparatorluklar
uluslararası bir hegemonya yapılanmasını kendi kurdukları siyasal egemenlik düzeni doğrultusunda
yönlendirerek ve yeni dünya düzenleri arayışı içine girerek , zaman içerisinde sahip oldukları siyasal
gücün sağladığı desteklerle bu tür hedeflere ulaşabilmenin yollarını aramaktadırlar . Türkiye orta boy
bir devlet olarak varlığını güvence altına alarak hareket etmelidir .Merkezi bölgedeki konumunu
koruyabilmek için Türkiye hem komşuları ile hem de bölge devletleri ile yakınlaşma ve dayanışma
girişimlerinde bulunmaktadır .Ancak bu yollardan kendini koruyabilecek bir siyasal tavır
geliştirebilecek Türk devleti ,kendisini çevreleyen yakın bölgeler konularında sürekli gözlem içinde
bulunarak , orta boy bir devlet olmaktan gelen eksikliklerini jeopolitik konumunu kullanabilen bir
büyük devlet gibi gerektiğinde ortaya koyabilmelidir . Bu tür davranışlarıyla daha aktif bir konuma
sahip olabilecek Türk devleti içinde bulunduğu jeopolitik konumunu öne çıkararak , orta boy
devletten daha büyük bir devlet yapılanmasına doğru adım atmak durumunda kalmıştır .Dünyanın
önde gelen büyük devletlerinin kolaylıkla yöneldiği emperyalist politikalara karşı merkezdeki Türkiye
Cumhuriyeti ,öncelikle kendini koruyacak ve geleceğe dönük güvence altına alacak merkezi bir güç
olarak her zaman için her türlü olumsuz gelişmelere karşı uyanık olmak ve böylesine bir ulusal tavrın
örgütleyicisi olarak da komşuları ile ,ya da partner devletler ile farklı ilişkilere giderek ,yeni dengeler
arayışı içinde bulunmalıdır . Uluslararası kamuoyunun oluşumu sırasında sorunların küresel ilişkilerin
aracılığı ile gündeme getirilmesi ya da dayanışma veya yardımlaşma hedefleri doğrultusunda öne
çıkarılması ,Türkiye gibi orta boy devletlerin sahip olduğu büyük devlet benzeri tutumların daha fazla
öne çıkmasını ve zaman içinde devamlılık arz etmesini sağlayabilmektedir . Dünyanın bir çok
bölgesinde görülebilen bu tür yapılanmaların gelip geçici olmaması için süreklilik gösterebilecek
jeopolitik adımların birbirini izleyerek ,ülke ve bölge boyu politikalarda ağırlıklarını her zaman için
gösterebilmelidirler .
Türkiye dünya haritasında bulunduğu yeri iyi görerek ve böylesine bir yaklaşım sayesinde
başkent Ankara merkezli politikalarını kurumlaştırabilmektedir .Yüz yıllık cumhuriyet tarihinin
eleştirel bir bakış açısıyla ele alınmasıyla ,Türk devletinin iç ve dış politikalarındaki değişikliklerin
zaman geçtikçe yeni yönelmelerin süreklilik içinde öne çıkışlarının boyutlarını göstermektedir . Bir
anlamda Ankara Kriterleri olarak topluca adlandırılabilecek ilke ve kurallar bütününde yer alan tutum
ve davranışların başkent Ankara’nın adıyla belirlenmesi ve bunların bir paket olarak öne çıkarılması ,
Ankara Kriterleri kavramının Türk devleti ile milletinin ulusal çıkarlarına olumsuz yönelen her
durumda ,Türk tarafının hem Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hem de başkent Ankara merkezli bir içe
dönüş hareketi biçiminde Ankara Kriterlerini öne çıkararak ,aktif bir dış politikaya yönelebilmesi
mümkün olmaktadır. Ulusal dış politika yönü ülke koşulları dikkate alınarak belirlenirken, Ankara
Kriterlerinin öncelikli bir biçimde ele alınarak ,Türkiye’nin çıkarlarını koruyacak düzeyde bunlara
dayanılması ve var olan sorunların çözüme bağlanması mümkün olabilecektir . Ülke ve devlet
yönetimi ile ilgili olarak önceden hazırlanmış siyasal metinler ya da hukuk belgelerinin ortaya
çıkarılabilmesi ,geçmişten gelen bilgi birikiminin güncel sorunlara doğru yönlendirilmesi ile elde
edilebilen olumlu katkılar ,çözüm aşamasındaki sorunların çözüme kavuşturulmasında etkin bir
biçimde kilit rol almaktadırlar . Kriter kavramının anlamı açısından konuya bakıldığında bir
değerlendirme yapılması esastır .Geçmişten gelen bilgi ve değerler ile hareket edildiği zaman ,var
olan birikimin ana unsurlarının kullanılmasıyla birlikte çözüm için gerekli malzeme ile birlikte
unsurların da ilke ve kurallar biçiminde ele alınması,bir zorunluluk olarak politika oluşturucuların
önlerine çıktığı söylenebilir . Devletler hem kurumları ile hem de uzman kadrolarıyla sorunların
çözümüne ya da yönlendirilmesine dönük adımlar atarlar. Bu gibi durumlarda sonuca kısa yoldan
gidebilmek için devletlerin kurumsallığı doğrultusunda var olan tüm malzemenin ve uzmanlıkların

devreye sokularak çözüm arayışlarının başlatılması gerekli olmaktadır . Ankara bir cumhuriyet
devletinin başkenti olarak ,Türk devletinin karşı karşıya kaldığı her türlü saldırıya karşı , sorunları
çözmek üzere tarihin derinliklerinden gelen bilgi birikimine ,sahiptir.
Son aylarda Türk diplomasisi sürekli olarak batı kaynaklı sorunlarla işgal edilirken , Baltık
denizi kıyılarında Nato zirvesi düzenlenmiş ve bu vesile ile Türkiye’nin batı ile ilişkileri yeniden masaya
yatırılarak Türk tarafı hırpalanmaya çalışılmıştır .Her zaman olduğu gibi batılı emperyal ülkeler
Türkiye’yi gene eskisi gibi insan hakları üzerinden eleştirmeye kalkışmışlar ve bu alandaki eksiklikleri
yüzünden ,Türkiye’nin hiçbir zaman Avrupa Birliği’ne üye olamayacağını ve bu doğrultuda Avrupa
Birliğinin üyelik için ana ilkelerini gündeme getiren Kopenhag kriterlerini ,Türk tarafının bir yasal
düzenleme ile kabul etmesi gerektiği, gene Avrupa Birliği organlarında Türkiye’nin son durumu
tartışılırken, eskisi gibi dile getirilerek Türk karşıtlığı çizgisi gene sonuna kadar izlenerek, Türkiye gene
Avrupa Birliği dışında bırakılarak ve gene bu tutumun bir uzantısı olarak Türkiye’nin Nato’ daki
görevine dikkat çekilerek , Avrupa Birliği nimetlerinden mahrum edilen Türkiye , bu durumun bir tersi
yansıma ile Türk devleti’nin Nato üyesi olmaktan kaynaklanan görev ve misyonları gene eski
toplantılarda olduğu gibi tekrar edilerek ,Türk tarafı mahkum edilmeye çalışılmıştır .Avrupa
medeniyetin merkezi olmak gibi bir iddia ile kendisini uygarlığın merkezi olarak ilan ederken
,Türkiye’yi çağdışı kalmış doğu bölgesi ülkeleriyle birlikte uygar olmayan ülkeler kategorisi içinde
düşündüklerini açıkça ilan etmişlerdir .Avrupa kapısında yarım asır üyelik için bekletilen Türkiye
,devletiyle milletiyle ve siyasi ve askeri gücü ile ; ABD, Nato, İngiltere ve İsrailin çıkarları için ,hem
Afrika çöllerine hem de sıcak çatışmaların bulunduğu savaş alanlarına ,Nato’nun öncü güçleri olarak
kullanılmaya çalışılmıştır . ABD’nin küresel politikaları gereği Rusya ile Ukrayna savaşı başlatılırken ,
İngiltere’nin baskılarıyla Kuzey Atlantik örgütlenmesinin devamı bu kez Avustralya’nın katılmasıyla bir
Pasifik savunması AUKUS adıyla gündeme getirilirken ,Türkiye’nin güvenliği ya da askeri öncelikleri
düşünülmemiş ,Avrupa Birliğinden Türkiye gene çifte standartçılık oyunları ile uzak tutulurken ,Doğu
Akdeniz, Balkanlar ,Kıbrıs ve Ege adaları ile Kuzey Suriye üzerindeki siyasi çekişmeler ile askeri
çatışmalara Türkiye’nin batı dünyasının çıkarları doğrultusunda yönlendirildiği görülmüştür . Türkiye
gene bir emperyalizm oyununa savaşa sürülerek kurban edilmeye çalışılmıştır .
ABD hegemonyası için Rusya ile Avrupa karşı karşıya getirilirken ,dünya kamuoyunu oyalama
çizgisinde bir Rusya-Ukrayna savaşının ,Türkiye ile hiçbir biçimde ilgisi olmamasına rağmen ,Türkiye’yi
de Nato üyesi bir ülke olarak savaş cephesine yönlendirmek ,Türkiye açısından çok büyük bir
haksızlığa neden olmaktadır .İtalya’nın Faşist kadın başbakanı Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin
gündemde olmadığını açıkça dile getirirken ,Avrupa parlamentosunun Türkiye raportörü hazırladığı
raporunda Nato ile Avrupa Birliğinin farklı kurumlar olduğunu ileri sürerek , Türkiye’nin kendisine
karşı uygulanan haksızlığı dile getirmesine karşı çıkıyordu .Avrupacı kanat Brüksel’in yolunun
Kopenhag Kriterlerinden geçtiğini resmen açıklarken , açıkça Ankara’nın kendi ulusal çıkarları için
geliştirdiği kendi kriterlerine karşı tavır koyuyordu .Finlandiya’nın Nato üyesi olmasından sonra
Türkiye’nin de Avrupa Birliği üyeliğini Türk tarafı gündeme getirdiği aşamada, Kopenhag kriterlerinin
açıkça Türkiye’ye dayatılması AB’nin dostça olmayan resmi yaklaşımını açıkça ortaya koyuyordu .Bu
durumda Türk hükümeti Ankara’daki Türk devletinin kendisi için uygun gördüğü çizgide , Ankara
Kriterleri’ni gündeme getirerek ,yavaş yavaş terör saldırılarına karşı çıkmayan ve bu tür saldırılara
dolaylı olarak destek olan İsveç devletinin de ,Nato üyeliğine karşı Türk tarafı gereken tepkiyi ortaya
koyarak ,bundan sonra Türkiye Cumhuriyetinin iki yüzlü ve çifte standartlı batı emperyal politikalarına
karşı çıkacağı bütün dünyaya duyuruluyordu . Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı çifte standartlı tavır ve
politikalarına devam etmeye çalışırken , Türkiye batının emperyalist politikalarına karşı artık Ankara
Kriterleri ile cevap vereceğini açıkça kamuoyuna yansıtıyordu . ABD dünyayı savaşa sürüklerken Rusya
hareketi ile sarstığı dünya dengelerini yeniden gündeme getirme noktasında , Avrupa Birliği örgütü ile
ortak hareket ederek ,çok kutuplu dünya düzeninde yeni bir aşamaya doğru dünya konjonktürü çok

zorlanıyordu .Türkiye Avrupa Birliğine karşı izlediği antiemperyalist politikalara önümüzdeki dönemde
devam ederek ve bütün savaşlara karşı çıkarak yeni dünya dengelerinin barışçı bir çizgide oluşumuna
öncelik veriyordu .Atatürk’ün yurtta ve dünyada barış ilkesi Ankara Kriteri olarak devreye giriyordu .
Dünyanın ortasında her konu ve alan ile çeşitli açılardan karşı karşıya gelen bir konumda
Türkiye’nin dünyada gelişen ve ortaya çıkan bütün alanlarda Türkiye Cumhuriyeti , kurucu önder
Atatürk’ten gelen ciddi bir dış politika birikimine sahip bulunmaktadır .Birinci dünya savaşı sonrasında
bir ulus devlet olarak dünya sahnesine çıkan Türk devleti yoluna devam ederken Ankara merkezli bir
siyasal düzen kurularak Türklerin, Türk ulusunun ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hak ve özgürlüklerine
sahip çıkılmıştır . Tarihin her döneminde birbirini izleyen olaylar ve siyasal gelişmelerin birbirlerini
izleyerek siyasal alana çıkmasıyla birlikte , merkezi coğrafyadaki oluşumlar da bu gibi gelişmelerin
yansımaları doğrultusunda biçimlenerek, Türk devleti ile birlikte devletin başkenti olarak merkez
konumunda bir Ankara yapılanması zaman zaman siyasal alanda yönlendirici etkiler yaratmıştır
.Bugün Türkiye’nin her yanında şehir devletleri ya da küçük eyalet yapılanmaları arayışları sürekli
olarak tırmanırken, başkent Ankara ile bütünleşen Türkiye Cumhuriyeti ,Ankara kriterlerini bir
savunma mekanizması olarak kullanarak ,hem ayakta kalmasını biliyor hem de cumhuriyetin ilelebet
payidar kalması doğrultusunda gerekli olan önlemleri alarak yoluna devam etmesini biliyordu
.Tarihin ilk dönemlerinden bu yana merkezi alanda var olan Türk devlet geleneği, merkezi devletin
güçlü bir yapılanmaya kavuşturulmasıyla ,varlığını güvence altına alarak yirmi birinci yüzyılda devletin
ayakta kalması güvence altına alınıyordu .Dünya tarihinin önde gelen aktörleri olarak Türkler, her
zaman hem batı hem de doğu kürelerinde ortaya çıkarak merkezi alan üzerinden dünyadaki
gelişmelerin en etkin gücü olarak mücadelelerini sürdürüyorlardı .Böylesine etkili bir konuma sahip
olan Türk toplulukları her zaman için bir çıkış yolu bularak, her dönemde bir Türk devleti çatısı altında
bir araya gelerek dünyanın değişik dönemlerinde Türk devletleri üzerinden Türk uygarlığının
devamını sağlıyorlardı .
Ankara Kriterleri tarihin her döneminde ortaya çıkan Türk devletlerinin kendi varlıklarını
güvence altına aldıkları temel ilkeler ve kurallar bütünüdür . Hayatta her şeyi bilime ve bu alandaki
gelişmelere dayandıran kurucu önder Atatürk ortaya koyduğu söylev ve demeçleriyle , kurucusu
olduğu devletin gerçeklerini ortaya koymuştur .Bu açıdan O’nun miras olarak Türk gençliğine bıraktığı
“Söylev “ isimli kitap ta Ankara Kriterlerinin temel dayanak noktalarından birisidir .Bir çağ değişimi
sırasında var olan büyük devletlerin önünü kesen ve savaşları durdurarak bölgesel barış ortamını
kuran Atatürk ,gerisinde bıraktığı otuz ciltlik eseriyle Türk devleti ile birlikte Türk ulusuna da öncülük
görevini ,bilimsel birikim ile tamamlamasını bilmiştir .Hiçbir yabancı düşünür ya da bilim adamının
etkisi altında kalmayan Atatürk , Türkiye Cumhuriyetinin kendi yolunda ilerlerken gene kendi
birikimini tamamlamasını savunmuştur . İki yüzden fazla devletin bulunduğu yeryüzü haritasında
diğer devletler ve milletlerin yaşama haklarının güvence altına alınabilmesi ve dünyayı teslim alan
neo-emperyalizm ile neo-koloniyalizm in sona ereceği ve yeni bir tür evrensel dayanışma aracılığı ile
tüm insanlığın kazanılmış olan haklarının öne çıkacağı ve zaman içerisinde böylesine bir hakkaniyet ve
adalet ile barış düzenlerinin gerçekleşeceği bir yeni dünya düşüncesinin geçerlilik kazanabilmesi için
tüm ezilen ve esaret altında kalan toplulukların insan hakları düzenlemeleri doğrultusunda haklarına
kavuşabilmeleri gerekmektedir . Ankara kriterleri her türlü haksızlığa karşı çıkmayı , evrensel barış ve
adalet düzenlerinin kurulmasını sağlayarak ,ve mazlum ulusların her türlü hak ve özgürlüklerine
kavuşabilmesi ve gelecekte daha adil bir yeni dünya düzenine Türkiye’nin ulaşabilmesi doğrultusunda
Türk devleti ile Türk ulusunun üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirerek ve Ankara’nın ilkeli
duruşu sayesinde daha adil bir dünya düzenine kavuşabilmesi çizgisinde , ulusalcı ve antiemperyalist
kriterleri öne çıkararak ,her türlü sömürü ve haksızlığın sona erdirilmesi hedeflenmelidir . Ankara
Kriterleri bugüne kadar olduğu gibi öncelikle iç barışın sağlanması ve daha sonra da evrensel barışın
garanti altına alınabilmesi açısından önem taşımaktadır . Uluslararası kuruluşların emperyal

merkezlerin kontrolü altına sürüklenmesinin bir an önce önlenerek haksız düzenlerin ortadan
kaldırılması ve uluslararası dayanışmalar aracılığı ile evrensel barış ve adalet düzeninin acilen
kurulması gerekmektedir. Ankara’daki Atatürk Cumhuriyetinin Ankara Kriterleri aracılığı ile yeni bir
dünya düzeni oluşumu için tıpkı Atatürk dönemindeki gibi mücadele etmesi zorunlu görünmektedir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER