BİR ŞEHİT, BİRÖYKÜ, BİR ŞİİR PROJESİ 1 – 2
Bu projeyi hayata geçiren dosalara saygılarımla…
Harun Yıldırım’a en derin sayılarımla…
Harun beyin ağzından Projenin doğuşu;
Sıladan uzakta gurbet ellerde yine bir gün…
İş çıkışı bir uzun yoldu…
On dokuz Eylül iki bin yirmi ve Gaziler günüydü.
Yolda gördüğüm bir gazinin resmi bütün duygularımı altüst etti.
Her yeri sarıl¬mış, her yeri yanık, her yeri şarapnel parçası içinde olan yiğidimin gözünde sadece mahzun bir bakış vardı.
Üzgün değildi, hatta şehit olamadım dercesine bir bakıştı.
Ben o bakışlarda ölmüştüm.
Gözyaşlarımı tutamıyordum, rahmet bulutlarından boşalan bir yağmur gibiydi gözyaşlarım.
İnsanın bir anda gökyüzünü avuçlayıp, bir avuç toprak gibi yerlere seresi geliyor…
O an hissettim omuzlarıma bindi sanki kaldır beni diyen bir yük.
Toparlamak gerekti çünkü yırtık yamadan büyük.
Üç beş damla gözyaşım kaydı gitti ellerimden,
Dik durmalıydım vazgeçemezdim hayallerimden.
Yazmalıydık o nadide çiçeklerin nasıl solduğunu,
Canı candan koparan kurşunun amansız olduğunu.
Satır, satır yazdığımız Ali, Mehmet, Emin, Hasanlar.
Biz yazdıkça boğulacak karabasanlar.
Yazdığımız şehitler, genç kızların sevgili civanı,
Artık şimdi kimisi Efendimize komşu kimi Kevser’in bahçıvanı.
Bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize acil şifalar dilerim.
Değerli okurlar, sevdiklerinize armağan edebileceğiniz en kıymetli hediye bu kitap olmalı. Bu kitabımız gelecek nesillere şehadetin ne kadar anlamlı olduğunu, vatanın, anadan babadan, yardan gerekirse daha kıymetli olduğu¬nu anlatmak amacıyla kaleme alınmıştır.
Mutlaka her evde olması gereken bir kitaptır diye düşünüyorum.
Şehit düşen bir köy korucusunun vatan aşkını, kahraman Mehmetçiklerimizin birer fidan gibi toprağa düşüş anlarını, Kıbrıs şehidimizi, can Azerbaycan şehitlerimizi, Çanakkale ve Sarıkamış şehitlerimizi, teröre kurban verdiğimiz kahramanlarımızı ve onların yaşanan anılarını, yarım kalan öykülerini, sevdalarını anlatmaya çalıştık.
O fotoğrafını gördüğüm mahzun bakışlı kahraman gazimizin ardından şu dizeler döküldü bir anda yüreğimden:
UTANIYORUM!
Sen o dağlarda gezerken ben evimde yatmaktan utanıyorum yiğidim.
Sen canın pahasına vatan, vatan derken ben burada süslü kaldırımlarda gezmekten utanıyorum yiğidim.
Sen eşini çocuğunu bırakıp bayrak için vatan için hudutlarda yürürken, ben evimde kanepede eşimle çay içerken utanıyorum yiğidim.
Sen gecenin ayazında taş kovuklarında nöbet kulelerinde nöbette iken, ben sıcak yatakta yatmaktan utanıyorum yiğidim.
Senin eşin her gece dört gözle yollarını beklerken, ben eşimin evde dolan¬masından, kapıyı bana gülerek açmasından utanıyorum yiğidim.
Sen kızının resmi ile ayaz gecelerde avunurken, ben kınalı, ojeli kızları gördükçe utanıyorum yiğidim.
Sen İdlip’te, Afrin’de, Trablus’ta kurşun sesiyle uyanırken, ben seher vakti öten horozların sesini dinlemekten utanıyorum yiğidim.
Sen günlerdir yıkayamadığın ayaklarındaki yırtık botlarınla dağların etekle¬rine basarken, ben beton kaldırımlarda markalı ayakkabılar giyip yürümeye utanıyorum yiğidim.
Sen kurşun sesleri içerisinde barutları koklarken, ben lale bahçelerinde sarıçiçekleri koklamaktan utanıyorum yiğidim.
Sen şehadet için tekbir getirirken, ben aynaya bakmaktan utanıyorum yiğidim. Sen anadan yârdan serden geçerken, sen engin denizlere yelkenle¬ri açarken, sen düşmanın dişini kerpetenle sökerken sen; ben Fatih’im, ben Selim’im, ben Yavuz’um, ben Süleyman’ım derken, ben kendimden utanıyo¬rum yiğidim.
Sen, “ben ölünce ardımdan ağlamayın” derken, “bir değil bin canım bu vatana feda olsun” derken, “ben şehit düşersem vatan sağ olsun” derken, ben ardından cılız bir sesle, “Allah rahmet eylesin.” demeye utanıyorum yiğidim.
İşte bunlar, kendimden utandığım anlardır. Bu duygular içerisinde, “Bismil¬lah!” diyerek kolları sıvadım. Yazmalıydık o şehadete eren yiğitlerimizin, onların yaşanmayan, yarım kalan hikâyelerini, hayallerini, aşklarını yazmalıydık.
Vatan sevgisinin yerini hiçbir şey dolduramazdı elbette. Bizler eli boş mu duracaktık? Hayır, hayır… Boş boş oturmak, bu asil Türk milletin yapacağı bir şey değildi. Aklımda bin bir fikir oluşmaya başladı. Şehitlerimizin yarım kalan hayallerini, anılarını, gelecek nesillere aktarmamız gerekti ve o gün bu proje¬yi kafamda bitirmiştim. Tanıdığım bütün şair-yazarlara haber saldım. Hikâye yazan kalemleri bularak, ne yapmamız gerektiğini konuştuk. Hepsi bir nefer gibi gönüllü oldu bu işe. Herkes bir şeyler yapmak istiyordu. Bu heyecanla ekibimi kurdum ve görev dağılımı yaptım.
İlk önce yazarlarımız çevrelerinde şehit ailesi bulup, aile ile şehit mezarına gidecek ruhunu şad edecek, hiç kimse ilk etapta kafasından bir kurgu yapma¬yacaktı. Birebir şehit babası, şehit anası, şehit eşi, onlarda yoksa en yakınları ile birebir konuşup, asker arkadaşı, komutanı, erişebildiği her yere erişecek ve şehidimizin şehadete kadar olan hayatını gerçeklere uygun olarak yazacaktı. Böyle bir kitap oluşturmak arzusu ile çıktığımız yolda, bu kitabın sadece alt yapısını oluşturabilmek tam dokuz ayımızı aldı. Şükür o günlerden bugünlere geldik,
KISA BİR MESAJ
Kara Harp Okulunda eğitimi biten askerlerimizden beş kafadar yüzmeye gitmek ister. İçlerinden birinin harçlığı yoktur, bunu arkadaşlarına söyleyemez. Diğer dördü gider ve o kişi okulda kalır. Bu arada bölük komutanı kantine gider, bakar ki öğrencisi orada yalınız başına oturmaktadır. Komutanı merakla sorar, “Ne oldu yiğidim bir şey mi var? Bugün tatil günü herkes bir yerlere gitti sen buralarda kalmışsın!” der. Öğrencisi, ” Önemli bir şey yok komutanım.” der. Bu durum komutanın gözünden kaçmaz. “Var var… Sende bir şeyler var, bana söylemiyorsun. Arkadaşların nereye gittiler?” der. “Onlar yüzmeye gittiler komutanım!”, “Eee, sen niye gitmedin peki?”, “Benim harçlığım yoktu, o yüzden gidemedim komutanım” der. Komutan, atar elini cebine hemen bir miktar harçlık verir öğrencisine. “Haydi koş! Arkadaşlarına yetiş” der. Harbiyeli sevinçle hemen arkadaşlarının yanına gider.
Aradan altı yedi yıl geçer, Kara Harp Okuluna bir telefon gelir, gelen telefon bölük komutanını aramaktadır. Derhal komutana haber edilir. “Komutanım, bir yüzbaşı sizi arıyor” der,
santraldeki asker. Komutan telefona çıkınca kavruk bir ses, ”Komutanım ben Yüzbaşı Recep, hani öğrenci iken bir hafta sonu bana borç para vermiştiniz ya! Üç güne kalmaz yanınıza geliyorum elinizi öpmeye. Hem borcumu öder, hem sohbet ederiz biraz.” der. Komutan içten içten sevinir. “Gel evladım gel!” der ve telefonu kapatır. İki gün sonra Yüzbaşı’mızın şehadet haberi gelir. Komutanı duyar duymaz üzüntü içerisinde cenazesine gider tabutundan tutar ve şöyle der: “Sen borcunu ödemeye gelecektin nasip olmadı hakkım sana helaldir yiğidim. Şimdi biz sana borçlandık hem de can borçluyuz. Sen de hakkını bizlere helal et.”
Evet, işte okuyacağınız bu kitapta, buna benzer hikâyeler bulacak ve gözyaş¬larınızı tutamayacaksınız. Biz, gelecek nesillerimizin okuması için yarım kalan hikâyeleri yazdık bu kitapta. Bu eserde yer alan bütün yazarlarımıza değerli emeklerinden dolayı sevgi ve şükranlarımı sunarken, kahraman gazilerimize sağlıklı günler, şehitlerimize yüce Allah’tan rahmetler dilerim.
Kitabın hazırlanması sırasında omurga görevi yapan:
Desteğini bizlerden esirgemeyen, her platformda eserimizi layıkıyla tanıtabilmek için çaba sarf eden 22. dönem Bursa Milletvekilimiz Sayın Faruk ANBARCIOĞLU’ na,
Gece gündüz demeden göz nuru dökerek, hikayeleri, şiirleri, satır,satır defalarca tarayan güzel komutan, editörümüz Sayın Talip KAZGI’ ya,
Vefakâr yürekli halk şairimiz, Türkiye’de birçok değerli projelere imza atan ve edit konusunda Talip KAZGI Komutana yardımcı olmak için gece gündüz onunla çaba sarf eden Sayın Safiye SAMYELİ’ne,
Elinden geldiği müddetçe esere katkı sağlamak için çırpınan Sayın Kenan AĞIRMAN’a ,
“BİR ŞEHİT-BİR ÖYKÜ-BİR ŞİİR 1-2 ” Projesi Koordinatörü Harun YILDIRIM’a çok teşekkür ediyoruz.
Ocak 2024 itibariyle aynı projemizin ikinci kitabı olan 1 Şehit 1 Öykü 1 Şiir – 2 kitabı piyasaya çıktı. Yine Harun Yıldırım kardeşimizin Proje Başkanlığını yaptığı bu güzel eserde seçki Kurulu olarak; Harun YILDIRIM, Faruk ANBARCIOĞLU, Talip KAZGI ve Safiye SAMYELİ Hanımefendinin katkılarıyla 40 Şair/Yazar ve 42 Şehidimizin gerçek hayat hikayeleri anlatılmıştır. Projenin birinci cildinde olduğu gibi İkinci cildinde de eserlerin editörlüğünü Talip KAZGI yapmıştır.
Her iki kitap da Harun YILDIRIM’ın girişimleri ile değerli sponsorların katılımı ile çıkartılmıştır. Her iki eserde de şehit fotoğrafları ve Şair/yazarların fotoğraflarının düzeltilmesi bizlere nasip olmuştur.
Nasip olursa 2024 yazı ile birlikte yeni eserimizin ülke çapında tanıtımı olacaktır. Tanıtım konusunda sosyal medyada duyarlı arkadaşlar elinden geleni yapıyorlar sağ olsunlar. Faruk ANBARCIOĞLU abimiz özellikle bu konuda çok gayretler sarf etmekte Anadolu Ajansı dahil röportajlar ile projemizi tanıtmaya gayret etmektedir.
Birinci projede olduğu gibi ikinci projede de her yazara ücretsiz olarak 3 adet kitap hediye edilecek olup kitaplardan birisi bizzat birinci elden şehit yakınlarına takdim edilcektir.
Bizlerden yardımlarını esirgemeyen ve şehitlerimizin öykülerinin yazılma¬sı için izin veren değerli şehit ailelerine ve değerli yazarlarımıza tekrar tekrar şükranlarımı sunuyorum.
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı! ”
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
…
Âsım’ın nesli…diyordum ya…nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, (4)
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’.
…
(Mehmet Akif ERSOY)
Ahmet BÜYÜKBURÇ / 15.01.2024