Peygamberimizin (salat’u selâm olsun ona) amcası oğlu ve kızı Fatıma (radiyallahü anha) ile evlendikten sonra damadı da olan Ali (kerremallahü veche) hazretlerine atfedilen bir hikmetli söz var: “Dert senin kendinde, (lâkin) dermanı da yine sendedir…”
Psikanalizin kurucularından ünlü nörolog, psikolog ve yazar, Yakup (Jacop) oğlu yahudi Sigmund Freud, “aktarım” (transference)[1] adını verdiği duyguların tedaviye cevap yàni iyeleşme sürecini engellediğini, bozduğunu düşünüyordu.
Ancak hipnozdan uzaklaştıkça “aktarım” alanındaki zorlukların aslında farklı bir tedavi umudu taşıdığını farketti. Ve sonra ilmini ilerlettiğinde, İslâm tasavvufundaki “derman arardım derdime / derdim bana derman imiş” telakkîsine uygun bir şekilde, adı “aktarım” olan bu hissiyatı iyileşme sürecinin müttefiği ilân etti.
Freud bu yeni fikriyatına paralel olarak, “psikanaliz” temellerini de attı. Tedavi süresinin ‐hipnotik terapiye göre‐ uzaması, hastanın psikolog divanına uzanarak “serbest çağrışım” ile (hipnoz altında veya değil) konuşması, “yorum”un ana iyileştirici müdahale olarak kullanıma girmesi gibi değişimlere yol açtı. Freud’un bu teknik değişimlerinin merkezinde yine “aktarım” vardı.
Psikolojik terapi dendiğinde ilk akla gelen Freud’un hastaları hakkında yorum yapabilmesine yarayan, uzandığı yerde hastayı çocukluğuna kadar götürüp nerede takıldığını bulmak için konuşturduğu ünlü «divan»ı (uzun koltuğu, sediri) vardı. Bugün hemen her psikoloğun böyle bir «divan»ı var.
Önceleri hipnoz için gerekli sayılan bu ünlü «divan», sonraları konuşma terapisinde de kullanıldı. İnsanın rahat ettiğinde ve içini döktüğünde dertlerin yatıştığı bir gerçek değil midir?
Ünlü şairler sultanı Necip Fazıl (Kısakürek) belki de bu yüzden Çile şiirrinde “Ensemin örsünde bir demir balyoz, / Kapandım yatağa son çare diye” ve yine bir başka yerinde “Uyku, kaatillerin bile çeşmesi; /Yorgan, Allahsıza kadar sığınak” diyordu.
Muhretem okurlarım, gün bitip de kendinizi yatağa attığınızda bir mü’min olarak eğer “nefis muhasebesi” yapabiliyor; gerek çevrenizle ilişkilerinizde gerekse tüm keder ve üzüntülerinizde (dertlerinizde) kendi payınızı bulabiliyorsanız bahtiyarsınız.
İnsanoğlunun, “kabahat gelin olsa kimse almazmış” deyişine paralel olarak daima suçu başkalarına yıkma nefsaniyeti (egosu) var. İstisnalar kaideyi bozmaz, genel olarak konuşuyorum, kendimize karşı bile dürüst değiliz.
Hayat mücadelemizde başarısız mı olduk. Bizi böyle mızmız yetiştiren ana ve babamız suçludur. Okul hayatımız iyi gitmiyor mu? Biz çok çalışıyor, gayret ediyoruz fakat ana babamız bize çocukluğumuzdan itibaren derslerimizde yardım ettikleri için bunun ceremesini çekiyor, yardım edemedikleri üniversite yıllarında o yüzden sıkıntı çekiyoruzdur!
Oysa tüm bunların kısmen doğruluk payı olsa da meselenin en önemli cihetini atlamış oluyoruz. Nedir o? İşte “dert sende dermanı da sende” gerçeğinde saklı ya da mündemic olan hakikattir o.
Madem ki ortada iyi gitmeyen, «dert» haline gelmiş şeyler var, o hâlde uzanıp çocukluğumuza kadar gidelim fakat güne döndüğümüzde yalnız ana-babamızın suçlarını değil, kendi hatalarımızı da görmek suretiyle psikanaliz yapmış olalım.
“Her insàn önce kendinin hekimi olmalı” demiş ünlü bir feylesof. Hikmetli bir sözdür bu. Psikanalizi de kendimiz yapabiliriz bence. Fakat çok samimi, çok dürüst olmak kaydıyla. Selâm ve duâ ile. 22.06.2021
————————————————–
[1] Transference: nakletme (psik.) hislerin psikolojik olarak bir başkasına yönelmesi.
YORUMLAR