Merhum Mehmed Şevket Eygi’nin hayli eski fakat eskimez bir yazısına tesadüf ettim arşivimde. Yazı «Àyetler ve İbretler» başlığını taşıyor. Allah gani rahmet eylesin, ibretamiz bir yazı. Hülasa ve birkaç ilâveyle güncelledim:
“Tarihini tam olarak hatırlamıyorum, bundan yirmi küsur yıl önce bir gün Sahhaflar Çarşısı’nda, Cerrahî şeyhi merhum Muzaffer Ozak hocanın dükkanına gitmiştim. Hoca sohbet esnasında, “Dün gece Elmalı Tefsiri’ni mütalaa ediyordum. En’am sûresinin 42’nci ve devamındaki âyetlerin açıklaması beni dehşete düşürdü, çok düşündürdü” demişti. Bilahere o âyetlerle ilgili kısmı ben de okumuş ve o zaman yayınlamakta bulunduğum Büyük Gazete’de bir de makale yazmıştım.
Önce âyetin meâlini vereyim: “(Ey Resûlüm) senden önce de birtakım ümmetlere resûller gönderdik. Dinlemediler. Hakk’a dönsünler, suçlarının affı için niyaz etsinler diye onları şiddetli yoksulluk, hastalık ve sıkıntılarla imtihan ettik. Bari kendilerine şiddetimiz geldiği vakit yalvarsaydılar, tevbe etseydiler. Fakat ne gezer. Heyhat ki, onların kalpleri kaskatı olmuş; Şeytan da yapmakta oldukları mâsiyet ve günahları kendilerine süslemiş, cazip göstermişti. Kendilerine verilen öğütleri terkedip unutunca üzerlerine her şeyin, her zevk ve nimetin kapılarını açıverdik. Nihayet kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlik ile tam ferahlandıkları sırada, ansızın onları kıskıvrak yakaladık ve bir anda bütün ümitlerini kaybettiler.”
Elmalı tefsirinde bu âyetlerle ilgili şu açıklamalar yapılmaktadır: “Şiddet ve darlıktan sonra onlara geniş bir hürriyet ve refah verdik. Her taraftan üzerlerine nimetler gönderdik. Her türlü, rahatlar sıhhatler, zaferler, başarılar, zevkler, safalar önlerinde âmâde idi. Ne arzu etseler bulacak, ne isteseler yapabilecek bir hale geldiler. Tuttukları yolun iyi olduğunu, bütün bunları hakettiklerini, her türlü sorumluluktan âzade olduklarını sandılar. Hiçbir kayıt, hiçbir kaygı duymuyorlardı. Her şey kendilerininmiş; Allah ve âhiret yokmuş gibi zevk u safaya daldılar, keyifler sürdüler. İşte tam böyle ferahlandıkları, gel keyfim gel dedikleri sırada kendilerini birdenbire bastırıp yakalayıverdik.” (Özetlenerek ve lisanı sadeleştirilerek alınmıştır.)
(…….) Fakirler çöplüklerde gözyaşları içinde kuru ekmek parçaları toplarken onlar Nemrud’lar, Firavun’lar, Neron’lar gibi debdebe, ihtişam, bolluk içinde yaşıyorlardı. [Nasıl muhterem okur, bugünkü halimize pek benzemiyor mu anlatılanlar. REB]
(…….) İnananları tahkir ediyor, onlara zulm ve haksızlık yapıyorlardı. Arşa hırlıyor, kutsal sınırları ihlal ediyorlardı. (…….) Soyacaklar, talan edecekler, haram yiyecekler, saçı bitmedik yetimlerin, gözü yaşlı dulların, güçsüz ihtiyarların, fakir fukaranın hakkını yiyecekler ve sonunda cezasız kalacaklar; yaptıkları, yedikleri yanlarına kâr kalacak. Olur mu böyle şey?
(…….) Bu dünya zevk u safa yeri değildir, bir imtihan yeridir, âhiretin tarlasıdır. Azgınlara, inkârcılara verilen genişlikler, servetler, refahlar, bolluklar hep birer istidrâctır.[1] (…….) Müslümanlar! İbadet ederek, namaz kılarak, oruç tutarak, zekât vererek, sadaka dağıtarak, tevbe istiğfar ederek, nefsinizle büyük cihad yaparak, emr-i mâruf ve nehy-i münker farizasını gücünüzün yettiği, elinizden geldiği kadar eda ederek kendinizi felaketten kurtarmaya çalışınız.
İstanbul, bildiğimiz, gördüğümüz, yaşadığımız mekândan ibaret değildir. Bu şehirde içiçe âlemler vardır. O âlemlerin birinde bu şehrin topraklarına gömülmüş sahabelerin, evliyaullahın, âmil ulemanın, kâmil mürşidlerin, sâlih zatların, ricalullahın bulunduğunu unutmayınız. Onlar bizim için duâ ediyorlar. Allah 17 Ağustos zelzelesinde şehrimizi korumuştur. Allah’ın gazabından, O’nun rahmetine kaçalım. (…….) Ya Rabbi, içimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helâk etme.[2]
Muhterem okur, Allah insànlara Kur’ân ile öğüt verir, hayırlı ve zıddı hayırsız, zararlı hususları bildirir, ibret alalım diye tarihten misâller zikreder. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunları hayatıyla yaşamıştı. Ne mutlu onun yoluna, Hak yola revan olanlara. 17.05.2022
—————————————-
[1] İstidrâc da, mûcize ve kerâmetin tam zıddı bir durum olarak olağanüstü bir haldir. İnsan gördüğü büyük nimetler karşısında âyet-i celîlede anlatıldığı gibi şaşırıp şımardıkça şımarır ve sonunda azab tepesine iniverir, helâk olur.
[2] Bu niyaz A’râf Sûresi 155. àyettir.
YORUMLAR