Büyük şairimiz Fuzûlî öğüt mahiyetinde söylemiş şu mısraları (anlayana):
Gerçi ni’met çok kifâyetten tecâvüz kılma kim,
İmtilâ bâr-ı bedendür bî-huzur eyler seni…
Bugünkü kısır Türkçeyle şöyle demek istiyor şair: “Yiyeceğin çok olsa da (aç gözlülük yapıp) ihtiyacından fazlasını yeme; haddinden fazla mideyi (tıkabasa) doldurmak bedene yüktür, huzursuz eder seni…”
Mideyi tıkabasa doldurmak imtilâdır. “İmtilâ bâr-ı bedendir” yàni böyle yemek bedene aşırı bir yüktür diyor şair. Yemekte haddi tecavüz, bedeni (kalbi, tüm uzuvları) ve hattâ zihni de randımandan düşürür.
Açlıkta aklın ziyâsı artar, dingin olur, kişide vehbî idrâk (Allah vergisi algı) fevkalâde yüksektir. Kişi meselâ şair yahut yazar biriyse, aklına daha çok ilham gelir.
Yeme-içme hayat tarzımızdır bir bakıma. Bize ikinci bir kimlik verir. Halk insànı (gıybet olsa da) yeme-içme şekli ve miktarıyla da tarif eder:
− Kardeşim, adam pınarı kurutur vallahi, manda gibi su içiyor…
− Şu adam varya şu, bir oturuşta yedi kişinin yediğini yiyor, tam bir öküz…
Çok yemek, yemek düşkünlüğü zamanımızda ciddî bir hastalık oldu. Ve elbette bu hastalık (obezite) sair hastalıkları da beraberinde getirdi.
Sofraya, edeble “besmele çekerek” oturulur. Besmele çekilmeden yenilen her lokmada Şeytan eli var. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) “mü’min bir mideyle, kâfir yedi mideyle yer” buyurmuşlardı.
Ganimete saldırır gibi sofraya hücüm, en hafifinden görgüsüzlüktür. Müslüman her haline dikkat etmeli, tok gözlü olmalıdır. Zenginlik, mevki ve makam düşkünü olmak yerine lme sarılmak, insànı kâmil kılar. Artık hayvanî taraflarını frenleyen bir yardımcısı vardır. O ilimdir, irfandır.
Allah kullarının rızkına kefildir. Rızk Allah’tandır. Ve rızk, mal mülkte çokluk, bolluk da değildir. Nice zengin vardır ki afiyetle bir lokma yiyemez. Nice fakir de vardır ki, soğan ekmek yese kuzu çevirme yemiş gibi zevk alır, huzur bulur.
Kendimizi aşırı yemek yemeden engellemenin birinci yolu, fakirleri düşünmek, elimizdeki fazlalığı onlarla paylaşmaktır. Eski asil insànlar, sofralarına mutlaka fakir dâvet ederlermiş. Günümüz insànı akrabasının müşkil durumunu bildiği halde onları bile dâvet etmiyor!
Siyasî açlığın mide açlığından pek farkı yoktur. Siyasette de sofrada da, kişi ne kadar tıkınırsa o kadar ıkınır. Tevfik Fikret, «Han-ı yağma» şiirinde haram helâl demeden tıkınıp duranlara şöyle sesleniyor:
“Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, / Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!” Yemek, içmek, tüm nimetler ve makamlar insànın imtihanıdır oysa.
Allah bize nelerin haram, nelerin helâl olacağını peygamberleriyle (a.s) öğretti. Helâller helâl yoldan kazanılmışsa yenilmesi de helâldir. Fakat ölçüyü kaçırmamak kaydıyla. Aşırı yemek israf cihetiyle de haram.
Biz bunları siyaseten yazmadık. Belki şarkıcı Tarkan da siyaseten “geçcek” demedi. Siyaseten demişse bile bunu ihtar kabul etmeli. Zira hakiki sanatçıların bir görevi de sanatlarıyla ikazdır. Ey ricâl-i devlet, her ikbâlin bir de idbarı vardır.
Neyse, yine Tevfik Fikret’le bitirelim o zaman:
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
19.02.2022
YORUMLAR