Zaman takvimi içerisinde her bireye tek tek tanınmış bir ömür süresidir hayat. Kimine göre çok uzun denilecek bir zaman dilimi, kimine göre de çok kısa! Ne kadar yaşarsa yaşasın insan, yaşı kaça varırsa varsın… Evet, hayat denilen serüven doğumdan başlayarak ölüme kadar süren zamanzarfına sığdırılmış bir süreç. Neler gelip geçmez ki insanın başından hayatı boyunca. İyi-kötü, zor-kolay, neşe-hüzün, acı-tatlı, keder veya mutluluk. Bin bir duygu, düşünce, davranış ve olay, hayata sığdırılan zincirleme reaksiyonlar halinde birbirini takip etmiyor mu hepimiz için de? Kişinin yetişme biçimi, aldığı eğitim, aile kültürü ve inanç sistemi belirliyor hayata bakışını da. Kim nasıl bakarsa öyle görüyor etrafında olup bitenleri. Sırf bu nedenle de farklı farklı anlamlar ifade ediyor insanlar için hayat. Zira herkes kendi yaşadığını biliyor hayat nâmına.
Çilesi de kederi de mutluğu ve umutları da kendince oluyor hal böyle olunca. Zaten çatışmalar ve anlaşmazlıklarda tam bu noktada kendini göstermiyor mu? Herkes olaylara kendi penceresinden baktığı için. Oysa her bir hayat, birlik ve beraberlik içinde yürütüldüğü durumlarda dahi, bir dolu dünyayı içinde barındırmıyor mu? İnsanlar bir arada yaşasalar da genellikle tek tek ölmüyorlar mı netice de? Evet, her insan kendi engin derinliği içinde koca bir dünya aslında.
Ama bazıları vardır ki, hayat onlara gerçek yüzünü göstermemiştir hiçbir zaman. Her insan gibi belli zorluklardan geçmemiştir onlar. Kendilerine göre zorluklar yaşamış olsalar bile, adı üstünde kendincedir yaşadıkları ve çok şanslıdırlar pekâlâ… Çünkü hayat birçok güzelliği meşakkatsiz bir şekilde hediye etmiştir onlara. Birçok imkânı da kucağında bulmuşlardır. Hayatın gül bahçelerinde gezinirler çok zaman, hep pembe hayallerde yüzerek. Ve bu hayallerinin gerçek olmasını arzu ederek yaşarlar durup dinlenmeden. Onlar için hayat, çoğu zaman kendilerinden ibarettir sadece! Kendi düşünceleri ve yaşadıkları esas olandır. Başka dünyaları fazlaca umursamazlar, arada bir vicdanlarının sesine kulak verseler de. Bu halleri pek derinlemesine yol bulmaz hayatlarında. Sığ kalırlar vesselam..!
Onlar bir ekmek dilimini çöpe atarken hiç düşünmezler hangi evrelerden geçerek sofralarına geldiğini. Bir buğdayın tohum olarak toprağa düşmesinden itibaren, ekmek haline gelinceye kadar ki aşamalarından habersizdirler zira. Şayet bilselerdi de önemsemezlerdi zaten. Yine bir peçetenin kâğıt halini alana kadar, kaç ağacın canına mâl olduğunu da dikkate almazlar doğrusu. Veya bir dilim peynir, bir zeytin, bir pirinç tanesi ya da bir sebze ve meyvenin ne gibi aşamalardan sonra sofralarına geldiğinin fazla önemi yoktur onların dünyalarında. Bir insanın yetişmesinin yıllara şamil olduğunu da düşünmezler menfaatlerine ters düştüğünde. İnsanların güzelim duygularının da bir kıymeti yoktur onları heba ederlerken. Önemli olan o andaki ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmadığıdır…
Çünkü bu kategorideki insanlar, alın terinin ne anlama geldiğini sadece kendi yaptıkları işin yorgunluğundan ve sadece kendi döktükleri terlerinden ibaret sanırlar. Şayet o kadar yoruluyorlarsa tabiî ki! Kışın soğuğunda ayakkabısı delik olarak yürüyen bir işçinin veya öğrencinin halini anlayamazlar, içi tüylü ayakkabılarla yürürken. Kömür ve odun sobası yakmanın ve kül atmanın zorluklarını da bilemezler, kalorifer peteklerine ellerini uzatırken. Kırılan bir kalbin, mahzun bir yüz ifadesinin ve istismara uğramış sevdalı bir gönlün ifade ettiği bir anlamda yoktur onların baktığı pencerelerde.
Çünkü onlar, hayata tepeden bakanlardır. Çünkü hayatı belki de hiçbir zaman anlayamayacak olanlardır. Çünkü onlar hayatı hoyratça ve müsrifçe harcayanlardır…
YORUMLAR