Ortadoğu’da 13 yıl önce “ekmek, onur ve özgürlük” sloganıyla başlayan ve kısa sürede pek çok ülkeyi etkisi altına “Arap Baharı” isimli süreç darbe, devrim, iç savaş ve dış müdahaleler nedeniyle bölgeyi çıkmaz bir konuma soktu. Arap Baharı ile Suriye halkları da diğer halklar gibi baharı beklerken kanlı bir sonbahar ve çetin bir kışla yaşam mücadelesi vermeye devam ediyorlar. Şimdiye kadar milyonlarca insanın öldüğü yaklaşık 10 milyonun üzerinden insanın ise yerinden yuvasından ayrılarak başka ülkelere göç etmek zorunda kaldığı bir sürecin içine girdiler. 13 yıldır özgürlük ve huzur yerine her anları ölüm ve kanla geçmekte olan bir Suriye ile millet olarak bizde bu acılara bazen ortak bazen de tanıklık etmekteyiz. Suriye halkı bir yandan Esad rejiminin bombardımanı, dönem dönem İsrail’in kalleş saldırıları, bir diğer taraftan ise DEAŞ, PKK/YPG, HTŞ ve daha nice terör örgütlerinin kurbanları olmaya devam etmektedirler. Yıllardır süren bu çatışma ve iç savaşın bitmesi için emek veren, 4 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapan, bir o kadar Suriyeliye de Suriye topraklarında kol kanat geren ve önemlisi Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyan tek ülke Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Türkiye dışında 50’den fazla ülke bugün Suriye topraklarında farklı amaç ve gayelerle adeta cirit atmaktadır. Ve bu ülkelerin en başında ABD yerini korumakta ve iç savaşın bu kadar uzun sürmesine de sebep olmaktadır. Kan ve savaş ile hayatını idame eden ABD, bugün Suriye, Irak ve Filistin’de asırlık hayalleri olan Büyük Ortadoğu Projesi’ni gerçekleştirmek için zemin hazırlamaktadır. Onun için Türkiye ile ABD’nin Suriye’de amaç ve gayeleri birbirinden çok farklı. Türkiye baştan beri beka meselesi dediği sınır hattında bir terör devletinin oluşmasını engellemek ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak için orada bulunmakta iken; ABD ise Suriye’yi nasıl 3’e, 5’e bölebilirim hesaplarını yapmaktadır. Türkiye’nin dünde bugünde Suriye topraklarında hiçbir zaman gözü olmamıştır. Hal, vaziyet böyle olunca Suriye’de gözü olan ABD’nin gayeleri ile bizim gayretlerimiz çatışmaktadır. Sözde müttefikimiz olan ABD yıllardır Türkiye’nin can düşmanı olan PKK/YPG ve FETÖ terör örgütlerini adeta korumakta hatta bu örgütler ile işbirlikleri yapmaktadır. Türkiye ile ABD arasındaki konu terör meselesi olunca (özellikle PKK ve FETÖ gibi terör örgütleri) ABD; bir anda bu eli kanlı bu terör örgütlerin kalkanı olmakta, Türkiye’nin ise adeta düşmanı olmaktadır. Suriye ve Irak topraklarını işgal eden terör örgütü PKK/YPG bölgedeki sinsi emellerini gerçekleştirmek için sözde DEAŞ terör örgütü ile mücadele adı altında ABD ve avenelerinin her türlü desteğini almaktadır. ABD yıllardır hem Irak’ta hem de Suriye’de bulunan PKK terör örgütüne tırlar dolusu silah, mühimmat ve yardım göndermektedir. Aynı terör örgütü bölgede Türkiye tarafından köşeye sıkıştırıldığında bez parçalarını indirerek ABD’nin bayrağına sığındıklarını da hepimiz biliyoruz. Son yarım asırdır Irak’ta, son 13 yıldır Suriye’de yaşanan istikrarsızlıktan istifade eden terör örgütü işgal ettiği topraklarda, demokrasi ve özgürlük adı altında bölme planları yapmaktadır. En büyük destekçisi ABD’nin himayesinde işgal ettiği topraklarda varlığını güçlendirmek isteyen terör örgütü PKK/YPG, Irak’ta özerklik ya da federasyon adı alında başaramadığı kirli oyununu bugünlerde Suriye’nin kuzeyinde sözde yerel seçim bahanesiyle yapmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin sert tepkisi PKK’nın sözde seçimi yapmasını şimdilik ertelemiştir. Türkiye, terör örgütünün işgali altındaki bölgelerde düzenlemeyi planladığı seçimlerin gayri meşru olduğunu, Suriye toprak bütünlüğüyle çeliştiğini ve Suriye topraklarının bölünmesine hazırlık niteliğinde olduğunu düşünüyor. Hepimiz biliyoruz ki terör örgütü ve destekçisi ABD sözde seçimle yetinmeyecek olası seçim sonrası Suriye’nin bölünmesi için düğmeye basacaklardır. İşte böyle bir durumda Türkiye ile ABD’nin karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır. Bu da coğrafyamızda son çeyrek asırdır hep konuşulan III. Dünya Savaşı’nın başlangıcı olacaktır. Olasılık dahi olsa böyle bir savaşın başlaması bugüne kadar olan tüm savaşlardan farklı olacağı gibi dünyanın her noktasını etkisi altına alacaktır. Tıpkı Çin’de başlayan bir virüsün 2 yıl boyunca dünyanın her ülkesine tahribat vermesi gibi olası bir III. Dünya Savaşı’da yerküremizi kasıp kavuracak, nehirler, göller, denizler kanla; toprak ise cansız bedenlerle dolup taşacaktır. Bırakın ülkelerin sınırlarının değişmesini, kıtalarda bile sınır değişikliği olacaktır. Kısacası böyle bir savaş insanlığın yok oluşuna zemin hazırlamaktır. Dileğimiz o ki Suriye, Filistin, Ukrayna, Yemen başta olmak üzere tüm dünyada biran önce silahların susmasıdır. Bu da ancak devlet liderlerin karşılıklı diyalog ve sağduyuları ile mümkündür.
Dr.İmbat MUĞLU