Size «(İman ettiğin, müntesibi olduğun) dinin İslâm hakkında kısa bir tarif yap» diyen biri olsa, nasıl cevap verirdiniz? Bendeniz şöyle derdim:
İslâm dini, «varlık problemi»ne en isabetli, en uygun, nâkısasız yàni tam doğru cevaplar veren, insàn yaratılış ve fıtratına tam uygun bir pax (sulh sistemi) ve medeniyet, en doğru ve isabetli kararı ademoğluna teklif eden (öngören) ilahî sistem ve nizamdır.
İslâm dini mü’minlerine, yàni ona şuurla bağlanan ve hükümlerini şek şüphe etmeden uygulayan insanlara ebedî mutluluk kazandırır, «varlık problemi»ni çözer. Pekâlâ «varlık problemi» nedir?
İnsàn sorar, sormalıdır da (Allah indinde makbul tahkikî iman budur): “Ben kimim, nereden geliyor, nereye gidiyorum, var olmamın gayesi, hikmeti nedir, kendi kendime tesadüfen mi meydana gelmişim yoksa beni var eden mi var? Varsa kimdir? Beni niçin yaratmış, neler istiyor, yaşadığım dünya nedir, hayat neden ölümle bitiyor? Kâinat nedir, nasıl bir ömür sürmek gerekiyor, doğru düşünceler hangileri, yanlışlar hangileridir? İyi ve kötü, güzel ve çirkin nedir?..”
İşte bunlar geniş mánâsıyla «varlık problemi»dir. İslâm insàna bu devasa problemini çözmek için en doğru cevabı vermektedir. İnsàn ise, apaçık bir düşman (adüv’vün mübîn) olan Şeytan’ın ya da Şeytanî merkezlerin dürtüklemesiyle başka cevaplar da arar.
Kâinatta «varlık problemi»ne yanlış (hattâ kimileri akla ziyan, saçma sapan teorilerle) gûya cevap veren başka sistemler de var. Çeşitli (Hak din İslâm haricindeki) bátıl dinler, ideolojiler, doktrinler, felsefî cereyanlar hep «varlık problemi»ne cevap verebildikleri iddiasındadır.
Bunların sistemlerinde birtakım doğrular varsa da, yüzde yüz doğru, hakikate mebni ve merbut değildirler, vahim yanlışlar içermektedirler.
Bu noktada denilebilir ki, “İslâm’ın yüzde yüz doğru olduğu nereden kaynaklanmakta, siz iman ederken nasıl ettiniz?” Öncelikle, “kaynağın Allah olmasından dolayı iman ettim, İslâm dininin şuurlu müntesibi (mü’min) oldum inşá’allah” derim. “Elhamdülillah Müslümanım” lâkin mü’minliğimin tasdiki yalnız Allah indindedir. O nedenle “inşá’allah” dedim.
Ayrıca İslâm din ve nizamı, insàn aklının mamülü (bir sistem) değildir. Âdem (a.s) dahil, Resûlleriyle Allah (c.c) bize kurtuluşun reçetesini göndermiştir. İnsànoğlu ise, inzal edilmiş din kitaplarını tahrif (ile dini kafalarına göre tanzim) etti. Oysa “Allah indinde tek (Hak) din İslâmdır.”
Son hak din İslâm, Resûlullah Muhammed Mustafa’ya (sallallahü aleyhi ve sellem), binaen’aleyh ümmetine nazil edilen (ve tek harfi dahi değiştirilemeyecek Kur’ân mucizesiyle) kıyamete kadar baqîdir.
Din akıllıya vacibdir, deliler, âkîl olmamış, buluğ çağı öncesi çocuklar ve meczuplar dinin vecibelerinden sorumlu tutulmaz. Ancak akıllı insànlar dinle alâkalı mütâlaaları derpiş ederek dünya ve ahiret menfaatlerinin tamamının İslâm ikliminde olduğunu şuurla idrâk edebilirler.
Akılsızlık iki türlüdür. Biri fıtraten (deliler, yetersiz zekâda olanlar) diğeri «inadî akılsızlar»dır. İnadî akılsızlar Kur’ân-ı Kerîm’de «sefihler» (beyinsizler) olarak geçer.
A’râf Sûresi 155. àyetde, “«Yâ Rab, eğer dileseydin onları da, beni de daha evvel helâk ederdin, içimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günâh) yüzünden hepimizi helak mı edeceksin?” buyurulur.
İnâd (inat), Arapça «and» bağlantılı. And, nasıl belirlenen yolda devam edileceğine dair verilen söz, edilen yemin, mánâsına geliyorsa, inâd da gerçeği bildiği halde reddetmekteki ısrardır. Tabi bu ısrar; sözünün eri olmak gibi takdire şayan değildir. Bilakis hak ve hakikatin tersine (aksine) bir ısrar olduğu için akılsızlıktır.
İmansızlıkta inât, Kur’ân’ın tâbiriyle «sefihlik» (beyinsizlik), inâdî akılsızlıktır. Allah kimseyi bu vartaya (uçuruma, tehlikeye) düşürmesin. Amin. 08.10.2021
YORUMLAR