Asırlar. Bir kurtarıcı beklenen rüyaları kuşatan, uykunun içindeki uyku. Herkesin bir “şey” satmaya çalıştığı bu çağda kimsenin kimseye söylemediği gerçek: Beklenen kurtarıcı sensin.
Evet… Karıncanın, insanın, uzayın sorumluluğu, mahlukatın en şereflisi olarak bütün yaratılanlar arasında üstün kılınan insanda. Bu üstünlüğüne rağmen alçak gönüllü olabilme tercihi de onda. Hep kararlar üzerinden tartışılan “özgür irade”nin anlamı belki de sadece budur: Var olmak.
O halde bu var olma üstünlüğünü kullanmalı insan. Yunus, “Dünyaya gelen göçer bir bir şerbetin içer / bu bir köpridür geçer cahiller anı bilmez” demiyor mu? Bilmemeyi bilmekle, kötüyü iyiyle değiştirmeli, kurtuluşa götürecek biçimde nefsini tezkiye etmeli. Herkesin, her şeyin burada yolcu olduğunu unutmadan sahip çıkmalı yolda kalmışa. Veysel Karânî, evinde yemek olarak midesindekinden başka bir şey olmadığı halde, her gün Allah’tan aç kişilerin sıkıntısı ve çıplak bedenler için özür dilerdi.
Her yeni doğumla hem baştan başlıyor hem de baştan başlamıyor insan. Ona zaman kazandıran vahye kulak vermeli, dünyayı kurtarmaya niyetlenmeden önce kurtuluş fikrini kurtarmalı insan.
Önce uyanması gerek. Aklında ve kalbinde başkasına da yer açıldığında, merhameti bildiğinde uyandığını anlayacak o.
Sonra temizlenmesi. İçini dışı gibi temizlemesi, dışını da içi gibi temiz tutması.
Alkışlayacak seyirciler olmadığında da doğru olanı yapması.
“Oku!”ması.
Nihayet “insan” olarak ölmesi. Kolay bir iş. Zor bir iş.
*
Bir yakınımızın düğünü için İstanbul’a gittim. Metroda oturmuş, karşımdaki ekranda dönüp duran reklamı izliyorum. Adamın biri derin bir kuyuya düşüyor. Hemen cep telefonuna bakıyor: Sinyal yok. Kuyunun duvarlarını saran sarmaşıklara tutunup, yukarı çıkmaya çalışıyor. Bir iki deneme derken kuyunun ağzına kadar atıyor kendini.
Tam burada kurtuldu derken bir eliyle cep telefonundaki sinyali kontrol ediyor. Sinyal olduğunu görünce en sevdiği oyunu açıyor. İlk turda kazanıp sevinirken iki elini de kaldırınca tekrar kuyunun dibini boyluyor.
İnsanın zaaflarından yararlanan, bağımlılık yaratan bir uygulama, bir oyun. İnsanın zaaflarından yararlanan bir oyunu insanın zaaflarını kullanarak anlatan bir reklam. Bu zaafları tedavi edeceğini söyleyen başka zaaflar. Zaaflar üzerine kurulu bir sistem.
Baudrillard’a göre insansız bir ayartma evreni düşünebilmek mümkün değil. Zaaflarımız olmasa sistem bize ne satardı, herhalde olmayan zaaflar oluştururdu (şimdikiler gerçek mi acaba) diye düşünürken ineceğim istasyona geliyorum.
Hayat gibi. Belki düşünmekle değerli olan zamanı harcıyoruz. Belki düşünmekle vakit kaybetmeyip uygulamaya geçsek, Allah düşünmekle elde edemeyeceğimiz bilgiyi verecek bize.
Gazze’de doğan İmam Şafii, onun gibi bir alimin sürekli Şeybân-ı Râî’nin sohbetine gitmesine hayıflanan insanlara, “Bu zât bizim bilmediğimizi bilir,” cevabını vermiyor muydu?
Düşünmek cesarettir. Ya yapabilmek?
“verilen sürede tuşlama yapmadınız” başlıklı şiirimde şöyle demiştim:
sesler çarpıyor yüzüme ağzındayım kıyametin
ellerimde hiç yaşanmamış anların hürmeti
şiirle ulaşmak istesem de o sakin kıyılara
arasındayım tufan görmemiş sözcüklerin
aklımdaki dönüş ihtimalinden boşalan yere
mutlu sonla biten masalların sabrı dolmalı
vecd içinde birleşirken bir fırtınayla
göğsümde berrak bir göğün bulutları dolanmalı
*
Celeveland’ın Modern Ortadoğu Tarihi’nde, iki büyük savaş arası dönemde İngiliz mandasındaki Filistin’in, 20. Yüzyılın çözülmesi en zor sorunlarından birine sahip olduğu anlatılır. Yazara göre Yahudi göçünün teşviki Filistin’i diğer manda devletlerinden ayırmaktaydı. İngilizler Osmanlı’nın bölgede uyguladığı politikayı devam ettiriyordu: Bölgeyi eşraf aracılığıyla yönetmek. Zira Filistinli Arapların liderliğini “güç ve prestijlerini toprak sahipliğinden ve dini ve belediye makamlarına hakimiyetten alan şehirli yerel eşraf“ yürütmekteydi.
İngilizler, Filistinli Arapların yerleşimlere ilk örgütsel tepkiyi gösterdiği 1918 ve 1919 yıllarında Arapların Siyonistler ve İngilizler arasındaki ilişkiler üzerine aldıkları kararları işlerine geldikleri gibi bazen tanıdırlar bazen de tanımadılar.
Dahası Kudüs’ün önde gelen iki Müslüman eşraf ailesi Naşaşibiler ve el-Hüseyniler arasındaki rekabeti de belediye başkanlığı ve müftülük gibi önemli görevleri bu iki aile arasında sorun oluşturacak şekilde paylaştırarak artırdılar. Böylelikle bir taraftan Filistin Arap toplumunu idare ederken diğer yandan Yahudi yerleşimlerini sürdürdüler.
Bu olaylarda, Filistin özelinde bütün insanlar, Müslümanlar için önemli dersler vardır.
“İleri” Batı’nın, “geri” Osmanlı’nın uyguladığı denge politikasını benimsemesi. Ancak “toprağı iyi ve elverişli olan beldenin bitkisinin bol ve bereketli, toprağı kötü ve elverişsiz beldenin bitkisinin faydasız olması” gibi, aynı politikanın bir tarafın elinde ıslaha, diğer tarafın elinde kaosa yol açması.
Diğeri Müslümanlar arasındaki bölünmenin her zaman “tek millet”in işine yaraması.
Üçüncüsü haksızlığa karşı insanlarda her ne kadar bilinçlenme olsa da, “güç ve savaş atları” olmadan haklı itirazların dikkate alınmaması.
*
Ülkemize güç katan önemli havacılık ve uzay projelerinde değerli insanlarla birlikte senelerce görev yaptığım, hala benzer projelerde omuz omuza olduğumuz Tusaş’a yapılan saldırıyı mesai saatleri içinde öğrendim. Tablo yavaş yavaş belirginleşince üzüntümüz arttı. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum.
İşiniz rast gitsin.
YORUMLAR