Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Prof. Dr. Anıl Çeçen

KIZILELMA KOALİSYONU VE İÇ CEPHE

KIZILELMA KOALİSYONU VE İÇ CEPHE

Türkiye son dönemde giderek hızlarını artıran önemli siyasal gelişmeler ile karşı karşıya
gelmekte ve bu nedenle de son derece karışık bir kamuoyu süreci ile de, mücadele etmek
durumunda kalmaktadır . Küreselleşme süreci ile başlatılmış olan teknolojik gelişmeler sosyal ve
siyasal hayata zamanla daha fazla damgasını vururken , giderek teknolojik disipline teslim olma
aşamasına da gelmiştir.Çok hızlı gelişen ve birbiri ardı sıra gerçekleşen yenilikler, insanlığı yeni bir
dünya düzenine doğru yönlendirirken, eski dünya düzeninin yavaş yavaş ortadan kaldırıldığı ve
teknolojik yeniliklerin uygulama alanına geçirildiği bir sürece doğru insanlığın yuvarlandığı
görülmektedir . İşte bu nedenle yeryüzünün her bölgesinde yepyeni olaylar , sosyal ve siyasal
gelişmeler zaman içinde ortaya çıkarak eski dünya düzeninin geride bırakılmasına giden yolu
açmışlardır . Teknolojik yenilenmelerin ortaya çıkardığı bir başka dünya yapılanmasında, hem insanlık
hem de geçmişten gelen geleneksel yaşam düzeninin bu tür gelişmelere direnemeyerek, yıkılma ve
dağılma gibi olumsuz durumlarla karşı karşıya kaldıkları görülmektedir . İnsanlık yüzyıllar boyunca
kazandığı hak ve özgürlükleri koruyarak yoluna devam etmek isterken , teknolojik gelişmelerin
insanlığı bir yerlere doğru sürükleyerek eskisinden çok daha farklı bir yaşam düzeninin oluşumuna
destek verdiği görülmektedir . Teknoloji toplumsal yaşamı alt üst ederken, toplumun her kesiminin
iş ve çalışma alanlarına dışarıdan müdahale edilmeyi gösteren , daha sınırlayıcı yeni bir yaşam biçimi
beraberinde gündeme getirilmiştir. Bugün gelinen noktada insanlık eski alışkanlıkları ile yeni
yapılanmalar karşısında daha farklı bir ortama doğru sürüklenmekte ve böylece geleceğin bilinmeyen
tarihine doğru insanlık kendiliğinden yol almaktadır .
Yirmi birinci yüzyılda insanlığın geleceğin dünyası ile karşılaşmasının ilk görüntüleri ile karşı
karşıya geldiği zaman dilimleri, belirli bir süreç içinde daha da gelişmiş yapılanmalar aracılığı
gündeme gelmiştir . Teknolojik alanda meydana gelen tüm yenilikler zamanla toplumsal yaşamın
içine doğru gelişmeler gösterdiğinde , insanların geçmişten gelen birikimlerini kullanarak yeni
durumlara uyum sağlamak üzere çaba gösterdikleri görülmektedir . Toplumların doğal düzenleri ile
insanlık geleceğe doğru arayış ve çalışmalar içinde iken , birden elektronik devrimin gerçekleşmesi ve
iş hayatının doğal seyrinden çıkarak bilgisayar kutusunun içine girmesiyle birlikte , insanlığın bugün
gelmiş olduğu yeni dönemin ilk göstergeleri ile dünya karşılaşmıştır . Bir yandan doğal yaşam devam
ederken ve insanlar bu doğrultuda , ev, ofis, gezme, alışveriş, yer değiştirme ve sosyal hayat gibi
gündelik yaşamın çeşitli görüntüleri ile zamanlarını planlamaya ve yaşamlarını sürdürmeye
çalışırlarken, elektronik devriminin gerçekleşmesi ve bu doğrultuda yaşam düzeninin büyük oranda
elektronik ağların ve sistemlerin etkisi altına girmesiyle birlikte, insanlığın normal yaşam düzenlerinin
değiştiği görülmektedir . Soğuk savaşın bitişi ve küreselleşme döneminin başlamasıyla birlikte , çeyrek
yüzyıllık son zaman dilimi içinde insanlığın normal yaşamdan elektronik yaşama doğru yapılanması
ortaya eskisinden çok farklı bir yeni dünya düzeni süreci çıkarmıştır . Önceleri daktilonun yerini
bilgisayarların alması küçük bir değişim olarak insanları fazla rahatsız etmemiş ama daha sonraki
aşamada bilgisayarların bütün işyerlerine yayılması ve aradaki elektronik bağlanma sistemi içerisinde
telefonların bilgisayarlar ile aynı sistem içinde kullanılmaya başlanması üzerine , yirmi birinci yüzyılın
ilk yıllarından itibaren insanlık, yeni elektronik devriminin getirmiş olduğu çok farklı bir düzen ile karşı
karşıya gelmiştir . İnsanların doğal yaşamı bu aşamada sınırlanmaya başlamış ve zamanla bitmiştir.

Geçen yıl ortaya çıkan virüs salgının hızla bütün dünyaya yayılması ile yeryüzünün her
bölgesinde etkisini genişleten virüs salgını , öldürücü yapısı ile tüm insanlığı tehdit altına almış ve bu
yüzden evlerinden dışarıya çıkamayan bir yeni kuşak , öldürücü biyolojik savaş tehdidi altında öne
çıkartılmıştır . Aradan geçen bir yıl içinde milyonlarca insanın hastalanması ve gene bu yönde bir çok
insanın yaşamını kaybetmesi üzerine, insanlığın geleceği ile ilgili söylentiler zamanla tartışmalara
dönüşerek insanoğlunun geleceği ile ilgili büyük kuşkuların ortaya çıkmasına neden olmuştur .
Özellikle son dönemde hasta ve vefat sayılarının fazlasıyla yükselmesi insanlar arasında çok ciddi
kuşkular yaratırken ,insan toplumları gelecek derdine doğru sürüklenmeye başlamıştır . İnsanoğlu
hayata geldikten sonra içinde yaşadığı dünyanın geleceği ile yakından ilgilenmek durumunda kalmıştır
. Yaşam bütünüyle tehditlerle dolu olduğu için insanlar her zaman için güvenlik arayan bir tutum
içinde olmuşlar ve bu doğrultuda yaşamı ve gelişmeleri izleyerek doğal yaşam sürecinin güvenli bir
ortamda gerçekleştirilmesi için yoğun çabalar göstermişlerdir . Son olarak ortaya çıkan pandemi
süreci de her türlü düzeni bozarken , insanlığın geleceği için de ciddi tehditleri gündeme getirerek
çok uzun olmayacak bir zaman dilimi sonucunda bugünkü insan uygarlığının ortadan kalkabileceği ve
yerine bambaşka bir düzenin zorlama müdahaleler aracılığı ile uygulama alanına getirileceğine dair
gelecek bilimcilerinin değerlendirmeleri, günümüz dünyasında açıktan tartışılmakta ve yeni gelecek
düzende ortaya çıkacak beklenmeyen gelişmelerin insanoğlunun yaşam düzenini kaldıracağı gibi aynı
zamanda insanlığın da böylesine köklü bir değişim aracılığı ile yok olma riski ile karşı karşıya kalacağı
dile getirilmektedir . İnsanlık bugünkü dünya üzerinde yaşarken hem elektronik devrimi hem de bir
biyolojik savaş aracı olarak virüs saldırılarına muhatap olarak yaşayamaz bir duruma gelebilecektir .
Dünyada var olan her yapılanmanın ya birbirinin devamı ya da birbirine karşıt çizgide ortaya
çıkan olaylar ve gelişmeler sonucunda , bugünkü var olma düzen ve biçimlerine sahip olabildikleri
anlaşılmaktadır .Yeryüzünün milyarlarca yıl önce oluşmaya başladığını ortaya koyan jeoloji ya da
diğer bilim dalları aracılığı ile, insanlık nasıl bir gezegen içinde yaşadığını ve hangi aşamalardan
geçerek bugünkü tarihsel konumuna geldiğini iyi bilmektedir . Günümüzdeki aşamada insanlık her
alanda büyük bilgi birikimlerine sahip bulunmaktadır . Ne var ki , bugüne kadar yaşanan olaylar
karşısında her şeyin değiştiği ,hiçbir şeyin ya da varlığın sonsuza kadar yaşayamayacağı ,bu nedenle
de değişim yasasının her yerde geçerli olduğu , bu doğrultuda her şeyin değişeceği ve hiçbir şeyin
değişmeden ayakta kalamayacağını ve değişmeyen tek şeyin değişim yasası olduğunu, insanlık
bugün daha iyi değerlendirerek ona göre hareket etmek zorundadır .Uzaydan ya da doğal yaşamdan
gelen tüm yenilikler ve değişiklikler hem dünya hem de insanlığın üzerinde kalıcı etkiler yarattığı için,
yeryüzündeki insan topluluklarının varlık düzenleri ile yaşam boyutları değişkenlik süreci içindedir .
Elektronik devriminin insanları bilgisayar makinelerine mahkum ettiği gibi ,virüs salgınları ya da
ortaçağ dönemi benzeri mikrop geliştirme girişimleri ya da organizasyonları da , insanlığın hareket
serbestliğini ortadan kaldırarak katı kurallara bağlanmış bir yaşam biçimini halk kitlelerine zorla
benimsetmeye çalışmaktadırlar . Elektronik güç ile biyolojik savaşta virüsleri kontrol eden güçler
kendi istedikleri çizgide bir yeni dünya düzeni oluşturmaya öncelik vermişlerdir . Yeryüzünde
meydana gelen yeniliklerin yaşam düzenlerini değiştirmesi gibi yeni kurulmakta olan elektronik
düzenler ya da önlenemeyen virüs salgınlarının yarattığı toplumsal alt üst oluşlar ,sosyal yaşamın
siyasal örgütlenmesi olarak devletleri de tehdit ederek baskı altına almaktadır . Corona virüs olayının
ortaya koyduğu üzere insanoğlu ya hastalanarak ölmek durumunda ,ya da dış müdahaleler aracılığı
ile zorlanan inovasyon girişimlerine ayak uydurarak daha dolaylı yollardan hareket ederek, geleceğe
dönük yaşayabilmenin çabası içinde olacaktır . Tümüyle kökten bir yenilenmeyi beraberinde getiren
inovasyon yapılanmaları , toplumsal yaşamı tepeden tırnağa yeniden düzenlemektedir .

Yeni elektronik düzen toplumsal yapıları kökten sarstığı için , bu yeni durum devletlerin
sahip olduğu siyasal ve yönetsel tüm eski yapılanmaları da yakından sarsarak, ülkeleri ve üzerinde
yaşayan milyarlarca insanın tepesinde kurulu bulunan koruyucu şemsiyeler olan devlet düzenlerini de
gelinen noktada ortadan kaldırabilecektir . E-Devlet yapılanması üzerinden siyasal devlet düzeninden
vazgeçilerek, elektronik devlet yapılanmasına evet denilmektedir . Böylece binlerce yıllık tarihin
beraberinde bugüne taşıdığı devlet düzenleri ortadan kalkarken, bunların yerine E-Devlet
görünümünde bir elektronik düzenleme ile bütün bu yeniliklerin farklı bir devlet yapılanmasına
dönüştürülmeye çalışıldığı da, artık saklanamaz bir gerçek olarak öne çıkmaktadır . Ne var ki , devlet
düzenleri sadece elektronik alandaki düzenlemeler ile ortadan kaldırılabilecek yapılanmalar değildir
.Herşeyin bilgisayar kutusuna doldurulacağı ve bu kutu üzerinden yönetilebileceği bir yeni
yapılanmanın binlerce yıllık devlet oluşumlarının yerini alabilmesi mümkün değildir . İnsanoğlu bir
elektronik düzenlemenin parçası olabilecek kadar basit bir yapılanma ise hiç değildir . Hayat eve sığar
sloganı ile insanların evlerine hapsedildikleri bir düzenlemenin ise hiç te gerçekçi bir çözüm olmadığı
bir yıllık deneme süresinden sonra ortaya çıkmaktadır . İnsanlığın yapısı ve modeli üzerine kurulmuş
olan bir dünya düzeni değiştirilmek istenirken , getirilmek istenen yeni düzenin eskisi ile ciddi bir
çatışma içinde olacağı ve zamanla değişim süreci içinde bir kaos ortamının yaşanacağı şimdiden
ortaya çıkmaktadır . Bugünkü devlet düzenleri devam ederken , devletleri çöküşe ya da yok oluşa
doğru sürükleyecek köklü değişimlere ,var olan devlet düzenleri çerçevesinde izin verilmeyeceğinin
şimdiden ortaya konulması gerekmektedir . Ne var ki , var olan devlet düzenleri yıkılmadan da
küresel tek devletçi yeni bir yapılanmanın inovasyon başlığı altında gerçekleştirilebilmesi mümkün
olamayacaktır . Devletler tarihsel bir süreç içinde doğarlar , büyürler ve güçlerinin en üst
düzeyine gelene kadar en az birkaç yüzyıllık bir var olma dönemini tamamladıktan sonra ,dünyada
meydana gelen yeni koşulların etkisiyle ya büyük bir değişime uğrarlar ya da yok olurlar .Günümüz
dünyasında gündeme gelen elektronik devrimi ile birlikte virüs üzerinden sürdürülen biyolojik savaş
son yıllardaki gelişmeler ve onların yarattığı yeni durumlar karşısında , kurulu düzeni temsil eden
devletlerin çok ciddi bir değişim ya da yok olma alternatifleri ile karşı karşıya oldukları anlaşılmaktadır
.Şimdiden belli olan gidişat üzerinde bütün devletlerin ilgili kuruluşları izledikleri olayları tespit eden
ve bunlar üzerine yeni açılımlar içeren değişiklik projelerini devreye sokan yeni yaklaşımları var
olabilmek için uygulamak zorundadırlar . Bu dünya gerçeklerine göre oluşturulmuş olan kurulu
devlet düzenlerinin devam etmesi, insanlığın geleceği için ciddi bir güvence getirmektedir . Bu
durumda sahip oldukları maddi potansiyel üzerinden dünyanın patronluğuna soyunmuş olan küresel
emperyalistleri tatmin edecek planların yeryüzü halkları tarafından kabül edilmesi , var olan devlet
düzeninden vazgeçmeyi gündeme getireceği gibi , aynı zamanda otorite boşluğu yaratarak , devletler
biçiminde örgütlenerek yaşamaya çalışan halk kitlelerini de hızla devletsizlik ortamına doğru
sürükleyebilecektir . Sekiz milyar insanın yaşadığı bugünkü dünya düzeninde hiçbir toplum ya da
devlet , dışarıdan getirilen dayatmalarla ,insanlığın kazanımlarını bir avuç hegemonyacının çıkarı için
böylesine büyük bir değişime inovasyon adı altında evet demeyecektir . Böylesine ters bir durumun
öne çıkması nedeniyle her devlet kendini korumak ve her türlü saldırılara karşı koyarak kurulu
düzenini savunmak zorundadır .Yaklaşık çeyrek yüzyıldır devam eden küreselleşme sürecinin bir
uzantısı olarak gündeme giren elektronik yapılanmanın getirdiği kolaylıklardan daha fazla tehlike ve
tehdit yarattığı ve insanlık açısından yaşamsal çizgide daha güçlü olumsuz yansımalar yaptığı artık her
türlü tartışmanın ötesinde görülebildiğine göre , insanlık daha fazla zaman kaybetmeden bütün
önlemleri almak durumundadır . Yeni ortaya çıkan koşullara dikkat etmesi gereken tüm devletler
yepyeni bir dünya düzeni kurulurken kazanılmış haklarıyla yoluna devam etmek zorundadırlar .

Devletlerin tarihi açısından bugünkü durum ele alındığı zaman ilk yapılması gereken işin
öncelikli olarak tehdit analizlerinin düzgün bir biçimde yapılarak, var olan gerçek durumların ve
gelecekte karşılaşılacak olumsuz durumların şimdiden yapılacak öngörülerle ele alınarak bir karara
varılması ve bu kararın dünya kamuoyu önünde toplumlarla tartışılmasını gündeme getirmektedir .
Bu doğrultuda gerekli olan çalışmaların yapılmasıyla ,insanlığın bir oldu bitti senaryosu ile karşılaşması
önlenebilecektir . Bu tür çalışmalar yapılırken insanlık tarafından bilinmeyen konuların gelinmiş olan
aşamadaki birikim açısından ele alınması ve çeşitli alternatiflerin bu doğrultuda devreye sokularak
gerçekçi çözüm ve kararlara varılması öncelikle gerçekleştirilmesi gereken adımdır . Devlet düzenleri
açısından kendi kurulu düzenlerinin korunması öncelikli mesele olduğu için , her devlet bu temel
sorunu ya kendi gücü ile ,ya da benzeri konumda olduğu diğer devletler ile yanyana gelerek, daha
üst düzeyde bir bölgesel savunma düzenine girmek zorundadırlar . Her devletin kendisine yönelik
tehditlere karşı kendi içine dönerek ,devletin çekirdek noktası olan ve kuruluşunda çıkış noktası
olarak değerlendirilen merkezi yapısını güçlendirmesi gerekmektedir . Bugünün koşullarında her
devlet dünya kıtalarının üzerinde belirli toprak parçalarına sahip konumunda olduğu için, öncelikle
vatanın elden gitmesinin önlenmesi gerekmektedir . Bu çerçevede vatan topraklarının ve ülke
sınırlarının her türlü dış tehdide karşı önceden güçlü bir biçimde koruma altına alınması gereklidir.
Ülkenin ortalarında yer alan merkezin ya da başkentin ülkeye olan egemenliğini temsil edecek çizgide
örgütlenerek korunması sağlanmalıdır . Öncelikli olarak bu merkezi güçlendirme sağlanmadan diğer
konulara girişmek ve var olan ulus devletlerin merkezi yapılanmalarını ihmal ederek savunma planı
yapılamaz . Devletlerin başkentinden başlatılacak yenilenme ve güçlendirme operasyonlarından
sonuç alabilmek için merkezi hareket düzeni esas alınarak , devletin ve ülkenin diğer yanlarına ikinci
planda eğilmek merkezi gücün korunması açısından yararlı olacaktır .
Merkezin ötesinde kalan ve ülkeye yayılmış olan kentler ile diğer toprak parçalarının da
benzeri bir biçimde koruma yaklaşımı ile ele alınarak yeniden yapılandırılması ,devletin güvenliği
açısından dikkat edilmesi gereken konulardır . Saldırıların öncelikli olarak önlenmesinden sonra
bunların sınırlar ve kentsel yapılara yönelen olumsuz etkilerinin kaldırılarak yeniden eski normal
düzenlere dönülmesi, ülke ve devlet güvenlikleri açısından ihmal edilemeyecek konulardır . Bugünün
iki büyük tehdidi olan elektronik yapılanma ile birlikte virüs esaslı biyolojik savaş oluşumlarının
,devlet ve ülke yapılanmaları çerçevesinde kontrol altına alınması ve zaman içerisinde ülke ve devlet
çıkarlarına uygun düşebilecek düzeye getirilerek, alternatif bir yapılanma çizgisinde yeni oluşumlara
yönelmek ülke çıkarları açısından daha olumlu sonuçlar sağlayabilir . Devletlerin güvenliği konusuna
uzaysal boyut açısından bakıldığı zaman , bugünkü dünya düzeninde ne gibi gelişmeler ya da sonuçlar
ile karşı karşıya gelineceğini şimdiden bilebilmek mümkün görünmemektedir . İnsanlığın aya gittikten
sonra Mars gezegenine de gitmeye çalışması ve uzayın bilinmeyen yönlerinin açıklığa kavuşturulması
insanlığın bilgi eksikliğinin giderilmesi açısından olumlu gelişmeler olarak gündeme geldiği açıktır .
İnsanlığın daha elektronik devrime tam olarak uyum sağlayamadığı aşamada , bir de biyolojik savaşla
karşı karşıya getirilmek durumunda kalması uzun süre şaşkınlık ortamı yaratmıştır . Bu dönem geride
kaldıktan sonra, bugün gelinen noktada elektronik düzen ile ilgili yeni güvenlik sistemleri inşa
edilmekte ve kişisel bilgilerin ve de toplumsal kazanımların korunması üzerinden yeni güvenlik
düzenlemelerine gidilmektedir . Virüs merkezli biyolojik savaş saldırıları karşısında da , sağlık
hizmetlerinin alt yapılanmalarından hareket edilerek, halk kitlelerinin beklediği toplum sağlığı plan
ve projeleriyle devletin ve toplumun halk sağlığı gereksinmelerinin acilen karşılanmalarına dikkat
edilmesi gerekmektedir . Her iki tehdit açısından koruyucu kamu hizmetlerinin alt yapı yatırımlarıyla
birlikte tamamlanması, acil kamu hizmetlerinin gerçekleştirilebilmesi açısından önem taşımaktadır .

Tarihte var olan Türk devletleri ele alınarak incelendiği zaman, Kızıl Elma diye simgesel bir
kavram ortaya çıkmaktadır . Tarih kitapları incelendiğinde Türk devletlerinin gelişimi ve Türk
dünyasının varlığının korunması açılarından bu kavramın tarihsel bir öneme sahip bulunduğu
anlaşılmaktadır. Yeryüzünde Türk egemenliğinin hedefini temsil den bu kavram ,Türk dünyasının
beraberliğini ortaya koymak için öne çıkarılmıştır . Türk devletlerinin Asya kıtasından Avrupa
kıtasına doğru genişleme eğilimleri gösterdiği dönemlerde , merkezi coğrafyada yer alan büyük ve
önemli kentler dünya haritası üzerinde ele geçirilmesi gereken birer hedef olarak, Kızıl Elma kavramı
ile ifade edilmeye çalışılmıştır. Kızıl Elma Türklerin Hazar bölgesinden çıkarak dünyaya yayılmaları
aşamasında , Oğuz Türkleri arasında cihan egemenliğini temsil ederek ,dilden dile söylenen bir hedef
kavram olarak gün ışığına çıkmıştır . Türklerin yaşadıkları bölgelere göre anlam kazanan Kızıl Elma ,
altın bir daire ya da bir altın top olarak ,bazan bir zaferin bazan da egemenliğin simgesi olarak
kullanılmış ama her yerde bir hedefi temsil etmiştir . Türkler üç büyük kıtada beş bin yıla yaklaşan bir
tarihe sahip olurlarken , tarihin her döneminde dünyanın bir köşesinde ya bir krallık ya da bir
imparatorluk kurarak, her dönemde egemenliğin temsilcisi olmuşlardır . Türkler inandıkları tanrının
kendilerine yurtlarını ihsan ettiğine ve bu çizgide egemenlik misyonu yüklendiklerine her zaman için
inanmışlardır . Türk topluluklarının sosyal yapıları ve bunun üzerine kurulu bulunan siyasal yapıların
dayandığı dinamiklerin Türk devletlerini yarattığına her zaman için inanmışlardır .
Kızıl Elma olarak ilan edilen ilk şehir Türklerin Hindistan üzerinden ilerleyerek fethetmeyi
düşündüğü Çin’in başkenti Pekin olmuş ve daha sonra da İstanbul, Viyana, Budapeşte ve Roma ele
geçirilmesi istenen merkezler olarak Kızıl Elma kavramı ile ifade edilmeye çalışılmışlardır .Dünyanın
merkezi kenti olan İstanbul, her dönem için Türklerin Kızıl Elması olarak adlandırılmıştır . Türklerin
dünya hegemonyasında İstanbul merkez kent olarak Kızıl Elma ile açıklanmaya çalışılmıştır . Asya’nın
merkezlerinden sonra Viyana, Paris, Budapeşte ve Roma gibi Avrupa’nın merkezleri de , Kızıl Elma
kavramı ile dile getirilerek ele geçirilmesi gereken büyük kentler olarak hedef tahtasına
oturtulmuşlardır . Türkler için Kızıl Elma kavramı yaklaşıldıkça uzaklaşılan ve uzaklaşılan oranda
cazibesi artan hedef başkentler olmuştur . Kanuni Süleyman savaş öncesinde ordularını teftiş eder
ve onları savaşa sürüklerken, Kızıl Elma’da buluşalım sözleriyle kahramanlığa davet ederdi . Türklerin
çok geniş alanlara yayılması üzerine Turan diye adlandırılan Orta ve Kuzey Asya bölgelerinin Türk
egemenliğine geçmesi doğrultusunda da Kızıl Elma kavramı kullanılmıştır . Bu anlamı ile Kızıl Elma
dünyada yaşayan bütün Türk topluluklarının birleşmesinden ileri gelen bir küresel hegemonya
arayışının da temsilcisi olmuştur . Kızıl Elma konusu Türk edebiyatında ve siyasal alanda da dile
getirilmiş ve bu doğrultuda bir Türkçülük akımı geliştirilerek ,Türk dünyası ile Türk gençliğinin önüne
bir çıkış noktası olarak konulmuştur . Bu alanda Türkiye’deki Türkçülük akımının önderlerinden Ziya
Gökalp yazmış olduğu Altın Destan ,Altın Yurt ,Kızıl Destan ,Ötüken ülkesi ,Ergenekon , Turan ve
Balkan Destanı gibi şiirleriyle tarihte ve coğrafyada yer alan Türklük olgusunun düşünsel ve kültürel
temellerini ortaya koymaya çaba göstermiştir . Türk edebiyatının önde gelen yazarlarından Ömer
Seyfettin yazdığı makalelerinde , Kızıl Elma konusunu mekanlar ,semboller ve kavramlar düzeyinde
inceleyerek, yeni cumhuriyet devletinin fikri yapılanmasında geçmişten gelen Türk varlığının
geleceğe dönük yapılanmasında öncü bir yazar olarak yol göstermeye çalışmıştır . Bazan bir belde ya
da ülkede taht ve mabetlerin parıldayan cihan hegemonyasını temsil edecek bir biçimde som
altından yapılan kızıl renkli bir altın top olarak da, Kızıl Elma konusunun değişik zaman ve yerlerde
Türklük olgusunun temsilcisi olarak ele alındığını tarih ve siyaset kitapları ortaya koymaktadırlar .
Osmanlı devletinin Macaristan’ı fethe yöneldiği dönemde , Türkler Avrupa kıtasının ortalarını ele
geçirirken ,Buda Peşte üzerinden Kızıl Elma hedefini tüm Avrupa ülkelerinde yaygınlaştırmışlardır .

Üç kıtanın ortalarında çeşitli devletler kuran Türkler bu kadar geniş alanda dağılmamak üzere
her dönemde bir merkezi devlet kurarak ve bu merkezden hareketle dünyanın önde gelen kentlerini
ülkelerine katmak düşüncesiyle, Kızıl Elma düşüncesine giden yolları açık tutmuşlardır . Oğuz Kaan’ın
altın çadırını kurmasından sonra başlayan süreç içinde, Türkler her zaman için bir Kızıl Elma hedefi
belirleyerek devletlerinin genişlemesini böylesine bir coğrafya hedefi çizgisine oturtmuşlardır . Bu
çizgide İstanbul Türklerin her dönemde önde gelen Kızıl Elma’sı olmuştur . On altıncı yüzyıldan sonra
Kuzey Asya’daki Türk ülkelerinin Rus emperyalizminin denetimi altına girmesi yüzünden , Ruslar ile
Türkler üç yüz yıl boyunca savaşmışlar ve sonunda iki büyük devlet Avrupa kıtası topraklarından dışarı
atılmışlardır . Rus hegemonyasına karşılık Osmanlı devleti döneminde de Türkçülük akımları Türk
toprakları üzerinde geliştirilmiş ve bu doğrultuda Osmanlı orduları Ruslar ile sürekli olarak Kuzey
Asya topraklarında karşı karşıya gelmişlerdir . Birinci dünya savaşı süreci içinde imparatorluklar
dağılırken , Kızıl Elma tartışmaları yeniden güncellik kazanmış ve hem Rusya’da hem de Osmanlı
toprakları üzerinde Türkçü akımlar ve kadrolar canlanarak ve aynı zamanda Rus hegemonyasının
önüne geçerek Türkçü bir hegemonya düzeni arayışı içine girmişlerdir . Panslavizm akımına tepki
olarak doğan Türkçülük ve Turancılık akımları yirminci yüzyılın başlarında büyük bir Türk
hegemonyası planına yönelirken , Enver Paşa İstanbul’dan Tacikistan’a giderek bu kadar geniş bir
coğrafya’da yeni bir Türk hegemonyasını kurabilmenin arayışı içine giriyordu . Türklerin bağımsızlık
mücadelesi yeni Kızıl Elma hedefleri belirlerken , aynı zamanda Türkler için bir yaşam ülkesi ve
akımı olarak Turan kavramını da öne çıkarıyordu .
Yeryüzündeki bütün Türk devletlerinin tek bir çatı altında bir araya getirilmesini savunan
Turancılık akımı , daha sonraki aşamalarda Türkçülük akımına dönüşerek Turan coğrafyasında
yayılırken, sonsuz devlet kavramı olarak Devleti Ebed Müddet adı ile yol alınmaya çalışılmış ve Rus
emperyalizmine bütün Türk devletlerinde karşı çıkılarak ,Türklerin özgür olacağı yeni bir dünya düzeni
talep edilerek, geleceğin büyük Türk devleti arayışı her geçen gün daha da güçlü bir biçimde
kamuoyunun önüne çıkartılmıştır . Türk dünyasının önde gelen ülküsü olarak tanıtılan Kızıl Elma
olgusu bugünün koşullarında bile Türklere yol göstermekte , eğer bir hegemonya çekişmesi üçüncü
dünya savaşı olarak gündeme gelirse, bu doğrultuda Türklerin Avrupa kıtasını fethetmesi
doğrultusunda Viyana, Buda Peşte,Paris ve Roma kentleri geçmişten gelen birikimin yansımaları
olarak yeniden Kızıl Elma tartışmalarında çekişme konuları haline gelmektedir .Bu durumda Türklerin
tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi ikinci kez bir Avrupa fethine kalkışması gerekir ki ,bu bugünün
koşullarında pek de dikkate alınamayacak bir macera olarak görünmektedir . Kızıl Elma ülküsünün
ortaya çıktığı alan tarihtir . Tarihin değişik dönemlerindeki Türklerin durumları dikkate alındığında ,
içinde bulundukları Türk devletini genişleterek daha büyük bir devlete sahip olma hedefleri
doğrultusunda bazı büyük kentleri ulaşılması gereken hedefler olarak, Kızıl Elma kavramı yaklaşımı
içine aldıkları görülmektedir . Türkiye Cumhuriyetine gelene kadar tarihteki her Türk devleti varlığını
sürdürürken , o zamanda öne çıkan cazibe merkezlerinin Kızıl Elma görüntüsü altında Türk
devletlerinin kontrolü altına geçmesi için, milli çizgide çabalar gösterilmiştir . Türklerin dünyayı
yönetme idealinin en önemli yansıması Türk tarihinde hep bir Kızıl Elma arayışını beraberinde
getirmiştir. Türklerin cihan hegemonyasının yansıması olarak öne çıkan bu düşünce ,dünyayı
yönetmek üzere yola çıkan diğer ulusların ve devletlerin önünün kesilmesinde etkili roller oynamıştır
.Eski Bizans imparatorunun elinde görülen Kızıl Elma’nın, Türklerin İstanbul’u fethetmelerinde esas
görülen neden olduğu bazı kaynaklarda dile getirilmektedir . Türkler Kızıl Elma’ya doğru koşarak ve
yeni bir hegemonya düzeni kurarak dünya imparatorluğuna yönelirken, Romalılar ve Bizanslıların
güç merkezini kaybederek Türkler ile rekabet şansını ellerinden kaçırdıkları görülüyordu .

Kızıl Elma kavramı , Türkiye Cumhuriyeti tarihi içinde de ele alınarak kullanılan bir kavram
olmuştur . Soğuk savaş yıllarında Avrupa ve Sovyet emperyalizmlerine karşı duran bir merkezi güç
olarak Türkiye’de, devletten ve milletten yana olan toplumsal ve siyasal güçlerin devlet merkezinde
bir araya gelerek, güçler arasında ülke ve devleti korumak doğrultusunda bir ittifakın kurulması ve de
bu yönde ulusalcılar ile milliyetçilerin birlikte hareket etmeleri sağlanmaya çalışılmıştır . O dönemin
siyasal koşullarında sağ ve sol birlikteliğinin merkezi devletin korunması ve devam ettirilmesi için
düşünülen bu Kızıl Elma kavramına yönelmelerinin ana nedeni, bir ulusal kurtuluş savaşı sonrasında
kurulmuş olan devletin ayakta kalmasını sağlayarak , devlet ve millet bütünleşmesi doğrultusunda
emperyalist merkezlere karşı ciddi bir antiemperyalist mücadele verilmek istenmesidir . Yirminci
yüzyılın ikinci yarısında ülkede sağ sol çatışmaları üzerinden çıkartılan terörün önlenmesi ile birlikte
bu doğrultuda bölünmeye gidebilecek ve üniter devlet yapısını bozabilecek dağılma senaryolarına
karşı , anayasal çerçevede birlik ve bütünlüğü gerçekleştirecek milli birliğin yeniden sağlanması ve
ülkenin barış içerisinde geleceğe yönelmesi gibi bir amacın elde edilmesinde ,gene Kızıl Elma ülküsü
birleştirici olacaktı . Türkiye üç kıta ortasında kurulmuş olan ve her kıtadan esen farklı siyasal
rüzgarların tehdidi altında kalan bir ülke olduğu için , her zaman doğu-batı ayırımı ile birlikte sol-sağ
ayırımı da ön planda yer almıştır . İşte böylesine merkezde yer alan ve ara yerde siyasal yönden
sıkışıp kalan Türk devletinin yoluna devam edebilmesi için, bir elmanın iki yarısını temsil eden
kesimlerin bir araya gelerek , elmanın bütününü kurtarmaya yöneldikleri aşamada , Kızıl Elma
kavramı bir kurtarıcı yaklaşım olarak öne çıkmış ve ülkenin birliği ve bütünlüğü , Türk egemenliğinin
temel hedefi olan Kızıl Elma kavramı aracılığı ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştır .
Devletlerin dış tehdit ve saldırılara karşı korunmaları , ülke çapında birlik ve beraberliğin
sağlanması doğrultusunda koruyucu yeni yapılanmaların öne çıkarılarak dışa karşı çekirdek bir orta
alan yaratılmasına , güvenlik bilimlerinde iç cephenin güçlendirilmesi denilmektedir . Saldırılar
dışarıdan geleceğinden ulusal ya da ülkesel savunma için, içeride sağlam bir çekirdek devlet
oluşturulması , devletin ve ülkenin varlıklarının geleceğe dönük olarak korunabilmesi açısından
zorunlu bir önlemdir . Askeri bir kavram olan iç cephe sorunu , Türkiye gibi ülkelerin dış tehditler ve
de emperyalist saldırılara karşı koyması ve direnerek kendini savunması noktasında , merkezin
güçlendirilmesi olarak öne çıkmaktadır . Her devlet tüm güvenlik kuruluşları ile tehdit ve baskı
dönemlerinde kendi güvenliği için önlemler almakta özgürdür . Türkiye Cumhuriyeti de özgür bir ülke
olarak başkent Ankara’daki iç cephesini güçlendirecek ve bu doğrultuda ülkede karşıt kutuplarda
siyasal etkinlikler yürüten ulusalcılar ile milliyetçileri daha güçlü bir ulusal savunma için bir araya
getirmelidir .Soğuk savaşın bittiği aşamada , Türkiye iki binli yıllara girerken ortaya çıkan yol ayrılıkları
,kıtalar arası çekişmeler ,ideolojik ve siyasal kavgalar ile emperyalist projelerin dışarıdan
dayatılmalarına karşı, Türk devleti dağılma ve çözülmeye doğru zorlanırken , o dönemin koşullarında
ülkenin toparlanması ile birlikte devletin birliği ile milletin bütünlüğünün korunabilmesi için , Türk
siyasal çevrelerinde sürekli olarak bir Kızıl Elma arayışı canlı olmuştur. Bu aşamada Türklerin cihan
egemenliği arayışlarının adı olan Kızıl Elma kavramı , bu kez tamamen ters bir doğrultuda ve Türk
egemenliğinin çıkış noktasında , var olan Türk devletinin kendi iç yapısında oluşturulmaya
çalışılmıştır . Türk devleti iç cephe tartışmaları ile bölünme ve dağılma çizgilerinden uzak tutulmaya
çalışılırken , Türk egemenliğinin simgesi olan Kızıl Elma kavramı, bu kez var olan Türk devletinin iç
cephesinin güçlendirilmesinde kullanılmak istenmiştir .Dünya hegemonyasına yönelen Türkiye’nin
güçlü bir devlet olarak yola devam edebilmesinin, iç cephesi güçlendirilmiş yeni bir Türkiye
Cumhuriyetine bağlı olduğu anlaşılmıştır . Bu nedenle önümüzdeki günlerde milliyetçiler , ulusalcılar,
Kemalistler ve Milli görüşçüler Türkiye’den yana yeni bir Kızıl Elma koalisyonunda birleşmelidirler .

İki binli yılların başlarında Türkiye yeni bir yüzyıla girerken soğuk savaş dönemi ile birlikte
yirminci yüzyıl da sona ermiştir . Sovyetler Birliğinin dağılması üzerine dünya güç merkezlerinde
çekişmeler tırmanırken , üç kıta arasında merkezi bir devlet olan ama sürekli olarak batının emperyal
devletlerinin hegemonyası altında kalarak arada sıkışıp kalan Türkiye’de, yeni siyasal gelişmeler
gündeme gelmiş ve ABD’nin Büyük Orta Doğu ,İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu ile İsrail’in
Büyük İsrail projelerinin çekişmeleri yüzünden, Türkiye bölünmüş siyasal yapılanması ile birlikte
parçalanmanın eşiğine gelmiştir . İşte böylesine olumsuz bir durumun ortaya çıkmasına karşı çıkan
ulusalcı, milliyetçi, Atatürkçü ve Milli görüşçü toplum kesimleri ,ulus devletten ve milliyetçi milletten
yana bir merkez ittifakı oluşturarak , devletin üniter statüsünün korunabilmesi doğrultusunda ülkesel
bir dayanışma çözümü oluşturabilmenin çabası içinde olmuşlardır .Milli kamuoyunda tartışmalar
yükselirken ,bu aşamada Kızıl Elma Koalisyonu adı altında yayınlanan bir kitapta , Kızıl Elma
kavramına dayanan bir milli dayanışma ile Türkiye’nin bütün emperyal planlara karşı çıkarak, sahip
olduğu ulusal ,merkezi ve üniter esaslara dayanan Türk devletinin bölünmeden yeni yüzyılda da
yoluna devam edebileceği açıkça dile getirilmiştir . Kızıl Elma Koalisyonu ile Türkiye’nin iç yapısından
gelen farklılıkların geride bırakılabilmesi umuduyla yapılan çeşitli bilimsel ve de siyasal çalışmaların,
çözüm üretilmesinde yeterince ciddiye alınmaması üzerine , böylesine bir çözüm arayışına ilgi
gösteren ve bu tür bir yaklaşımdan umutlu olan toplum kesimlerinin ,giderek gelecekten umutlarını
yitirdikleri görülmüştür . Bu aşamada Türkiye’nin rotasının çözüm üretme noktasından çıkarak ,yeni
bir çözümsüzlük sürecine doğru tekrar sürüklenmesiyle, rejim dışı arayışların önü tekrar açılmıştır .
İç cephenin güçlendirilmesi amacıyla devreye sokulacak bir Kızıl Elma Koalisyonu konusu
uzun süre kamuoyunda tartışılınca, böylesine bir çözüm önerisine destek olanlar ve karşı çıkanlar
farklı görüşleri savunarak, bu konuda yeterince kendi aralarında bir anlaşmaya varamamışlardır .
Farklı görüşlere sahip olan insanların bir büyük koalisyon çatısı altında bir araya getirilmeleriyle
sorunun çözülemeyeceğini öne sürenler , solcuları sağcı olmakla , sağcıları solcu olmakla suçlayarak
ve resmen kafa karışıklıkları yaratarak, böylesine büyük bir çözüm arayışının barışçı sivil bir hareket
olarak ülkenin kaderinde etkin olmasını önlemişlerdir. Ülke içinde emperyal projeler doğrultusunda
kamplaşmanın önlenebilmesi çizgisinde, oluşturulmak istenen Kızıl Elma Koalisyonu , ajanlık yaparak
kafa karışıklığı yaratan bazı siyasi ve medyatik işbirlikçiler aracılığı ile önlenmiştir .Bu aşamada kafa
karışıklığı yaygınlaştırılırken, ülkenin çıkarları ya da iç cephe sorunu gene eskisi gibi çözümsüzlüğe
terkedilmiştir . Kızıl Elma Koalisyonunu bazı çevreler yanlış anlayarak çözümsüzlük yaratmışlardır .
Devlet ve ülke güvenliği için son çarelerden birisinin Kızıl Elma Koalisyonu olabileceğini düşünen iyi
niyetli toplum kesimleri ise, konuya olumlu yaklaşarak sağ ve sol kesimlerden gelen temsilcilere moral
vermişler ve destek olmuşlardır . Avrupa Birliği ile küreselleşme akımının öne geçmesi üzerine
Türkiye’de sağda ve soldaki akımlarda yol ayrılıkları öne çıkmış ve bu yüzden siyasal bir toparlanma
ihtiyacı doğmuştur . Avrupa Birliği dışında bırakılan Türkiye’nin Orta Doğu projeleri doğrultusunda bir
yandan savaşa zorlanması , diğer yandan da Avrupa Birliğine verilen ödünlere rağmen Türkiye’ynin
tam üye yapılmaması devletin geleceğini olumsuz etkilediği için , bu darboğazdan geçerken solu ve
sağı bir araya getirecek bir Kızıl Elma Koalisyonunun zorunlu olduğunu savunan kesimler de, Kızıl
Elma ittifakının devletin birliği ile milletin beraberliği açılarından çok yararlı olacağını savunmaya
başlamışlardır . Küresel emperyalizm ile Avrupa Birliğinin Türkiye’yi dağılma noktasına getirdiği son
aşamada ulusalcılar, milliyetçiler, Milli görüşçüler ve de Kemalistler Türkiye’den yana olacak bir Kızıl
Elma koalisyonunda tıpkı çeyrek asır önce bir araya geldikleri gibi, yeniden buluşacaklar ve güçlerini
birleştirerek , emperyalist saldırı ve projelere karşı ülkenin milli birliği ve üniter beraberliğini
koruyarak, ikinci bir Yugoslavya modeli ile Türkiye’nin dağılmasına izin vermeyeceklerdir .

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER