Şu Fransa’da neler oluyor ve neden oluyor?..
Fransa sokakları karıştı,
Yapılan tüm müdahalelere rağmen isyan ve yangın devam ediyor.
Sebep nedir?
Bir gencin Fransız polisi tarafından vurularak öldürülmesi…
İsyancılar kim?
Fransa’da yaşayan yabancılar.
Yani Kuzey Afrika kökenliler başta olmak üzere kaçak gelip yerleşeneler/iltica edenler/sığınmacı olanlar ve diğerleri…
Bu yabancılar isyan edip hayatın olağan akışını bu kadar etkileyecek kadar fazla ve güçlü mü?
Maalesef öyle.
Fransa nüfusunun yüzde 15 civarı bu unsurlardan oluşuyor.
Buna bir de Fransızlarda doğum oranlarındaki azalmayı yabancılarda ise artan doğurganlığı eklediğimizde, olayın bu boyutunun vahametini anlayabiliriz.
Ama arkaplana baktığımızda olayların kaynağının çok daha derin ve farklı olduğunu görürüz.
Yabancılar, planlanan olayların sebebi değil tetikleyici unsuru/katalizörü ve görünen/gösterilen yüzüdür!
Peki, olayın asıl sebebi ne?
İkinci Dünya Savaşından sonra 1949’da NATO kuruldu.
NATO her ne kadar askeri savunma teşkilatı olsa da Amerikan küresel hakimiyetinin pekiştirilmesinden başka bir şey değildir.
Tıpkı o sıralar kurulan Dünya Bankası ve tıpkı IMF (Uluslararası Para Fonu) gibi…
Fransa, NATO üzerinden Amerika’nın Birleşik Krallıkla beraber tüm Avrupa’yı etki altına almasını bir türlü hazmedemedi.
Fransa’nın efsane komutanı ve siyasal lideri De Gaulle Sovyetler Birliği ve Amerika arasında denge politikası kurmaya çalıştı.
Ama asıl amacı Fransa’nın üçüncü bir güç olarak var olmasıydı.
Bu bağlamda Hidrojen Bombası yapımı da dahil nükleer silah ediniminde hep bağımsız bir stratejiye yöneldi.
Ve 1966’da NATO’nun askeri kanadından çıkma kararı aldı.
Bunun üzerine, o ana dek Paris’te bulunan NATO karargahı Brüksel’e taşındı.
Bu durum Amerika ve Amerika’yı küresel başat aktör yapan/Amerika üzerinden siyasi-askeri-ekonomik küresel düzeni tesis etmeyi kurgulayan Güç ve Akıl için ciddi bir handikaptı ve kabul edilemezdi.
Bazen açıklamalara yansıyan ama genelde derinden derine devam eden bu sürtüşme Sarkozy döneminde/yani 2000’lerde Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına yeniden katılımıyla birlikte biraz sakinleşir gibi oldu.
Fakat bu bile Fransa’nın kendine has bir güç olma isteğini ortadan kaldırmadı.
Biliyorsunuz,
Sovyetler Birliğinin yıkılmasıyla birlikte dünya yeni bir konsepte girdi ve 2000’lerden sonra yeni bir dünya düzeni inşası süreci başladı.
Bu süreç 2010’lardan sonra hız kazandı ve 2021’de yaşanan Pandemiyle birlikte ete kemiğe büründü.
Şuanda yaşadığımız her olayın/her küresel eylemin/herhangi bir coğrafyada görülen herhangi bir gelişmenin-savaşın planlanan yeni düzenle ilişkisi olduğu aşikar ve mutlaktır.
Asla spontane/doğal ve bölgesel dengeler nedeniyle olmamaktadır.
Mesela Ukrayna/Rusya savaşı da bu yaklaşımın bir sonucudur.
Çok amacı vardı ve o amaca uygun sonuçlar doğurmaya başladı.
Daha savaş başlamadan Amerika’nın Avrupa’ya dönük yüksek perdeden buyurganlığı sahne almaya başlamıştı.
Ve savaşın başlamasıyla birlikte Amerika/Güç ve Akıl Sahipleri Avrupa’yı istediği safta hizalamaya başladı.
NATO faktörünü öne çıkartıcı bir durum oluştu.
Hatırlayın;
Fransa lideri Macron “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” diye bir meydan okuma yapmıştı.
Amerika Başkanı Biden adeta “Sen sus! Böyle bir laf etmek senin haddine mi!” dercesine, yapılan toplantıda NATO’nun yeniden önemine vurgu yapmış ve sonraki süreç de bu minvalde gelişmişti.
Ama Fransa’nın durmaya niyeti yoktu.
ABD’nin, Çin ile olan mesafeli/kontrollü politikasına rağmen Macron Fransa’sı kendine has ve başına buyruk politikalarla Çin ve Rusya ile ilişki kurmaya devam ediyor ve hatta Almanya’yı da buna dahil etmeye çalışıyordu.
Sadece bu mu?
Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın oluşturduğu BRICS diye bir ittifak var.
Halen 19 ülke de katılım için başvurmuş vaziyette…
Amerika/Güç ve Akıl Sahipleri bu oluşumun kontrolden çıkmasını asla istemez.
Neden?
Çünkü Doların hakimiyetinin sarsılmasına müsaade etmez ve bu ittifakın da amacı biraz dolar karşıtı içerikte…
Fransa ile alakası ne?
İşte olayın püf noktası da burada…
Fransa bu ittifaka yaklaşmaya ve birlikte hareket stratejisi oluşturmaya başladı.
Buna ek olarak bir de Amerika’nın Ukrayna/Rusya stratejisinde Fransa’nın ayrı baş çekmesi, Avrupa ülkelerinde adeta ihtilaf oluşturur gibi başına buyruk hareket etmesi vb. gibi hususlar bugünlerin zeminini oluşturdu.
Güç ve Akıl Sahipleri, hiçbir zaman Fransa’nın ayrılıkçı ve aykırıcı tavırları olacağını gözden uzak tutmadı ve buna mukabil yapacağı hamleleri hep gizli ve canlı tuttu.
Bunun için daha önce de test ettikleri Fransa’daki yabancılar en verimli unsur ve en geniş kapsamlı etki oluşturacak faktör idi.
Çünkü artık Fransa belirlenen marjın dışına çıkmış ve hizaya çekilmesi gereken bir yola girmişti.
Ve kibrit çakıldı…
Şunu da belirteyim; bu durum aynı zamanda benzer düşüncedeki ülkelere de gözdağıdır ve ayağınızı denk alın ikazıdır!
Sonuç:
Bir ülkeye gelen yoğun sığınmacı durumu tesadüfi değildir ve ilerleyen zamanda o ülkeyi destabilize etmek için en kullanışlı ve elverişli aparattır.
Bu nedenle küresel ölçekte hızlanan ve hatta olağanüstü hale gelme riski olan sığınmacı sorununa bundan sonra daha dikkatle bakın derim!
Doların hakimiyetini kimse sonlandıramaz. Olsa olsa doların sahipleri yeni politikaları ve planladıkları yeni küresel ekonomik sistem gereği farklı bir formata büründürürler.
Artık hiçbir ülke güvenli değildir ve hiçbir ülke bağımsız olduğunu/bağımsız politikalarla yönetsellik sergileyeceğini iddia edemez. Etse de, ettiğiyle kalır sadece…
Fransa’daki olaylar durabilir/kontrol altına alınabilir ve normale dönülebilir.
Ama bunun için Fransa’nın ne verdiğine/neyden vazgeçtiğine/Güç ve Akıl Sahipleriyle nasıl anlaştığına bakmak lazım!
Yani demem o ki; Fransa’nın yaşadığı ayaklanma/isyan ve yangına sadece bir delikanlının öldürülmesine tepki gibi bakmayın!
Son olarak;
Bir ülkede sığınmacı/mülteci/yabancı sayısı o ülke nüfusunun yüzde 5’ini geçerse tehlike çanları çalıyor demektir.
Fransa bunun en bariz örneği…
Ki, Türkiye’nin de on milyondan fazla sığınmacıya ev sahipliği yaptığını ve bu kesimde görülen yoğun doğurganlığı düşünürsek; bu sorun ivedilikle halledilmesi gereken bir problematiktir.
Not: İsveç’te yaşanan Türkiye ve İslam karşıtı durumları da sadece İsveç’ten kaynaklı bir şeyler gibi düşünmeyin ve anlattığım bağlamda ele almayı deneyin!
Bu arada, Biden NATO zirvesi öncesi 5 Temmuzda İsveç Başbakanını Beyaz Sarayda ağırlayacak.
Neden acaba?
Acaba o görüşmede Türkiye konuşulacak mı?..
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar.