Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Ramazan Ercan BİTİKÇİOĞLU

Ukalâlık sınırı

Ukalâ, Günümüzde tekil gibi kullanılırsa da aslında Ar. âkil kelimesinden türemiş olup, “akıllı”nın çoğul şeklidir.

Akıllılık, bilgiçlik taslayan kimseler yàni akıllılardan, ilim sahiplerinden ziyâde öyle görünmek isteyenler için kullanılıyor kelime.

Pekâlâ burada bir sınır olmak gerekmez mi? Elbette gerekir. Kim gerçekten akıllı, bilge, kim öyle görünmek isteyen akıllılık taslamak isteyendir bir ayırım noktası ya da hattı olmak lazım.

Bendeniz buradaki çizgiyi şöyle çekiyorum:

Haddini bilen akıllı, ilim sahibidir, bilmeyen akılsız ukalâ. Size meşhur hikâyesini de anlatmak istiyorum yeri geldiği için:

Vaktiyle ressamın biri bir şovalye resmi yapmış, sergiye koymuş. Gelenler bakıp üzerinde görüş beyan ediyorlar. Bu sırada ressam da aralarında gezip o görüşleri not ediyormuş. Birinin “çizmeli şovalye” resmi karşısında uzunca durduğunu ve kendi kendine mırıldandığını görmüş ve yanına yaklaşmış.

O adam “şu çizmelerin topukları yanlış, şu kıvrımın da olmaması gerek” falan deyince ressam adamın işini sormuş. Kunduracı, çizme yapan biri olduğunu öğrenince hemen fırçalarını boyalarını kapıp gelmiş. O anlatmış ressam hatalı yeri düzeltmiş. Bakmış ki gerçekten daha güzel olmuş resim.

Fakat kunduracı devam ediyormuş. “Pantolonda da şu hata var, kılıç şöyle olmalıydı” falan… Ressam “dur bakalım kunduracı, çizmeden yukarı çıkma, sen ancak çizmedeki kusurları söyleyebilirsin, yukarısına çıkma” diyerek az önce takdir ettiği adamı bu kez tekdir etmiş haklı olarak.

Gel zaman git zaman bu “çizmeyi aşma” şeklinde bir tâbir olmuş.

Günümüzde birçok hocaefendi (imam) çizmeyi aşıyor. Hem de nasıl…

Vazında bir âyet-i celîle’yi misâl veriyor ya da hadîs-i şerîf’ten misâl getiriyor. Fakat ukalalık etmeden duramıyor.

Âyet-i celîlenin tefsirini yapmaya yelteniyor kendi heva ve hevesine göre.

Hadîs-i şerîf’lerde ise hiçbir hadis kitabında yer almayan rivayetler, alâkasız hikâyeler, detaylar katıyor araya.

Allâme-i  cihan ya, sözlerini süsleyip daha etkili hale getiriyor güya…

Oysa yaptığı tam anlamıyla çizmeyi aşmak, ukalalık. Be adam, sen daha doğru dürüst Arapça bilmiyorsun.

Nerde kaldı, fıkıh, hadis ve daha nice fen ilmini de bilerek ve dahi ihlás ile Allah’ın vehbîlik verdiği bir müfessir olacaksın?

Hem bilmez misin, hadîs-i şerîf’te “Men fessere’l-Kur’âne bi-re’yihi fekad kefer” yàni “kim Kur’ân’ı kendi heva ve hevesine, kafasına göre tefsir edip hükümler çıkarmaya kalkarsa kâfir olur” buyurulmuştur.

Neden hadîs-i şerîf’lere bin türlü hikâye katıyorsun? Hangi kaynakta var o söylediklerin?

Aklın sıra sözlerin daha etkili olsun istiyorsun ama belki de o hadîs-i şerîf’in psikolojik tansiyonunu bozuyor, kaş yapayım derken göz çıkarıyorsun.

“Peygamber şöyle bir omuzlarını kaldırdı, kaşlarını çattı ve hiddetle adama dönerek…” Anlayamıyorum, inanın çözemiyorum. Hangi kafadır bu imam bozuntularına şu akıllara sezâ işleri yaptıran?

Yahu sen orada mıydın da böyle detaylarına kadar anlatabilyorsun? Hangi hadis külliyatında var bu senin yaptığın? Hiçbirinde yok.

Ukalâlık sınırı neden mühim anlatabildim mi dostlar? Allah korusun bunlar hem kendilerini dinden çıkarıyor hem cemaatlerinden bazı saf ve câhil kişileri.

Bu biraz da şurdan kaynaklanıyor: İmamlarımızın hemen hepsinde konuşma şehveti var.

Ezan-ı Muhammedî okunuyor herif susmuyor. Behey dangalak, anlatığın safi ilim olsa, ki öyle değil, yine de günah. Ecdadımız Kur’ân tilavetini bile bitirirdi ezan okunmaya başladığında.

Allah hepimizi ıslah eylesin. 04.01.2023

062351 00000000000bspyz

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER