Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” romanını okumalı mültecilikden dem vuranlar…
Vatan Yahut Silistre, Türk edebiyatının sahnelenen ilk tiyatro eseridir. Namık Kemal’in ilk yazdığı oyunudur.
Vatan için yapılamayacak şey yoktur. “Vatan sevgisi imandandır” hadîs-i şerîf’i Müslüman Türk milletinin námûs telakkisi gibidir.
Büyük Türk edebiyatçısı şair ve yazar Namık Kemal eserinde vatan sevgisini mükemmel bir üslûpla konu etmiştir. Eser kısa zaman içerisinde büyük ilgi görüp ecnebi dillerine de çevrilmiştir.
Eserde Silistre Kalesi’ne yardıma koşan gönüllüler ve bu gönüllülerden İslâm Bey ile Zekiye’nin sevdası İslâm ahlâk ve seciyesi dairesinde güzel bir şekilde sergilenir.
Silistre bugünkü Bulgaristan’da Tuna ırmağının kıyısında, bir şehir. 1388 yılında Türkler tarafından fethedilen Silistre, 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında çok kalabalık bir Rus ordusu tarafından kuşatılmış, Musa Hulusi Paşa kumandanlığındaki Türk kuvvetleri kırk gün boyunca, kaleyi kahramanca savunmuştur…
İşte eserde bunlar vatan sevgisi merkezli anlatılır. Yàni kuru bir tarihî roman yahut tiyatro eseri değildir Vatan Yahut Silistre.
Elbette vatan sevgisi sahibi olmak, ya da vatan sevgisinin ne idiğünü bilmek, hissetmek için bu eseri okumak şart değil.
O zaten millet olarak genlerimizde var. Lâkin eli kalem tutanlar vatan sevgisi dairesinin dışından bakarak belki bir şeyleri dile getirebilirlerse de, anlattıkları sabun köpüğü gibi kaybolur…
* * *
O hâlde biz vatan sevgisi mihverli düşünerek «mülteci meselesi»ne bakalım:.
Herşeyden önce şunu düşünmeli: İnsàn vatanını neden terkeder?
Vatan sevgisi mi tükenmiştir mültecide? Çok ciddî, çok vahim bazı sebepler yoksa vatanını terkeder mi insàn?
Bu suali yegan yegan herkes cevaplasın, sonra ötelim “mülteci istemezük” falan diye…
Tamam belki işin başında tu kaka olarak gördüğünüz Suriyeli ve müstakbel mültecilerimiz (!) Afgan’lı din kardeşlerimiz hakkında “hadi canım vatan sevgileri olsa ülkelerini savunmak için kaçmaz, kalıp mücadele ederlerdi” diyebilirsiniz.
Ve inanın bu söylemin tamamen gerçek dışı olduğu, hiçbir haklılık payının olmadığını kimse söylemedi, söyleyemez de.
Netekim gelenler arasında nice gafil, nice serseri, eli silah tutabilecek ve durumu da iyi gençler var.
Fakat inanın bunlar azınlıkta. Gelenlerin büyük çoğunluğu yaşlı, kadın ve çocuk. Siz içtimâî muhabere zemininde yazılanlara aldırmayın.
Büyük bir algı operasyonu var ortada. Zihinlerinizi çelmek, mültecilere karşı gaddar ve akıl dışı bir tutum aldırmak için uydurulan şeyler hepsi.
Ensar meselesini de dikkat ediniz ti’yi alıyor bu operasyon çekenler…
Oysa merhametlilerin en merhametlisi Allah’ın hakkında “habibim biz seni başka değil, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”[1] buyurduğu Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem), Müslümanların ilk mültecisidir ve hicret ettiği Medine’de ilk emri ensar ile muhacirlerin (mültecilerin) kardeşliği olmuştur.
Kardeşler mal olarak nelere sahip iseler, maddiyattan neleri varsa yarıdan bölüp gelen kardeşine verecektir.
Bu çok büyük bir fedakârlıktı. Lâkin ashabın «ensar» denilen Medine’li Müslümanları maddiyat kısmını hemen yerine getirdikleri gibi, öyle bir emir verilmediği halde birden fazla eşe sahip olan kimileri bir eşini boşayıp gelen kardeşine nikâhlamak bile istemiştir.
Vatan sevgisini idrâk edebilenler, bir de İslâm kardeşliğini hakkıyla idrâk edebilselerdi “mülteci meselesi” yalnızca detaylarıyla yàni istihdam, sağlık, ne zaman dönecekleri, genç ve zinde erkeklerin kabul edilmemesi gibi konularla sınırlı kalırdı.
Ha unutmadan, Afgan mülteci de hikâye. Selâm ve duâ ile. 29.07.2021
——————————–
[1] Enbiyâ Sûresi, 107’nci àyet.
YORUMLAR