Bize güzellikleri yaşamamız adına sunulan bir ömür süreci zaman takvimi. “An”larımızın birleşiminden oluşan koca yılların toplamı zamanımız. Durmadan tık tık atan saniyeler ise adeta zamanın kalbi mesabesinde. Her atış ömürden çalınan bir süre. Bazen hızlı attığını fark ettiğimiz, bazen de kalp krizi geçirtircesine sıkıştıran zaman!
Zamanı gelir bir çocuk olarak doğarız dünyaya, zamanı gelir yaşarız. Yine zamanı gelince de çeker gideriz bu âlemden, yolcu olduğumuzun farkında bile olmayarak. Saat: zamana ayar veren nidacı, bir özel ulak. Bize sesleniyor her saniyesinin atışıyla, süreniz kısıtlanıyor diyerek. Eğer zamanı geldiğinde; zamanın gereğini yerine getiremezsek, onun gerisinde kalacağımız kesindir.
Evet, zamanı geri almak mümkün değil şu hayatta. Lakin zihin kasetimizi geriye sararak zamanda yolculuk yapmamız mümkündür. Neden bu yolculuğu yapmalıyız derseniz, gelecek adına zamanı daha faydalı kullanabilmek için diyebilirim. Zamanı yönetmenin ise ilkeli ve idealist bir yaşamla mümkün olacağını düşünenlerdenim. Aksi halde onurlu bir hayat sürme imkânımız söz konusu olmayacaktır.
Elbette ki zaman içinde her şeyin bir saati var, hem de kader kitabına kaydedilmiş. Bu nedenle zamanı gelmeden tepki vermek, zamanı geldiğinde ise tepkisiz kalmak ölümden farksızdır. Söylenecek yerde susmak, susulacak yerde konuşmak zaman yönetimindeki en bariz sıkıntılardan olsa gerektir.
Yaşadığımız şu geçici hayat, bize bir kez sunuluyor. Bu sunuşa ait ömrü yaşarken kendimize koyduğumuz hedeflerimiz var hiç kuşkusuz. Başarı için ideallerimizin ısrarlı sözcüsü ve savunucusu olmalı, zamanı iktisatlı kullanmalı, gönülleri hoş tutulmalı ve kalpleri sevgi ile donatmalıyız. Zira gam yükü ile zamanın geçmeyeceği ve zamana sığdırılan mutlulukların bal hükmünde olduğu hepimizin malumu değil midir?
Zamanın size sunduğu sürede güzel kazanımlar elde etmiş ve gönüllerde yer etmişseniz ne ala! Yoksa ne yarar şu gam ve kasavet yüklü dünya? Aslında şu üç günlük zaman sermayemizi ne kadar hoyrat ve ne kadar boşa harcadığımızın birazcık olsun farkında olabilseydik…
Eğer bizler, amaca ulaşma noktasında zamanı dengeli kullanabilirsek, zaman bize ihanet edemez. Aksi halde gülen ve ısıtan güneş ışıklarıyla başlayan taze sabahların, akşama doğru bayat günlere dönüşeceği kaçınılmaz değil midir?
Zaman takvimi durduğunda geride güzel tebessümler bırakabilmişsek, ne mutlu bizlere. İşte o zaman, bize sunulan zamanı yerli yerinece yönetebilmişiz demektir. Aksi mi dediniz? O halde zaman bizi yönetmiş ve beyhude geçen bir zamanın ardından bize ancak yorgunluklar hatıra kalmış demektir.
Geride bıraktığınız izlerin, adınızı çabuk unutturmayacak türden olması dileklerimle.
YORUMLAR