Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Prof. Dr. Anıl Çeçen

ATATÜRK MODELİ İLE TÜRKİYE’NİN BÖLGESELLEŞMESİ

Prof.Dr. ANIL ÇEÇEN 

Bütün dünya  ülkeleri , çeyrek yüzyılı aşan bir zaman diliminde emperyalizm tarafından  yer kürenin bütün kıtalarına zorla dayatılan küreselleşme saldırılarının yarattığı büyük sarsıntılardan  kurtulmaya çalışırken , son  yıllarda  dayatmacı küresel emperyalizme karşı  korunmacı bir bölgeselleşme oluşumunun  içine  doğru sürüklenmek durumunda kalmışlardır . Küreselleşme batı emperyalizminin yeni bir versiyonu olarak dıştan kumandalı bir dayatmacı düzene dönüşmeye doğru kaydırılınca , bu durumdan büyük zararlar gören bugünkü devlet yapıları ve ulus devlet modelleri ,belirli bir aşamadan sonra dağılmamak ve çökmemek üzere  kendileri açısından  ulusal reflekslerinin tepkisi doğrultusunda korunmacı politikalara yönelerek , kendi haklarını ve düzenlerini  savunan yeni tutum ve davranışlar içerisine girmişlerdir . Böylece ,soğuk savaş sonrasında Sovyetler Birliğinin çöküşü ile başlayan yeni dönemde  çeyrek yüzyıllık çaba ve zorlamalara rağmen , bütün dünya kıtalarında küresel bir sömürü imparatorluğu kurulamamış , aksine böylesine bir çıkarcı küresel düzen oluşumu için yıkılmaya çalışılan devlet yapıları  , yaşanan olumsuz gelişmeleri dikkate alarak  kendilerini toparlamaya başlamışlardır .Dıştan kumandalı küreselleşme zorlamalarına çeyrek asır dayanabilen ve bir süre sonra bu gibi manüplasyonlara karşı çıkarak  kendi varlığını koruma doğrultusunda önlem almaya başlayan   ulus devletler , kendilerinin dış saldırılara karşı  daha güvenli bir koruma sistemini gündeme getirerek , komşularıyla yeni geliştirdikleri diyaloglar üzerinden  bölgeselleşme sürecini gündeme getirmişlerdir . Bu aşamadan sonra dünyanın egemen  konjonktürel süreci bölgeselleşme akımı olmuş ve böylece küreselleşme dayatmalarının sonlarına  doğru gelinmiştir . 

Beş büyük kıtadan oluşan yeryüzü karaları , ayrıca  kıtalar arasında yer alan denizlerin üzerindeki  adalardan meydana gelmektedir . Bu kara  parçaları yer kürenin çeşitli bölgelerinde bir araya gelerek bölgesel haritalar oluşturmaktadırlar . Dünyanın hangi yöresine bakılırsa bakılsın , o bölgede denizler ve karalardan oluşan bir bölgesel yapılanma bulunduğu göze çarpmaktadır . Harita üzerindeki noktalar belirli yerleri ortaya çıkarırken , çeşitli yerlerin birleşmesinden meydana gelen bölgelerde, haritalar üzerinde noktaların ötesinde bir genişlik içerisinde ortaya konulmaktadır . Bölge kavramı bu çerçevede ele alındığında   birbirine komşu konumda olan çeşitli yerlerin bir bütünsellik içindeki genel  tanımı olarak görülmektedir . Bölge denilince , mutlaka bir ülkenin ya da kıtanın üzerinde yer alan çeşitli yerlerin birleşiminden meydana gelen  bir alan ifade edilmeye çalışılmaktadır . Dünya haritasında yer alan ülke ve bölgelerin birbirleriyle olan kesişmelerine göre , bölgecilik küçük ve büyük ölçeklerde olmak üzere,  başlıca iki ana eğilim doğrultusunda gündeme gelmektedir . Var olan devlet yapıları genel olarak ulusal yapılanmalar olduğu için , büyük bölgecilik ulus ötesi bölgeler , küçük bölgecilik ise ulus altı bölgeler olarak algılanmaktadırlar . Avrupa merkezli siyasal oluşumlar ya da akımlar da daha çok ulus altı bölgeciliği öne çıkaran bir mikro devletçilik gündeme gelmekte ve  ulus devletlerin sınırları içerisinde yer alan belirli bölgeler bu ülkelerin sınırları dışına çıkarak , daha küçük bir devletçiliğe  mikro bölgecilik akımı sayesinde  ulaşmaya çalışmaktadırlar . Bu doğrultuda etnik ve mezhepsel kökenli toplulukları    sınırları içinde yaşadıkları ulus devletlerin merkezlerine karşı isyan  ettirilerek  mikro milliyetçilik üzerinden mikro devletçiliğin önü açılmak istenmekte ve bu doğrultuda  , bir anlamda eyalet devletçikleri olarak görülebilecek  küçük devletler yaratılarak ulus devletler parçalanmaktadır . 

Küresel emperyalizm ulus devletleri parçalayarak dünya haritası üzerinden silmeye çalışırken , mikro milliyetçilik ve  mikro bölgecilik  olabildiğince dış destekler ile kullanılmış ama  ,  uluslar arası finans kapitalin  emperyalist oyunları ortaya çıkınca ,bu plan çökmüş ve bütün ulus devletler sahip oldukları milli sınırlar içerisinde yaşamlarını sürdürmekte olan , etnik ya da dinsel toplulukların  parçalanarak  kendi başlarına ayrı bir devlet kurmalarına  izin vermemişlerdir . Sovyetler Birliğinin dağılmasının yarattığı panik ortamında yaşanan Yugoslavya iç savaşı da benzeri bir dağılmanın önünü açmış , bu aşamada Çek Cumhuriyeti ile Slovak devleti birbirlerinden ayrılmışlar  ama daha sonraki koşullarda  hiçbir ulus devlet kendi milli sınırları içerisinde yaşamakta olan  etnik ya da dinsel grupların ülkeden koparak,  ulus altı yeni bir eyalet devleti oluşturmalarına izin vermemiştir . Böylece ,batılı merkezler tarafından geliştirilen ısrarlı  kopma senaryoları sonuç vermemiş ve ulus altı bölgecilik senaryoları ile yeni küçük devletçikler yaratılamamıştır . Küresel sermaye , kendi tekelci şirketlerini büyütürken , ulus altı bölgecilik oluşumlarını etnik kışkırtmalar ya da mezhepler arası din savaşları ile geliştirerek sonuç  almaya çalışmıştır .Ne var ki , çeyrek asırlık bir zorlama dönemine rağmen istenen sonuçlar elde edilememiş ve bu doğrultuda  kullanılan ulus altı bölgecilik ya da mikro milliyetçilik   hiçbir işe yaramadığı gibi , küresel emperyalizmi zorlayan batılı büyük devletlere ve siyasal merkezlere yönelik tepkileri artırmıştır .Sınır aşan bölgelerde yeni devletleşme planları doğrultusundaki  mikro milliyetçilik, ya da mikro bölgecilik akımları  bir aşamadan sonra sonuç vermeyince , tepkilerin giderek tırmanması üzerine küreselleşme karşıtlığı çizgisinde yeni bir ulusalcılık akımının doğmasına neden olmuştur . Küresel emperyalizm mikro milliyetçilik akımlarını örgütleyerek mikro bölgelerde yeni eyalet devletleri yaratamayınca , oyun tersine dönmüş  , hedef alınan ulus devletlerin merkezi yapıları bu tür saldırılara karşı toparlanarak ,yeniden güçlenmişler ve emperyalist devletlere karşı daha kuvvetli bir ulusal savunma sistemine yönelmişlerdir . 

Avrupa ulus devletlerinde   Avrupa Birliği oluşturabilmek için,  kıtasal bir oluşum doğrultusunda  ulus altı bölgecilik  emperyalist merkezler tarafından desteklenmiş ama  çeyrek yüzyıllık bir dönemde bir türlü istenen sonuçlar alınamamıştır . Ulus altı bölgecilik başarısız kalınca ,   bu durumun doğal sonucu olarak ulus üstü makro bölgecilik akımı da  sonuçsuz kalmıştır . Şirketler küreselleşirken , devletlerin ulusallıktan uzaklaştırılmaları hedeflendiği için , mikro milliyetçilikler ile  mikro bölgecilik üzerinden küçük eyalet devletçiklerine doğru bir yöneliş organize edilmeye çalışılmış ama,  ulus devletlerin başkentlerindeki devlet yapıları direnerek kendilerini koruyunca ,bu tür emperyal planlar teker teker çökmüştür . Avrupa’nın ortasında yer alan beş büyük eski sömürgeci ulus , mikro bölgecilik ve milliyetçilik üzerinden parçalanamayınca ,Avrupa Birliği gibi   makro bölgesel bir yapılanma kıtasal oluşum olarak  duraklama göstermiştir . Yüzyıllarca kendine bağlı sömürge imparatorlukları yönetmiş olan  büyük ulus devletler  , bir makro bölgecilik projesi olan Avrupa Birliği yolunda   kültürel haklar üzerinden  mikro bölgeciliğe teslim olmayı kabül etmemişler ve kültürel hakların ulusal birlik düzeni ile üniter devlet yapılarını parçalamasına izin vermeyerek , ulusal  devlet modelleri doğrultusundaki ülkesel alan bütünlüğüne sonuna kadar sahip çıkmışlardır . Mikro bölgeciliğin iflas etmesiyle kıtasal oluşum yolunun önü kapanınca , Avrupa Birliği adı verilen makro bölgecilik ya da kıtasal devletçilik hedefi de geçerliliğini yitirmiştir . Ne var ki ,  ABD merkezli küresel şirketlerin bütün dünyayı  ekonomik hegemonyaları altına almaları  yüzünden , Amerika Birleşik Devletlerine karşı çıkabilecek bir Avrupa Birleşik Devletleri yaratma   hedefi , gene korunmuş ve bu doğrultuda bölgeselleşme arayışı sürdürülmeye çalışılmıştır . Bir büyük hegemonik güç ya da süper emperyalist olarak ABD’nin   dengelenme ihtiyacı  , Avrupa kıtası çerçevesinde bölgeselleşmeyi öne çıkarmıştır . Beş yüzyıl dünya kıtalarını sömürge imparatorlukları ile yöneten Avrupa’nın büyük devletleri  bu imparatorlukların tasfiyesinden sonra içine düştükleri küçülme olgusunu , kıtasal düzeyde bölgeselleşerek aşmaya çaba göstermişlerdir . Soğuk savaş sonrasında bu yüzden Avrupa Birliği projesi  kendiliğinden devreye girmiş ama mikro bölgeciliğin küresel emperyalizm tarafından desteklenmesi nedeniyle  sonuçsuz kalmıştır .  Makro düzeyde bölgecilik arayışının en somut örneği olarak,  Avrupalı devletleri birleştirmeyi hedefleyen Avrupa Birliği oluşumunu görmek mümkündür . 

Amerikalı uluslar arası tekellerin süper emperyalizmine karşı  bir bölgesel birliğe yönelen Avrupa ülkeleri gibi , dünyanın diğer kıtalarında yer alan devletlerin de benzeri küresel saldırılara karşı kendilerini korumak ve komşu devletler ile yan yana gelerek bulundukları yerlerde bölgesel birlikler oluşturmak yolu ile her türlü saldırıya karşı koymak hakkı doğal olarak bulunmaktadır . Nitekim , Birleşmiş  Milletler gibi bir uluslar arası örgüt , bütün devletlerin  korunması için  aldığı kararlar doğrultusunda ,devletlerin sınırları içindeki ülkelerinin dokunulmazlığını , ayrıca hiç bir devletin iç işlerine karışılamayacağını ,her devletin uluslar arası hukuka uyarak kendi varlığını ve gücünü geliştirebileceğini  açıkça ortaya koymuştur . Bu durumda , herhangi bir devletin  iç işlerine karışarak, ya da dışarıdan müdahalelerde bulunarak  ulus devlet altında bir bölgecilik yaparak , büyük devletlerin ülkelerinden küçük devletçikler ortaya çıkarabilmek, uluslar arası hukuka göre pek mümkün görünmemektedir . Orta boy ulus devletlerin mikro milliyetçilik ya da bölgecilikler yolu ile dağılmasının sağlanması  ,ya da  bu tür gelişmeler sonrasında , ortaya çıkan parçalı yapılar üzerinden daha büyük  alanları kapsayan bir tür makro bölgecilik cereyanlarının  gerçekleştirilmeye çalışılması yüzünden,  küreselleşme dönemi çok gergin geçmiş ve bu yüzden çeyrek asırlık bir zaman dilimi sonrasında küreselleşme olgusu iflas ederken ,bunun yerine yeni bir alternatif olarak bölgeselleşme akımları  dünyanın gündeminde yerini almıştır . Avrupa kıtasının eski ve köklü ulus devletleri , kendi ülkesel birliklerine yönelen ulus altı bölgecilik akımlarının yarattığı bölücülük tehlikesinin atlatılması doğrultusunda, hem ulusal birliğe hem de  üniter siyasal  düzenin korunmasına dikkat ederek , bölünmekten kurtulmuşlar ve ulusal birliklerini koruyarak bugünkü aşamaya gelebilmişlerdir . 

Avrupa kıtasının güçlü ulus devletleri , küresel emperyalizme karşı  ulusal birliklerini koruyarak , ulus altı bölgecilik üzerinden parçalanarak , yeni bir tür Amerika Birleşik Devletleri benzeri bir  Avrupa Birleşik Devletleri modeli geliştirememişler ve bu yüzden bir  Avrupa Federasyonu yapılanmasını Avrupa Birliği çatısı altında kurabilmek ,  yarım yüzyılı aşkın çabalara rağmen bir türlü gerçekleştirilememiştir . Avrupa’nın güçlü ulus devletleri var olan büyük devlet yapılarını koruyarak bir kıtasal bütünleşmeyi alternatif bir yol olarak gündeme getirdiği için , Avrupa kıtasının  geleceğinde bir nevi kıtasal gevşek konfederasyon yolu görünmüştür . Ne var ki , küresel sermayenin dümen suyunda giden bazı Avrupalı merkezler , geçmişin güçlü ulus devlet yapılarının dağıtılmasını bir sermaye imparatorluğu için istediklerinden , kıtasal  konfederasyon modeline karşı çıkarak  , ulus altı bölgecilik yolu ile  Avrupa’nın büyük devletlerini küçültebilmenin yollarını aramışlardır . Ne var ki , uzun süren baskılara rağmen böylesine bir değişim gerçekleştirilemediği için,  bir makro bölgecilik projesi olan Avrupa Birliği senaryosu çıkmaza sürüklenmiş ve  birlik süreci kendiliğinden durmuştur . Şimdi gelinen nokta da , birlik üyesi ülkeler , hem  sanki birlik tamamlanmış gibi hareket ederek uluslar arası diplomasinin gereklerini yerine getirmeye  çalışmışlar , hem de kendi bağımsız devlet yapılarının gerektirdiği bağımsız politikaları sürdürerek geleceğe dönük süreç içerisinde ayakta kalabilmenin yollarını aramışlardır . Bir anlamda , Avrupa gibi uygarlığın beşiği olan kıtada , ulus altı bölgecilik senaryoları iflas ettiği için, ulus ötesi ya da  uluslar üstü bir makro bölgecilik projesi olarak Avrupa Birliği senaryosu durma aşamasına gelmiştir . Küçük bölgecilik ve büyük bölgecilik akımlarının birbiriyle bağlantılı olduğu ve her ikisinin gündeme gelmesiyle birlikte birbirlerini devreye sokan bir gelişme sürecinin ortaya çıktığını, dünya kamuoyu Avrupa Birliği süreci içerisinde yakından görebilmiştir . Küçük bölgecilik ulus altı yapılanmaların önünü açarak ulus devletleri ortadan kaldırabildiği gibi ,yaratılan küçük devletçiklerin gelecekte eyaletleşerek, belirli bir alan üzerinde  küçük eyalet devletlerinin bir araya gelmesiyle  büyük bölgesel  birliklere giden yolu açabildiği de, çeşitli örnekleri ile  görülebilmiştir . Avrupa kıtasına benzer bazı oluşumlar mikro milliyetçilik ya da etnik kökencilik çekişmeleri ile dünyanın başka bölgelerinde de gündeme gelerek , ulus devletlerin ortadan kalkmasına gidebilecek yolları zorlamıştır . Sömürgelerin uluslaşmasıyla ortaya çıkan ulus devletlerin   ötesinde daha büyük bölgesel oluşumların sağlanabilmesi doğrultusunda , ulus altı  bölgecilik girişimleri ulus üstü ya da  uluslar arası makro bölgecilik akımlarını zamanla ortaya çıkarmıştır. 

Avrupa kıtasının ulus devletleri  gibi , dünyanın  diğer bölgelerinde var olan devletlerin de  küresel sermayenin ve uluslar arası tekelci şirketlerin saldırılarına karşı kendilerini koruyabilme doğrultusunda , büyük bölgesel birliklere yönelerek  kendilerini bölgesel birlikler üzerinden koruma hakları doğal olarak vardır . Küçük ve orta boy ulus devletler  küresel emperyalizmin  sömürgeci saldırılarına karşı  harita üzerinde bulundukları yerlerde ,kendilerini koruyabilme doğrultusunda  bölgesel birliklere yönelebildikleri gibi , gene bu doğrultuda kendi aralarında geliştirdikleri çeşitli birlik ve dayanışma modelleri üzerinden , çeşitli alternatif  oluşumları öne çıkarabilmektedirler .Kuzey Amerika, Güney Amerika , Afrika kıtasının kuzey,güney,doğu ve batı  kısımları ,Asya kıtasının benzeri bir biçimde doğusu ,batısı , güneyi ve kuzeyi de gelecekte Avrupa kıtasına benzer bir doğrultuda çeşitli bölgeselleşme plan ve projelerinin uygulama alanları olabilirler . Benzeri bir biçimde dünyanın merkezi coğrafyasında da bölgeselleşme eğilimleri uzun süredir devam edip gitmektedir . Bu tür plan ve projelerin emperyalist güçler tarafından orta alandaki ülkelere zorla dayatılması yüzünden , üç tek tanrılı dinin ortaya çıktığı  için  kutsal topraklar adı verilen  merkezi coğrafya da bir türlü barış sağlanamamakta ve  soğuk savaş sonrasında bu bölge sürekli bir savaşa ve sıcak çatışmalara sahne yapılmaktadır . Bölgede var olan devlet yapıları  , Avrupa türü  küçük devletlerin çok ötesinde bir büyüklüğe sahip olduğu için , küresel emperyalizmin merkezi olarak bu coğrafyanın ortasına zorla dayatılmış olan İsrail devletinin  odağında yer aldığı yeni bir tür bölgeselleşme  olgusu, bütün merkezi coğrafya ülkelerine dıştan kumandalı ve dayatmalı bir biçimde  zorlanmaktadır . Merkezi alan devletlerinin de tıpkı Avrupa devletleri gibi bir araya gelerek bir büyük bölgeselleşme olgusunu gerçekleştirerek, kendilerini  bu yoldan koruma ve savunma hakları  varken ,bölge dışı emperyal güçler ve onların temsilcisi olarak, bu coğrafyadaki   Filistin toprakları işgal edilerek sonradan kurulmuş  bir Siyonist devletin baskılarıyla, farklı bölgeselleşme modelleri  devreye sokularak  ,dünya barışını tehdit edecek ve üçüncü bir  cihan savaşına gidebilecek yolları tetikleyebilecek sıcak çatışmalar birbiri ardı sıra gündeme gelerek  , doğal yollardan sağlanabilecek bölgeselleşmenin önü kesilmeye çalışılmaktadır . 

Dünya tarihi açısından merkezi alan ele alınırsa , bu coğrafya da  ya sürekli çekişme ve çatışma yolu ile  savaş , ya da bir büyük bölge devletinin hegemonyası  sayesinde sürdürülebilen bir barış ortamı olduğu görülebilmektedir . Roma,Bizans,Hazar ,Selçuklu ve Osmanlı gibi büyük bölge devletleri  olduğu zaman, merkezi alanda daha kalıcı barış düzenleri kurulabilmiş ama böylesine büyük bölge devletlerinin dağılması sürecinde ise  bu bölgede doğu-batı ve kuzey-güney ekseninde emperyal güçlerin hegemonya savaşları görülmüştür . Üç kıtanın kesişme noktasında dünya kıtalarının merkezi alanı olarak öne çıkan  Balkanlar-Orta Doğu- Kafkasya hattında, siyasal gelişmeler kıtalar arası ve emperyal  güçler arası sürekli çekişme ve çatışmaların  yaşandığı  süreçler birbirini izlemiştir . İmparatorluklar dağılırken ortaya küçük devletçikler çıkmış ama bir süre sonra bunların içinden bir tanesi güçlenerek öne çıktığı zaman eski imparatorlukların yerine alan yeni bir bölgesel  hegemonya düzeni  kurulabilmiştir . Merkezi coğrafya , orta alanda kurulan bir büyük devlet ya da imparatorluk üzerinden yönetildiği zaman  , barış içinde bir bölgeselleşme yapılanması gerçekleştirilebilmektedir . Bu gibi durumlarda Pax Romana ,Pax Bizantica, ya da Pax Ottomona  gibi barış yapılanmaları bölgesel büyük devletin gücü sayesinde gerçekleştirilebilmekte ve böylece dünya barışı sağlanabilmektedir. Üç kıta arasında yer alan bu merkezi alanda kurulan bölgesel büyük devlet yapılanmaları her aşamada kıtalardan gelen büyük güçlerin merkezi alana saldırmaları yüzünden tehlikeye girebilmektedir . Romalılar , Haçlılar,İngilizler,Fransızlar ve Amerikalılar batıdan gelerek merkezi alana egemen olmak istemişler , Yahudiler ise  İngilizler ve Amerikalıların sırtında bölgeye gelerek kendi Siyonist egemenliklerini kurmak istemişlerdir . Cengiz Han , Timur Han ya da İlhanlılar , Persler gibi siyasal güçler de, bölgenin doğusunda kalan Asya kıtasından gelerek gene merkezde kendi egemenliklerini tesis etmenin yollarını aramışlardır . Merkezi coğrafyada yaşayan topluluklar bir araya gelerek büyük bir bölgesel devlet kurabildikleri durumlarda, kıtalardan gelen her türlü saldırılara karşı kendilerini koruyabilmişlerdir.. 

Türkiye Cumhuriyeti , dünyanın merkezi coğrafyasını  elinde tutmuş olan Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarındaki Türk hegemonyasının uzantısı olan bir  orta alan devleti olarak  , merkezi coğrafyaya yönlen bütün bölgeselleşme plan ve projelerinin birinci derecede hedefi konumunda bulunmaktadır . Kırım’dan Kıbrıs’a , Balkanlar’dan Kafkaslara, Akdeniz’den Kara Deniz’e uzanan merkezi alan toprakları üzerinde her zaman dünya hegemonyası kurmak isteyen emperyal güçlerin gözü olmuştur . Bu yüzden de , merkezi alanda güçlü bir devlet olmayınca sürekli olarak sıcak çatışma ve çekişmeler yaşanmış ve bu bölge  doğu ile batının karşı karşıya geldiği bir savaş alanına dönüşmekten kurtulamamıştır . Merkezi coğrafyayı da içine alan Avrasya kıtasının  iki ana merkezi olarak Moskova ve  İstanbul ,sürekli olarak karşı karşıya gelmişler  ve  zaman zaman da savaş senaryolarına alet olmuşlardır . Moskova ve İstanbul’da  ikişer büyük imparatorluk tarih sahnesine karışmıştır . Rus Çarlığı ve Sovyetler Birliğine başkentlik yapan  Moskova iki büyük çöküşe sahne olurken , İstanbul ‘da Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarının başkenti olarak  benzeri bir çöküntüden kaçınamamıştır . Bugün Moskova yeniden merkezi coğrafya patronluğuna soyunurken , İstanbul’da  eskisi gibi Moskova’nın karşısına  çıkmaya hazırlanmaktadır . Rusya’nın Avrasya siyasetinin amacı , Türkiye Cumhuriyetini ve Türk varlığını dışlamak üzerine kurulmuştur . Rusya Türkiye’ye karşı İran ile , Çin’e karşı da Japonya ile ittifak yaparak Avrasya kıtasının bütününe egemen olmak istemekte  ,merkezi alandaki bölgeselleşmeyi de kendi Avrasya siyaseti içinde  yönlendirerek kendisini merkeze oturtmaya çalışmaktadır . Rusya’nın son zamanlarda gerçekleştirdiği Kırım işgali ile Ukrayna’ya yönelik  baskı uygulama girişimleri  , Rusya merkezli bir Avrasya bölgeselleşmesini Orta Doğu bölgesine de taşımakta ve bölge ülkelerine karşı  böylesine bir bölgeselleşme senaryosunu Rus emperyalizmi  kendi çıkarları doğrultusunda komşularına dayatmaktadır.

Türk dünyasının beşte ikisi  halen Rusya Federasyonu sınırları içerisinde yaşamını sürdürdüğü için ,Türkiye merkezli bir bölgeselleşme planının ana hedeflerinden birisi  Rus devleti olacaktır . Rusya son çıkışları ile buna izin vermediğini açıkça orta koyarken ,Türkiye’nin de sadece Türk unsuruna dayanan bir bölgeselleşme siyasetinin büyük Rusya Federasyonunu karşısına alacağı görüldüğü için ,katı bir Türkçü bir yaklaşımın Türkiye ile Rusya’yı Avrasya hegemonyası doğrultusunda yeni bir savaş sürecine taşıyabileceği görülmektedir Osmanlı zayıflayınca Ruslar Kars ve Ardahan’a girmişler , bunun üzerine de İngiltere’de Kıbrıs’a girerek , kuzeydeki emperyalist gücün dünyanın merkezi coğrafyasını ele geçirmesine izin vermemiştir. Rusya devleti , bir kuzey gücü olarak her zaman için sıcak denizlere inebilmenin yollarını aramış ve bu hedefini Orta Doğu ile  güney Asya bölgelerinde gerçekleştirmeye çalışmıştır . Türkiye gibi İran ve Afganistan’da Rus hegemonyasının sıcak denizlere   inme  girişimlerinin   önünün kesilmesinde tampon devletler olarak kullanılmıştır . Soğuk savaş sonrası dönemde, Rusya Suriye’de askeri üs kurarak , Güney Kıbrıs’a ekonomik açıdan yerleşerek  ve tüm bölge ülkelerinde yoğun  siyasal çalışmalar yaparak , Türkiye ile birlikte Orta Doğu devletlerini de Rusya Federasyonu içine alarak , Orta Doğu’da yeni bir bölgeselleşmeyi kendi sınırları içerisinde tamamlayabilmenin yollarını aramaktadır . Rusya gibi ,bu bölgeye sonradan gelerek ABD desteği ile devlet olma hakkını elde eden  ,Yahudiler’de dinleri açısından kutsal toprak ilan ettikleri merkezi alanda , Siyon tepesi merkezli bir büyük imparatorluğu , orta alan bölgeselleşmesi olarak gündeme getirmektedirler . İki büyük dünya savaşı sonrasında kurabildikleri küçük İsrail devletini büyüterek bütün Orta Doğu ülkelerini kendi sınırları içine almak isteyen Siyonist devletin politikaları ,sürekli savaş ve çatışmaları bölge ülkelerine dayatarak  ve bu alanda önce ulus altı bölgeselleşme girişimleri ile mikro milliyetçilik üzerinden  yeni eyalet devletçikleri oluşturarak, İsrail’den büyük ulus devletlerin ortadan kaldırılması öncelikli olarak uygulama alanına sokulmuş ve bu doğrultuda bütün bölge devletleri etnik ve mezhepsel çatışmaların sahnesine dönüştürülmüştür .Bu yüzden bölgede savaş eksik olmamış , ABD ordusu İsrail’i korumak üzere bölgeye gelerek , Orta Doğu ülkelerinin savaş alanına dönüşmesine yol açmıştır . Soğuk savaş sonrasında küreselleşme döneminde bölgeye Siyonizm planlı olarak yayılmış ,küreselleşme dönemi sona ererken,  küçük İsrail devleti Büyük İsrail imparatorluğunu kurabilme doğrultusunda bölge ülkelerine yönelen yeni bir savaş sürecini  zorla komşu ülkelere dayatmıştır . 

Osmanlı  İmparatorluğunun çöküşe geçmesiyle birlikte , batının önde gelen emperyalistleri olarak İngiltere ve Fransa Orta Doğu bölgesine gelmişler ve  iki sömürgeci imparatorluk olarak  orta alan ülkelerini  paylaşabilmenin yarışı içinde olmuşlardır . Kuzey gücü olarak Rusya’nın sıcak denizlere inmesinin önlenebilmesi doğrultusunda , Osmanlı sonrası için çalışmalar yapılmış ve İngiltere Büyük Britanya İmparatorluğu olarak, merkez alanda kendine bağlı bir Yakın Doğu Konfederasyonu kurabilmenin çabası içinde olmuştur . Balkanlar ,Kafkaslar , Anadolu ve Orta Doğu bölgelerinde genişletilmiş Sevr haritası doğrultusunda oluşturulacak  küçük devletçiklerin ,gene İstanbul merkezli bir bölgesel konfederasyon planı çerçevesinde  toparlanması düşünülmüştür . Dörtlü konfederasyon ile  , Birleşik Krallık dünyanın merkezine el koyarak , orta alana başka emperyal güçlerin girmesini önlemeye çalışıyordu . Ne var ki , İngiltere ve Amerika ikilisini kullanan Siyonist Yahudiler Atlantik emperyalizmi üzerinden geleceğin Büyük İsrail İmparatorluğunun temellerini de atıyorlardı . Siyonist lobiler iki Atlantik gücünü kullanırken , İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu benzeri bir başka bölgeselleşme projesini , Amerikan emperyalizmi Büyük Orta Doğu projesi adı altında , ikinci dünya savaşı sonrasında devreye sokuyordu . Amerikalıların Büyük Orta Doğu deyimi ile kast ettikleri  merkezi alanda Yahudiler ,İngiltere ve ABD üzerinden Büyük İsrail Federasyonunu kurabilmenin arayışı içerisine giriyorlardı .Böylece , kara Avrupası’na karşı Atlantik okyanusunun iki yakasında örgütlenen Atlantik emperyalizmi , Siyonist Yahudi lobilerini de yanlarına alarak  dünyanın merkezi alanında  fethe çıkıyorlardı . Zamanında Osmanlı devletinin İstanbul’u fethetmesi gibi ,Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm ittifakı da  merkezi alanın bütün bölgelerini ,yeni bir Balkanizasyon süreci içerisinde içeriden ele geçirerek fethediyorlardı .Dünya egemenliği için zorunlu olan merkezi bölgenin ele geçirilmesi ve diğer emperyal güçlere karşı korunması  Siyonizm ve Atlantik ittifakının temel dayanak noktası olarak öne çıkıyordu . 

Osmanlı sonrası merkezi bölge kendi haline bırakılsa  ya  Abbasi ,ya da  Emevi imparatorlukları gibi bir büyük İslam imparatorluğu kurulur ,  veya  Osmanlı sonrasında da tıpkı Selçuklu hanedanı gibi bir başka Türk asıllı hanedan ,merkezdeki Türk hegemonyasını sürdürebilme doğrultusunda  devletin başına geçebilirdi . Ayrıca bölgenin kuzeyinde yer alan Rusya ,Orta Doğu’ya inerek  merkezi coğrafyanın mutlak hakimi konumuna gelebilirdi . Orta Avrupa’nın büyük gücü olarak Almanya’da yeni bir emperyal güç olarak milli politikasını Ostpolitik adı altında doğu politikası biçiminde belirlediği için , batı Avrupa   ve Atlantik üstünlüğüne karşı , doğu Avrupa üzerinden yeni bir Avrasya egemenliğini gündeme getirebilirdi . Bu yüzden ,Osmanlı hinterlandının  Ruslara , Almanlara , Araplara ,Türklere,İranlılara ya da doğulu Asya güçlerine bırakılmayacak şekilde yeniden yapılandırılması gerekiyordu . İngiltere bu doğrultuda Osmanlı sonrası  bölge haritasını hazırlamış , ikinci dünya savaşı sonrasında merkezi coğrafya ya gelen Amerikan emperyalizmi hem kendi hegemonyasını kurmuş, hem de kendi sırtı üzerinden gelecekte bölgenin egemeni olmaya soyunmuş olan Siyonist İsrail’in kurulmasını sağlamıştı .İngiltere ve Amerika yeni bir Bizans projesi ile İstanbul’u bölge merkezi yapmaya çalışırken , İsrail kutsal topraklar üzerinden dini kullanarak Kudüs’ü hem bölgenin hem de dünyanın merkezi ilan ederek , kendisini gelecekteki dünya imparatorluğunun tam da merkezine oturtuyordu . Dünyanın en güçlü kapitalist ve Siyonist lobileri İsrail merkezli olarak harekete geçirilerek , Siyon krallığının oluşturulması planı doğrultusunda  bir üçüncü dünya savaşı  senaryosu , küresel sermayenin kontrolu altındaki terör örgütleri aracılığı ile merkezi coğrafya da bulunan bütün devletlerin üzerine doğru yönlendiriliyordu  Orta Doğu’da bulunan İslam devletleri parçalanarak  Arapların hegemonyası kırılırken , Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde yeni bir ulus devlet yaratılarak ve  Türk hegemonyasına karşı kullanılarak, gelecekte yeni bir Türk yapılanması da devre dışı bırakılmak isteniyordu .Türklerin anavatanı  Anadolu üzerindeki Türk varlığı ortadan kaldırılarak , bölgedeki Türk toplulukları  geldikleri Orta Asya bozkırlarına doğru geri gönderilmek isteniyordu . Arapların parçalanması , Türklerin geri gönderilmesiyle birlikte Hırıstıyanlar  Yeni Bizans ve Yahudiler de Büyük İsrail projelerini merkezi alanın bölgeselleşmesi doğrultusunda  uygulama alanına getiriyorlardı .Böylece  yirmi birinci yüzyıla doğru yeni bir dünya düzeni kurulurken merkezi alanda bu tür  bölgesel projeler öne çıkarılıyordu . 

Merkezi coğrafya bölgesinin tam ortasında yer alan Türkiye Cumhuriyeti , bu bölgenin geleceği için hazırlanan bütün emperyal ve Siyonist projelerin hedefi konumuna getirilerek  ortadan kaldırılmak isteniyordu . Türkiye’nin müttefiki olan bütün batılı ülkeler Türk devletinin sınırlarını tanımayarak ,ülkenin  gelecekte kendi projeleri doğrultusunda farklı bir yapılanmaya yönelmesi için ,ellerinden gelen bütün baskıları  ve kışkırtmaları birbiri ardı sıra devreye sokmaktadırlar . Türk devleti öncelikle merkezi alan ile ilgili bütün bölgeselleşme projelerini dikkatle takip ederek ,kendisi için tehdit   sayılabilecek girişimleri öncelikle önlemek durumundadır . Türkiye cumhuriyeti , emperyal merkezlerin bölgeselleşme planlarını  önlerken , bir yandan da kendi bölgeselleşme planını acilen devreye sokmak zorundadır . Avrupa Birliği denetimi altındaki bir dışişleri ile , ABD etkisi altına girmiş olan devlet daireleri ve kamu kurumları ile ,İsrail’in güdümündeki bir ekonomi ve medya ile Türkiye’nin milli bir bölgeselleşme planı hazırlayarak devreye sokamadığı görülmektedir . Atlantik okyanusunun iki yanından destek alarak işbaşına gelen siyasal iktidarlar yüzünden  Türkiye emperyal  politikalara  mahkum edilmiş  ve  Türk devleti soğuk savaş sonrasında sürekli olarak yenilen ve kaybeden bir ülke konumuna düşürülmüştür .Türkiye artık Ankara’dan yönetilemez bir görünüm kazanmış ,Avrupa Birliği uyum paketleri ile Büyük Orta Doğu projesinin empoze ettiği adımlar ile de devletin yarısı tasfiye edilme noktasına gelmiştir . Son otuz yılda dış baskılar ile uygulanan bütün politikalar Türkiye’nin tasfiyesinde etkili olduğu için  Türk devleti artık bu gidişe bir son vermek zorundadır ,aksi takdirde  Türkiye cumhuriyetinin yirmi birinci yüzyılda yoluna devam edemeyeceği açıkça  ortaya çıkmıştır . 

Bosna’dan Kırgızistan’a kadar yer alan  Türk coğrafyasındaki merkez ülke olarak  Türkiye Cumhuriyeti ayakta kalmak zorundadır . Bunun için de kurucu önder Atatürk’ün dış politikasına acilen dönülerek bölge ağırlıklı  siyaset kararlı bir biçimde izlenmelidir . Balkan ülkeleri ile yeni bir Balkan Paktı  , Orta Doğu ülkeleri ile de Sadabat Paktı benzeri bir merkezi ittifak bir araya getirilerek , orta alanda Merkezi Devletler  Birliği  adı altında yeni bir bölgesel yapılanma bir an önce kurulmalıdır . Atatürk döneminde olduğu gibi İran ile  Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de bir araya gelinmeli ve ikinci bir Bakü Kurultayı ile , Merkezi Devletler Birliği oluşumu , tıpkı Avrupa Birliği gibi dünyaya ilan edilerek , emperyalist ve Siyonist  bölgesel planlara karşı , merkez ülkelerinin insiyatifi öne çıkarılmalıdır .Doğu Avrupa’dan  Hazar bölgesine , Karadeniz’den Akdenize  doğru uzanan merkezi coğrafya  üzerinde  Türkiye –İran ortaklığı ile kurulacak bir merkezi bölgesel yapılanma , dünyanın ortasında üçüncü dünya savaşı çıkartmayı hedefleyen bütün emperyal planların önünü kesebilecektir . Bakü merkezli bir bölgesel birlikte , Türkiye ,İran,Irak,Suriye,Azerbaycan ve Gürcistan devletleri bir araya gelerek ,bölge dışı emperyal  güçlere karşı birlikte bir bölgesel dayanışma ittifakı  ve güvenlik örgütlenmesi oluşturabilirler . Ankara-Bakü-Tahran hattında bir bölgesel insiyatif oluşturularak Atlantik insiyatifi ile, Rusya’nın kontrolu altındaki Avrasya insiyatifine karşı  dayanışmacı bir bölgesel alternatif oluşturularak ,dünya barışının  merkezi coğrafya üzerinden bozulmasına giden yolun önü kesilebilir . Merkezi coğrafyayı  iki büyük Türk imparatorluğu sayesinde bin yıl yönetmiş olan Türk insiyatifinin ,bugünün koşullarında İran gibi bir büyük devlet ile bir araya gelerek  ve ortaklıklar kurularak yeniden  merkezi coğrafya üzerindeki otorite boşluğunun doldurulması  dünya barışı açısından zorunlu görünmektedir . Üç büyük dinin birlikte yaşadığı orta alan ülkelerinde  hiçbir din , mezhep,etnik topluluk ya da emperyal gücün tam anlamıyla egemen olması artık mümkün görünmemektedir . Bu nedenle Türkiye ve İran merkezin iki büyük devleti olarak bir araya gelmeli ve  Avrupa tipi bir kıta devleti  benzeri olarak  orta dünyada Merkezi Devletler  Birliği’ni ilan edilerek , bu coğrafyada istismar edilen  siyasal otorite boşluğu doldurulmalıdır .  Bölgede var olan bütün devletlerin sınırları ve başkentleri korunarak çevresel bir güvenlik ortamı öncelikle yaratılmalı ve bu aşamadan sonra da Balkan Paktı , Sadabat Paktı , Bağdat paktı ,  Cento ,ECO  ya da RCD benzeri daha önceleri  çeşitli biçimlerde denenmiş merkezi coğrafya birliği, mevcut devletlerin bir araya gelmesiyle  acilen kurulabilmelidir . Orta boy bir devlet olan Türkiye  Cumhuriyeti bu aşamadan sonra kendi başına bir bölgesel devleti  emperyalistlere karşı kuramayacağını görebilmeli ve böylesine bir merkezi yapılanmayı ancak komşularıyla işbirliği yaparak  başarabileceğini görebilmelidir . Bölge barışı açısından Nato’nun  yetersiz kaldığı durumlarda Türkiye komşu devletlerle güvenlik alanında  ortak hareket ederek bölge barışını sağlamalı ,  batılı müttefiklerin bölgeselleşme planlarını  önlemek üzere  Türkiye’yi komşularıyla savaştırması oyununa da  artık bir son verilmelidir .Türkiye’nin öncülüğünde kurulacak bir Merkezi Devletler Birliği , dünya dengelerinin yeniden kurulduğu bu aşamada orta dünyadaki tüm ihtilafların ve çatışmaların geride bırakılmasını sağlayacaktır . Atatürk ilkeleri doğrultusunda bölgeselleşme sürecinin tamamlanabilmesi için Türkiye Cumhuriyeti harekete geçerek Atatürk’ten yadigar kalan Balkan Paktı ile Sadabat Paktını bir araya getiren Merkezi Devletler Birliği (MEDEB) oluşumunu dünya kamu oyunun dikkatine sunmalıdır. 

KAYNAK  KİTAP   :   TÜRKİYE’NİN  B  PLANI  – ANIL ÇEÇEN ,  KİLİT YAYINLARI  ,ANKARA 2010 , 3 baskı

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER